Kitlelerin işine gelse de gelmese de Avrupa’daki yaşamın bir reklamcılık olgusuna dönüşmüş olmasına güçlü bir itiraz yükseltmek zorundayız.

Bir beyaz yakalı efsanesi: Avrupa gerçekten bir cennet mi?

Kitleler tarafından doğruluğu tescillenmiş, hatta bir mite dönüşmüş önyargıların Avrupa’da yaşayan okur-yazar insanları giderek zorladığını görüyorum. Kitlelerin karşısında gerçeği savunmanın oldukça zor bir iş olduğunu kabul ediyorum. Yine de kültür endüstrisinin açgözlü tüccarları gibi hayal pazarlamak yerine gerçeklere sıkı sıkıya tutunmak zorundayız. Kitlelerin işine gelse de gelmese de Avrupa’daki yaşamın bir reklamcılık olgusuna dönüşmüş olmasına güçlü bir itiraz yükseltmek zorundayız.

Nevzat Evrim Önal ve Kaya Tokmakçıoğlu prodüksiyonunu GAİN’in üstlendiği ‘Beyaz Yaka’ belgeselinde yer aldı. Belgeselde konunun muhatabı olan beyaz yakalılar, çalışma ortamlarında yaşadıkları acı deneyimleri izleyicilerle paylaştı. Yönetmen Ümit Oktay Aymelek doğru zamanda, doğru bir iş çıkarmış. Belgeselin yayınlanan ilk üç bölümünde eleştirebileceğim çok az şey var. Şunu net bir biçimde söylemek zorundayım, belgesel tek başına beyaz yakalı emekçilerin deneyiminden ibaret olsaydı kesinlikle eksik bir iş olurdu. Nevzat Evrim Önal ve Kaya Tokmakçıoğlu’nun anlatımlarının büyük bir boşluğu doldurduğunu belgeseli izlerken net bir biçimde fark ediyorsunuz. Özetle, dengeli bir belgesel olduğunu ve tüm taraflara söz veriyor olmasının gerçeği arama çabasının bir ürünü olduğunu söyleyebilirim. Nevzat Evrim Önal, beyaz yakalı çalışanlara nasıl bakmamız gerektiğini gerçekten yalın bir dille anlatmış. Bence bundan en büyük dersi, yine beyaz yakalılar çıkartmalı. 

Gelelim bu belgeselde eleştirmek istediğim bölüme. Belgeselin göç bölümünü temsil eden kısmı oldukça sorunlu. Almanya’ya yeni göç ettiğini tahmin ettiğim genç beyaz yakalı bir kadın, Almanya’daki deneyimlerini anlatırken ülkenin emek rejimine dair doğru bir aktarım yapmıyor. Özellikle yeni göç etmiş bireylerin tekil tecrübelerinin büyük bir tuzak olduğunu söylemek zorundayım.1 Yeni göç eden birisi, göçün verdiği psikolojik yükün de etkisiyle bir süreliğine yeni katıldığı bu alemin her şeyini ‘toz pembe’ görme eğiliminde olabiliyor. Yine bu noktada okuyucuyu uyarmam gerekiyor; buradaki tekil deneyimin kişinin yine kendisini tanımladığı ortamla sınırlandırdığını akıldan çıkarmayalım. Almanya’daki durumu yıllarda orada yaşamış ve ter akıtmış olan dostlarımız daha iyi bilecektir. Ben, onların yaşadığı evrenle ilgili çok fazla çıkarım yapmayacağım. Okuyucuya kendi yaşadığım ülkeden gerçekçi bir perspektif oluşturmaya çalışacağım.

Evde çalışma kural haline geliyor: Adı konulmamış bir kölelik düzeniyle karşı karşıya olabiliriz’ başlıklı yazımdaki beyaz yakalı deneyimlerini kısa kısa aktarmak isterim. Bu yazıda, İrlanda hükümetinin evde çalışma rejimine getirmek istediği kuralların ne anlama geldiğini, beyaz yakalı işçilere sorarak öğrenmeye çalışmıştım.

Konunun doğrudan muhatabı olan ve bir yıldan fazla uzaktan çalışmak zorunda olan bir göçmen Türk ve iki İrlandalı arkadaşıma ilan edilen bu yasal düzenlemeyi soruyorum. İsimlerini ve çalıştıkları yerleri açıklamayacağım. Her üçü de gerçekten önemli şirketlerde çalışıyor. Verilen cevaplarda ortak noktalar olduğunu görünce şaşırmıyorum. Aynı iş kolunda çalışan ve birbirlerini hiç tanımayan bu insanların aynı sorunlardan mustarip olması çok normal. Üçü de bu yasanın olumlu bir gelişme olduğunu söylüyor. Şirket yöneticisi olan arkadaşım, bunun işçilere mücadele etmek için yasal bir dayanak sağlayacağı için önemli olduğunu söylüyor. Ancak tek bir yasayla istismarın önüne geçilmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Pek çok arkadaşı, şirket yöneticilerinin iş baskısı ve tacizinden bıkmasına rağmen işini kaybetme korkusu bu insanları hareketsiz bırakıyor. Uzaktan çalışan ve büyük şirketlerin kârı için ter akıtanların en büyük handikapları örgütsüz olmaları. İnsanların işini kaybetme korkusu ve örgütsüzlükleri dikkate alındığında komisyona yapılacak olan şikâyetlerin sınırlı olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Ayrıca o, bu yasa değişiklinin evde çalışmayı kural haline getirmesinden korkuyor. Leo Varadkar, esasında bunun sinyalini veriyor ve ilk büyük adımı atıyor. ‘Evde çalışma’ bir hak biçiminde pazarlanıyor. Bir yıldan fazladır evde çalışmak zorunda kalan insanların delirme sınırına geldiğine dikkat çekiyor”.

Üzgünüm ama Avrupa’da kimsenin çarkları yağladığı falan yok. Çarklar uzun süredir paslı ve insan etine çarpa çarpa dönmeye devam ediyor. Sinn Fein’in akıl sağlığı (Mental Health) departmanında çalışan milletvekili arkadaşımla görüştüğümde beyaz yakalıların Covid-19 döneminde tam bir kâbus yaşadığını net bir biçimde görüyorum. Cork Milletvekili Pat Buckley, insanların çalışma ortamlarından uzaklaşarak evde çalışarak giderek daha fazla köle durumuna gelmelerinin zihinsel bir çöküşü beraberinde getirdiğini söylüyor. Geçmişte kaleme aldığım bir yazıda olduğu gibi kocaman bir ülkenin gerçekliğini yeni göç etmiş bir insanın ağzından dinleyemezsiniz. Bunu yeni göç eden biriyle konuşulmamalı şeklinde algılamamalı okuyucu. Bunun karşısına mutlaka diğer açıyı yerleştirmek zorundasınız. Bu yazının başında ifade ettiğim o güzel dengeyi yakaladığınızda tekrar kaybetmemelisiniz. İrlanda'da göç deneyimi yeni olan arkadaşlarımdan dikkat çekici şeyler öğreniyorum. Göç eden beyaz yakalılar, mavi yakalılara göre daha az tutunabiliyor. Normalde tersinin olmasını bekleriz, bir taraf daha fazla eğitim almıştır ve yabancı dil biliyordur gibi önyargılara sahibizdir. Ülke değiştirmenin mükemmel derecede dil bilmekle ilgisi yok. Eğer yasal açıdan sorunlu bir göç yöntemini seçtiyseniz, hayalini kurduğunuz büyük şirketlerin kapısı size kapalı olacak. Dünyanın en iyi dil puanlarına sahip olsanız bile yasal açıdan belirli hakları kazanana dek kendi işinizi yapamayacaksınız. İrlanda’daki şirketler ayrıca işçileri birer kölelik sözleşmesiyle kendine bağlıyor. Yani bir sene yer siler sonra kendi işimi yaparım diyemiyorsunuz. En iyi ihtimalle en az üç sene yer silmeyi göze almak zorundasınız. Kendini eğitimli gören ve çok yönlü düşünemeyen insanların göç ettikleri ülkelerde derin hayal kırıklığı yaşadığına çoğu kez tanık oluyoruz. Havada yürümenin alemi yok. Hoşunuza gitmese de ayaklarınızı sıkı sıkıya gerçeğe basmak zorundasınız. 

Arp, İrlanda için sadece sıradan bir müzik aleti değil. Efsanelere, mitlere konu olan ve İrlanda ulusuna kimliğini veren bir sembol. Savaşçılar onun ezgileriyle şevk bulmuş ve İngiliz imparatorluğuna kök söktürmüştür. Teknolojinin imkanlarından faydalanarak okuyucuyla güzel bir şarkı paylaşmak istiyorum. Yazının sonuna bıraktığım bağlantıyla bu güzel İrlanda ezgisini dinleyebilirsiniz. Belki bu ezgiyle yeniden motive olur ve bu yazıyı tekrar okursunuz. Kafayı bireysel kurtuluşla ya da parayla bozmuş olanların bu satırlardan doğru anlamları çıkarması imkânsız. Zaten bu satırları onlar için yazmıyorum. İnsanların artık yakalarında hangi rengi taşıdığının bir anlamı yok. O, renkler bizim hayali anlamlar yüklediğimiz hayali fetişler. Artık hepimiz işçi sınıfının bir parçası olduğumuzu kabul etmek zorundayız. Örneğin, Türkiye’de artık avukatlar, işçi avukat olduğunun bilincinde ve bu konuyla alakalı gerçekten iyi çalışmalar yürütüldü ve kitaplar yazıldı. 16. yüzyılda arp İngiliz kraliyet ailesi tarafından tehdit olarak görüldü. Arp, bir ulusun ruhunu tehlikeli bir biçimde harekete geçiriyordu. İngiliz tacı, ülkedeki tüm arpların yakılmasını ve arpistlerin idam edilmesini emretti. Arp’ın notaları İrlanda adasına ancak 200 yıl sonra tekrar geri gelebildi. Şimdi, aynı arp dünyadaki tüm işçiler için harika bir birlik ezgisi yaratabilir. Biz, alın teriyle para kazananlar onların yalanlarını değil, kendi hayallerimizi gerçekleştirmek istiyorsak bize sunulan hayali cennetleri paramparça etmeyi öğrenmek zorundayız.2 

  • 1. Bu farkı anlayabilmek için doğrudan bir örnek vermek isterim. +90 Youtube kanalının yapmış olduğu ‘Türkiye'den Almanya'ya Göç | Ne umdum, ne buldum?: "Bir gün döneceğiz ama o gün bugün değil’ başlıklı haberde lütfen görüş bildirenleri karşılaştırın. Almanya’da yıllarca kuaför olarak çalışmış kadın bir emekçinin ne kadar farklı bir tablo çizdiğini göreceksiniz (Y.N). https://www.youtube.com/watch?v=HqfHP96C4hU
  • 2. Yakından tanıdığım yönetmen arkadaşım Övünç Zaman yeni bir Youtube kanalı kurdu. Kanalında bana birçok filmi yorumlattı. Kanala üye olmak ve bu filmlerin analizini izlemek isterseniz: https://www.youtube.com/channel/UCbcBFbDBqTl8HL6cQ0t9ssw (Y.N).