AKP öncesinin YÖK başkanları genelde piyasacı ve gerici yaklaşımıyla öne çıkarken AKP’nin YÖK başkanları ise AKP’nin piyasacılığının ve gericiliğinin uygulayıcısı olarak öne çıkmışlardır.

40 yıllık dert: YÖK (I)!

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 12 Eylül 1980 darbesinin bir ürünü olarak 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı yasayla kurulmuştur. Bu yasanın 3.d maddesine göre üniversite, “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip yüksek düzeyde eğitim - öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan” bir yükseköğretim kurumudur. Bu yasanın 4. maddesine göre yükseköğretim sisteminin amacı, “Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda, …  Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu, Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen, … Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, …” öğrenci yetiştirmek ve devletin, “… çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak”tır. Bu yasanın 5. maddesinde yer alan ve sistemin uyması gereken ilkelerden biri “Yükseköğretimde imkan ve fırsat eşitliğini sağlamaktır.” Bu yasaya ve Anayasa’nın 131. maddesine göre YÖK, yükseköğretim sisteminin yasada belirtilen ilkelere ve amaçlara uygun bir şekilde çalışmasını sağlamakla yükümlüdür. 

Ancak YÖK, kuruluşundan bu yana yasal yükümlülüklerini yerine getirecek şekilde hizmet vermemiştir (ayrıntılı bilgi için R. Okçabol’un bu günlerde Ütopya Yayınevi tarafından yayımlanacak ‘YÖK, YÖK Başkanları ve Üniversiteleri’ kitabına bakılabilir). Bunun birkaç nedeni vardır:

1. 12 Eylül darbecileri YÖK’ü, yükseköğretimin bilimsel, fiziksel, yönetsel ve topluma hizmet niteliğini geliştirmek niyetiyle oluşturmamıştır. 2547 sayılı yasa ile 1982 Anayasası’ndaki bazı ifadeler göstermelik ifadeler olarak yazılmıştır. Örneğin 2547 sayılı yasada ‘eğitimde imkan ve fırsat eşitliği’ ifadesi yer alsa da, Anayasa’da vakıflara yüksekokul açma izni verilerek bu ilke fiilen geçersiz hale getirilmiştir. Yasalarda ve Anayasa’da laiklik vurgusu yapılmışsa da, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersi zorunlu ders yapılarak laikliğe de darbe vurulmuştur. 12 Eylülcülerin YÖK’ü oluşturma amacı, piyasacı ve gerici uygulamaları kolaylaştırmak için yükseköğretim bileşenlerini zapturapt altına almaktır. 

2. YÖK, yasal olarak verilen görevlerin üstesinden gelecek nitelikte yapılandırılmamıştır. YÖK, 2018 yılına kadar cumhurbaşkanının, bakanlar kurulunun ve Üniversitelerarası Kurul’un (ÜAK) seçtiği 7’şer üyeden oluşturulmuştur. Bu üyelerinden birini cumhurbaşkanı YÖK başkanı olarak atamıştır. 1981-2004 yılları arasında Genelkurmay temsilcisi de YÖK üyeliği yapmıştır. 2018’den bu yana uygulanan başkanlık sisteminde, Cumhurbaşkanı bakanların da başı olduğundan YÖK’ün 14 üyesini tek başına atamaktadır. 

3.  YÖK’ün icraatlarında yasal olarak aşırı yetkilerle donatılmış olan başkanlar belirleyici olmuştur. YÖK başkanlarının icraatlarının önemli bir bölümü yükseköğretim sistemini bilimsellik yönünden ve ülke sorunlarına çözüm üretecek şekilde geliştirecek yönde olmamıştır.

12 Eylül darbesi lideri Kenan Evren’in iki kez YÖK başkanı olarak atadığı Prof. Dr. İhsan Doğramacı (başkanlık dönemi 1981-1992), 12 Eylül darbecilerinin eğilimleri doğrultusunda, YÖK üyeleriyle rektörlerin ve dekanların Türk-İslam sentezi anlayışında kişiler olmasına gayret etmiştir. Öğrencilerden katkı payı alınması uygulaması başlatılmıştır. Türkiye’nin başına türban sorununu sarmıştır. Akademik ve demokratik değerlere aldırış etmemiştir. Kendi vakfına devlet üniversitelerine rakip olacak Bilkent Üniversitesini kurdurmuştur. 1985’te tüm akademisyenlere gönderdiği, ‘Anarşi ve Terör’ adlı kitapta tarikatların tehlikesine dikkat çekmişse de, uygulamalarıyla tarikatların önünü açmıştır. Pek çok üniversitede öğretim dilinin İngilizce olmasına izin vermiştir. Üniversiteleri, neredeyse ‘kışla’ disiplinine almaya çalışmış ve YÖK’e birebir itaat eden yüksekokullara dönüştürmüştür. Yasa ve yönetmeliklerle istediği gibi oynamıştır. Öğrenci ve akademisyenlerle ilgili disiplin konularının giderek katılaşmasına kapı açmıştır. Kimilerinin bir gecede profesör olmasını sağlamıştır. 1402 sayılı sıkıyönetim yasasının uygulanıp 100 kadar akademisyenin meslekten atılmasını sağlamış ve sıkıyönetim kalktıktan sonra onların görevlerine geri dönmelerine karşı çıkmıştır. Vakıf üniversitelerine, devlet bütçesinden kaynak aktarılmasını sağlamıştır. 

Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın YÖK başkanlığı tercihi, Odalar ve Borsalar Birliği genel sekreterliği yapacak kadar piyasacı ve tarikatlarla içli dışlı olacak kadar da gerici olan Prof. Dr. M. Sağlam (1992-1995) olmuştur. Sağlam, 3 yıl süren başkanlığında, paralı II. Öğretim uygulamasını başlatmış ve genelde gerici kişilerin öğretim üyesi yetiştirilmek üzere yurt dışına gönderilmesini sağlamıştır. Dünya Bankası (DB) kredisi ile ve DB uzmanlarının öncülüğünde Hizmet Öncesi Öğretmen Yetiştirme Projesi yürürlüğe girmiştir. Üniversitelerde cemaatleşme yaygınlaşmıştır.  

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, YÖK başkanlığına iki kez, piyasacı anlayışta olup 28 Şubat 1997 öncesinde gericilerin-tarikatçıların rektör ve dekan olmasını sağlayan Prof. Dr. K. Gürüz’ü (1995-2003) atamıştır. Gürüz’ün icraatları haleflerini aratacak nitelikte olmuştur. İstemediği rektörü, dekanı, akademisyeni görevden almıştır. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu’nun laikliğin korunmasıyla ilgili önerilerinden sonra ise laik anlayıştaki kişilerin atanmasına özen göstermiştir. Kasım 1997’de, M. Sağlam’ın 1994’de başlattığı proje çerçevesinde ABD uzmanlarının önerisiyle oluşturulan ve ülke gerçekleriyle hiç bağdaşmayan bir öğretmen yetiştirme sistemini, ilgili fakültelerin itirazına karşın uygulamaya koymuştur. Din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) öğretmenini, felsefe-tarih bilimleri çizgisinde değil de, ilahiyat fakültelerinde yetiştirmeyi yeğlemiştir. İlahiyat fakültesi dersleriyle yetişen bu öğretmenlere ilköğretimde Türkçe ya da sosyal bilgiler öğretmeni olma hakkını da vermiştir.  Laik ve bilimsel sistem yanında harf devrimine bile karşı olan ve 2002 de 17 bin üyesi bulunan Eğitim-Bir-Sen’in günümüzde 400 küsur bine çıkan üyeleri, Gürüz’ün dayattığı piyasacı ve gerici öğretmen yetiştirme sisteminden geçen kişilerdir. Avrupa Birliği’nin (AB) AB’yi dünyanın ekonomik gücü haline getirme amacıyla 1999’da başlattığı Bologna Süreci’ne girilmiştir. Nitelikli üniversiteleri kazanamayan öğrenciler için paralı SUNY uygulaması başlatmıştır. Bu uygulamayla, yüksek bedel ödeyerek bu programlara girenlere hem girdikleri üniversiteden hem de SUNY sistemindeki bir Amerikan üniversitesinden diploma verilmesine başlanmıştır. 

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in YÖK başkanlığına getirdiği Prof. Dr. E. Teziç (2003-2007), haleflerine göre daha laik, demokratik ve bilimsel anlayışta icraatta bulunmuştur. Ancak onun zamanında piyasacı nitelikte bir Yükseköğretim Stratejisi raporu yayımlanmıştır. Onun zamanında DKAB öğretmeni yetiştirme işi, ilahiyat fakültelerinden alınıp eğitim fakültelerinde açılan DKAB anabilim dalına aktarılmıştır. Bu uygulama eğitim fakültelerine ilahiyatçıların yerleşmesine yol açmıştır. 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tercihi olan YÖK başkanı Prof. Dr. Y. Z. Özcan (2007-2011) tam bir AKP’li gibi davranmış, AKP Lideri’nin her isteğini yerine getirmeye çalışmıştır. Laiklikle bağdaşmayan pek çok uygulaması AYM ya da Danıştay tarafından engellenmiştir. Genellikle AKP yandaşı kişilerin rektör ve dekan olmasını sağlamıştır. Üniversiteye giriş sınavında DKAB dersinden de soru sorulması uygulamasını başlatmıştır. Araştırma görevlilerinin iş güvencesini yok etmeye kalkışmıştır. On binlerce eğitim fakültesi mezunu atama sorunu yaşarken, fen-edebiyat öğrencilerine öğretmenlik formasyonu verilmesine kalkışmıştır. Meslek liselerine öğretmen yetiştiren mesleki teknik eğitim fakülteleri kapatılmıştır. Yaptığı araştırma sonunda Dilovası bölgesinde yaşayan çocukların gaytalarında ve annelerin sütlerinde ağır metaller bulunduğunu açıklayan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun cezalandırılmasına çalışmıştır. Vakıf üniversitesi açma konusunda K. Gürüz’ü geride bırakmıştır. YÖK, UNESCO’nun 5-8 Temmuz 2009 günlerinde Paris’te düzenlenen Dünya Yüksek Öğretim Konferansı’nda temsil edilmiş ve Sonuç Bildirgesi’ni imzalamıştır. Ancak bu bildirgede yer alan maddelerin hiç birini uygulamamıştır 2010’da üniversiteye giriş sınavında yaşanan kopya olayı üzerine ÖSYM başkanlığına cemaatçi bir kişiyi getirmiştir. Bu kişi zamanında yolsuzluk söylentileri artmıştır. Bu kişi 16 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra, görevinde yolsuzluk yaptığı suçlamasıyla tutuklanmıştır.
 
A. Gül’ün Özcan yerine seçtiği YÖK başkanı bir cemaat üniversitesi rektörü olan Prof. Dr. G. Çetinsaya (2011-2014), piyasacı ve gerici yükseköğretim yasa taslaklarıyla ün yapmıştır. 6 Kasım 2013’de ‘Akademik Özgürlükler Bildirgesi'ni açıklamışsa da, icraatlarında bu bildirgeyi bile göz ardı etmiştir. Onun zamanında da disiplin cezası alan ve hatta tutuklanan öğrenci sayısı artmıştır. Çetinsaya da, fen-edebiyat öğrencilerine öğretmenlik formasyonu verilmesine kalkışmıştır. Üniversite kaynaklı gerici söylem ve uygulamalar ile AKP’lilere onursal doktora unvanı veren üniversiteler artmaya başlamıştır. Gezi Parkı eylemlerine demokratik yollarla destek veren akademisyenlerin cezalandırılmasını sağlamıştır. Ülkede yaşanan hiçbir olumsuzluğa karşı ses çıkarmayan YÖK, Suriye’ye askeri harekatı desteklediği gibi, polisin orantısız güç kullanması nedeniyle ortaya çıkan ODTÜ ve Gezi Parkı eylemlerinde, polisi kınayacağına öğrencileri kınayan açıklamalarda bulunmuştur.

AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın tercihi olan YÖK başkanı tarikatçı Prof. Dr. A. Y. Saraç (2014-2021), ilk iş olarak bir tarikatı ziyaret etmiştir. Saraç zamanında YÖK, resmen AKP’nin yan kuruluşu haline getirilmiştir. Örneğin AKP Lideri yardımcı doçentliğin kaldırılmasını ya da üniversiteye girişi sınavının değiştirilmesini istediğinde, bu istekler anında yerine getirilmiştir. Saraç AKP’lileşen YÖK’e, resmi yazı ve raporlarında ‘Yeni YÖK’ demeye başlamıştır. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında, tüm dekanların istifasını istemiştir; herhangi bir yargı kararı olmadan 5000 kadar akademisyeni Fetöcü suçlamasıyla 600 kadar akademisyeni de Barış Bildirisini imzaladıkları için üniversitelerinden atılmalarını sağlamıştır. Barış Bildirisini imzalayanlar AYM kararıyla beraat ettikleri halde, üniversiteden atılan imzacı akademisyenlerin görevlerine geri dönmeleri yönünde bir girişimde bulunmamıştır. 

Saraç, 26-27 Temmuz 2017 günlerinde, İslam ülkeleri arasında yeni bir yükseköğretim alanı oluşturma amacıyla ‘İslam Üniversiteleri Rektörler Konferansı’nı düzenlemiştir. Bu konferansta gerçeklerden ne denli uzak olduğunu gösterip  “İslam bilim tarihi, dünya bilim tarihinin omurgasını oluşturmaktadır. İslam tarihinin akademik yapıları, Endülüs’ten Ortadoğu’ya dünya üniversitelerinin en eskileridir.  … bilimin dünyasında atılan her adım, güçlü bir İslam coğrafyasını, sağlam devlet yapılarını, müreffeh Müslüman toplumların inşasını desteklemiştir” demiştir.

Saraç zamanında YÖK, ‘Yükseköğretim politikalarında yeni YÖK: 2014 sonrası; Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi; 15 Temmuz ve Türk Yükseköğretimi; üç ayrı Vakıf Yükseköğretim Kurumları; Türkiye Yükseköğretim Sistemi; Yükseköğretim Kurulu: 2019-2023 Stratejik Planı; Yükseköğretimde Uluslararasılaşma Strateji Belgesi; Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu 2019’ gibi birbirinden ilginç başlıklarla ancak içerikleri ve nitelikleri tartışmalı kitaplar/raporlar yayımlamıştır. Örneğin ‘15 Temmuz ve Türk Yükseköğretimi’ kitabı darbe girişiminin yıldönümünde üniversitelerde düzenlenen etkinliklere dairdir. Bu etkinlikler, halk egemenliği ve demokrasi gibi konular üzerinden değil, genelde dini değerler üzerinden yürütülmüştür. Saraç ‘‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’ ile ilişkili olarak “Yükseköğretim Kurulunun 28.05.2015 tarihli Genel Kurul kararına dayanılarak” hazırlandığını belirtilip “Yükseköğretim Kurulunun bütün bileşenlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve adaletine duyarlı olarak hareket edileceğini taahhüt etmektedir” demiştir. Şubat 2019’da ise cinsiyet eşitliği konusunu rafa kaldırmıştır. 29 Ekim 2016 sonrasında, AKP’li ve/ ya da ilahiyatçı kişilerin kayyım rektör olarak atanmalarına aracılık etmiştir.

AKP Lideri Saraç yerine Temmuz 2021’de yerleşke, tesis ya da kampüs değil de külliye inşasına girişen Marmara Üniversitesi kayyım rektörü Prof. Dr. Erol Özvar’ı YÖK başkanlığına getirmiştir. E. Özvar da AKP’nin atadığı YÖK başkanları gibi hareket edeceğini göstermiştir. İlk iş olarak iktidarın isteğine uyup Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda uygulanan baraj puanlarını 10 puan düşürmüş ve Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin tercihi olan rektör adaylarını mülakata çağırmayıp hiç istemedikleri Prof. Dr. Naci İnci’nin kayyım olarak atanmasına önayak olmuştur. 

AKP öncesinin YÖK başkanları genelde piyasacı ve gerici yaklaşımıyla öne çıkarken AKP’nin YÖK başkanları ise AKP’nin piyasacılığının ve gericiliğinin uygulayıcısı olarak öne çıkmışlardır.
(devamı haftaya)

[email protected]