Mülteci karşıtı politikalar seçimde işe yaradı mı?

Sonuçta sermaye ve üretimin ihtiyaçları açısından iç göçün de bir sınırı var. Bu sınıra gelindiği için artık yabancı işgücü devreye giriyor ve bundan sonra bu şekilde devam etmesi beklenebilir.

Eren Korkmaz

Seçimden önce, 22 Mayıs’ta soL’da paylaştığım görüş yazısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur öncesinde kampanyasının merkezine koyduğu mülteci karşıtlığı üzerine şu soruyu sormuştum:

“Her ne kadar Kılıçdaroğlu ihtiyaç duyduğu 4 puan oy için mülteci konusunu gündeme getirse de acaba beklediği etkiyi yaratacak mı, yoksa farklı kesimlerde kaygı ve tepki yaratacak mı, bu vaatler nedeniyle Kılıçdaroğlu’ndan uzaklaşan bir kesim olur mu veya bu kesimler bunu sadece bir seçim vaadi olarak görüp somut bir sonucu olmayacağını mı düşünür, bu soruları seçim sonrasında incelemekte fayda var.”

Daha fazla sömürü talebi

Bu soruları incelemeye halen ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu soruyu sormamın ve o yazının amacı da Türkiye’de sermaye kesimlerinin, birçok sektörde faaliyet gösteren KOBİlerin, tarımsal üreticilerin ve şehirde esnafların ve küçük burjuvazinin bazı kesimlerinin ucuz, güvencesiz göçmen emeğine yönelik yaygın talebiydi. Göçmenleri geri gönderme talebine belirli bir toplumsal destek olduğu açık, toplumun çok büyük kısmının göçmenlere sempati beslemediği ve şikayetçi olduğu da biliniyor. Ancak bu yaklaşım göçmen işgücüne yönelik pragmatik taleple çelişen bir konu değil, hatta göçmen işgücünün güvencesiz şartlarla, düşük ücretle, her an sınırdaşı edilme kaygısıyla yaşaması için bu sopanın işlevi var. Özetle bu talep göçmenin haklarını tanıma veya onlara sempati duyma ile ilgili değil. Tam tersine daha fazla sömürü talebiyle ilgili. 

Dolayısıyla ilk turda ülkenin kaynaklarını yağmalayan “5li Çete”yi hedefe alıp, ikinci turda Oğan’ın aldığı oy üzerine bir anda tüm hedefi göçmenlere çeviren Kılıçdaroğlu’ndaki bu yaklaşımın tehlikeli sonuçları olabilir. Bunu ayrı bir yazıda değerlendirmekte fayda var. Ancak oy hesabıyla dahi olsa bu politika değişikliğinin oy kaybettirdiği ortaya çıkarsa (örneğin net kararı olmayan hedefteki bazı kesimlerin oy vermemesi veya Erdoğan’a oy vermesi gibi) şaşırtıcı olmayacaktır. Özetle “sağdan oy almak için buna başvurmaktan başka çaresi yoktu, idare edelim” yaklaşımı tam tersi sonuçlara neden olmuş olabilir.

Tarım işçisi ve çoban olarak çalışan yüz binlerce göçmen var

Önceki yazıda da bahsetmiştim ama kısaca örneklemek gerekirse, örneğin tarımsal üretim ve hayvancılık ile uğraşan geniş bir kesim “Kılıçdaroğlu gelirse ve asker zoruyla mültecileri yakalayıp geri gönderirse tarlada ürünü kim toplayacak, hayvanlara kim çobanlık yapacak” diyerek kaygılanmış ve uzaklaşmış olabilir. Bugün Karadeniz’den Akdeniz’e, İç Anadolu’dan Ege ve Trakya’ya tarım işçisi ve çoban olarak çalışan yüz binlerce göçmen var.

Tekstil, metal, kimya, gıda gibi işkollarında binlerce KOBİ’de farklı milletlerden işçi çalıştıran patronlar bu tür bir zorla geri gönderme kampanyasına tepki gösterip Erdoğan etrafında kenetlenmiş olabilir. Bu fabrikalarda işini koruyan yerli işçiler de siparişlerin ve üretimin sürmesi için, yerli işgücünün tercih etmediği işlerde göçmenlerin kalmasını kendi çıkarına saymış olabilir. 

Yanında çırak olarak veya evde çocuk ve yaşlı bakımı için göçmen işçi çalıştıranlar da bundan rahatsız olmuş olabilir. Akdeniz’de, Karadeniz’de, Ege’de ve İstanbul’da Arapça ve Rusça bilen göçmenleri istihdam eden turizmciler de “göçmenler gidecek” sloganına karşı çıkabilir.

Sadece bahsettiğim bu kesimler dahi Türkiye ekonomisinde ciddi bir ağırlığı olan kesimler. Aynı zamanda yerellerde söz ve etki sahibi oldukları iddia edilebilir.

Kısıtlı gözlemler de olsa yaptığımız araştırmalarda, birçok kişi genel olarak Suriyelilerden, Afganlardan, Pakistanlılardan şikayet etse dahi kendisinin bizzat çalıştırdığı ve tanıdığı göçmenlere bireysel olarak olumlu laflar edebiliyor. Tabii bu olumlu atıflar onların “çalışkanlığıyla”, sunulan şartları kabul edip çalışmayı kabul etmesiyle ve ailesine, yaşadıklarına duyulan acımayla sınırlı. Örneğin “köyümüze çoban bulamıyorduk, şimdi Afganlar geldiler, çok saygılılar, sadece yemek ve sigara istiyorlar, tüm gün hayvanlarla ilgileniyorlar”, “eve temizliğe gelen kız yakınlarını savaşta kaybetmiş, kardeşlerine bakıyor, geçen gün biraz elbise verdik”, “apartmanı mantolayan/evi taşıyan Afganlar çok sessizdiler, başlarını hiç kaldırmadan çalıştılar, hiçbir isteğe karşı çıkmadılar”, “fabrikada Suriyeliler de artık itiraz ediyor ama Afganlar öyle değil” gibi söylemleri duymak mümkün. Burada bu bireyler diğer çoğunluktan ayrı tutuluyorlar, aynı insanlar bir cümle sonra bu toplulukların kültürlerinden, hareketlerinden rahatsızlığını ifade edebiliyorlar. Yine de ayrı tutsalar dahi o işleri vatandaşların yapmayı tercih etmediğini, arayıp da bulamadıklarını, kabul edenlerin ise yüksek ücret istediğini belirtip ucuz ve güvencesiz işgücüne olan taleplerini belirtiyorlar. Burada elbette olası bir itirazda, para ve hak talebinde olumlu söylemlerin tersine döneceği açık. Ama bu noktada olumsuz söylemle sınırlı kalmayıp göçmenleri ihbar etmek ve sınırdaşı edilmelerini sağlamak da gayet mümkün. Bu da büyük bir güç ve kontrol yetkisi sunuyor.

Sermaye talepkar ve istekli

Bahsettiğim sektörlerde ve işlerde aslında göçmen işçiler onlarca yıldır çalışıyorlar. Bunun geçmişini 70’lere kadar götürmek mümkün. Ancak 2010’lu yıllara kadar bu işgücü talebi iç göçten karşılanıyordu. Önce köyden kente göç edenler, 90’lı yıllarda ise Kürt illerinden zorunlu göçe mecbur bırakılanlar söz konusu işleri üstleniyorlardı. Bu nedenle örneğin İstanbul’da deri sektöründe Dersim, Bingöl, Erzincan, Çankırı şehirlerinden gelenleri, Çerkezköy’de veya Düzce’de organize sanayi bölgelerinde Orta Karadeniz’den gelenleri yoğun şekilde görmek mümkün. Ancak iç göç sonucu gelenler belirli bir süre çalıştıktan sonra başka işlere geçebiliyorlar. Kendileri geçmese çocukları bu işleri tercih etmeyebiliyor. Sonuçta iç göçün de bir sınırı var. Bu sınıra gelindiği için artık yabancı işgücü devreye giriyor ve bundan sonra bu şekilde devam etmesi beklenebilir. Bu işgücüne olan ihtiyacın bir kısmını savaşlardan, çatışmalardan kaçıp sığınanlar oluştururken bir süre sonra bu alanda da çoğunluğu salt ekonomik nedenlerle gelenler oluşturacaktır. Bu açıdan Türkiye’de sermayenin hem talepkar olduğunu hem de bunun yol ve yöntemlerini bulmada istekli ve girişimci olduğunu belirtmekte fayda var.