Göçmen politikasını belirleyen ama sesi çok duyulmayan bazı kesimler

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun göçmenlerle ilgili açıklaması, göçmen tartışmasını sessizce izleyen ama politikaları belirleyen sermayenin çeşitli kesimlerinin varlığını bir kez daha hatırlattı.

Eren Korkmaz

Cumartesi günü “Göçmen işgücünü kim istiyor” başlıklı yazıda ülkemizde farklı sektörlerde kitlesel olarak çalışan ve onlarca ülkeden gelen göçmenlerden bahsetmiştim. Bu konuya dair tartışma genelde göçmen karşıtlığı veya göçmen haklarının tanınması arasında yaşansa da bu yazıda göçmenlerle ilgili tartışmalarda sesi pek çıkmayan kesimlere değineceğim. Bu kesimlerin sesinin çok duyulmaması mazlumluklarından değil. Tam tersine göç politikasının belirlenmesinde belirleyici bir konuma sahipler. Bu kesimler göçmenin gelmesini istiyorlar ama onların haklarını tanımıyorlar. Göçmenlerin ucuz işgücünü talep ediyorlar ama bunun yasal bir düzlemde, kapsayıcı bir politikayla olmasını istemiyorlar. Sektöre göre ülkeye izinli veya izinsiz gelmelerini ama çalışma izni olmadan çalışmalarını istiyorlar. 

Bu kesimlerin sesini duymak her zaman mümkün olmuyor. Ancak Kılıçdaroğlu’nun ikinci tura hazırlık döneminde mültecileri gündeme alması ve önlem alınmazsa 20 milyon, 30 milyon göçmenin daha geleceğini öne sürmesi karşısında AKP’nin pek de panik olmamasında ve mülteci politikasını savunmasında bu kesimlerin çıkarlarına uygun hareket ettiğini görüyoruz. 

'Göçmen olmazsa hayvanlara bakacak kimse yok'

Pazar günü Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun göçmen olmazsa hayvanlara bakacak kimse yok demesi buna bir örnek. Bu nedenle her ne kadar Kılıçdaroğlu ihtiyaç duyduğu 4 puan oy için mülteci konusunu gündeme getirse de acaba beklediği etkiyi yaratacak mı, yoksa farklı kesimlerde kaygı ve tepki yaratacak mı, bu vaatler nedeniyle Kılıçdaroğlu’ndan uzaklaşan bir kesim olur mu veya bu kesimler bunu sadece bir seçim vaadi olarak görüp somut bir sonucu olmayacağını mı düşünür, bu soruları seçim sonrasında incelemekte fayda var.

Çeşitli örneklerle açıklamak gerekirse;

Ülkemizde tarımsal üretim ve hayvancılıkta göçmen emeği oldukça yaygın kullanılıyor. Göçmen emeği olmasa neredeyse ürünlerin tarlada kalacağını, hayvanların bakılamayacağını öne sürmek mümkün. Tarımsal üretim ve hayvancılıkla geçinen köylüler ve buradan elde ettiği tedarikle faaliyetlerini yürüten gıda sektöründeki şirketler bu vaatlerden memnun olmayabilir.

Tekstil, deri, metal, gıda, kimya, otomotiv, turizm gibi ülke ekonomisinde önemli yeri olan sanayi ve hizmet sektörlerinde, özellikle tedarik sürecinin alt zincirlerinde yer alan, çoğunluğu küçük işletmelerde yüz binlerce göçmen işçi kayıtdışı çalışıyor. Bu ucuz işgücü sömürüsü ve TL’nin değer kaybı bu kesimlerin ihracat yapmasını kolaylaştırıyor. Göçmen ve yerli işçiler arasında sektörlerde bir işbölümünün yapıldığı görülüyor. Bu nedenle ekonominin zaten zor bir dönemden geçtiği bir ortamda yurtdışından siparişlerin sürmesini sağlayan, üretimi sürdüren ve ani kitlesel işsizliğin açığa çıkmasına engel olan bu üretim sürecinin sekteye uğramasını bu işletmelerin sahipleri ve buralarda çalışan yerli işçiler tercih etmeyebilir.

Bu aynı zamanda artan hayat pahalılığı ve hızlı şekilde düşen alım gücüne karşın ekonomi faaliyetlerini sürdürmek için uğraşan, bu nedenle yanında çırak ve yardımcı olarak göçmen çocuk çalıştıran esnafı, evinde çocuk ve yaşlı bakımı için göçmen kadınları düşük fiyata aralıksız çalıştıran küçük burjuvaziyi rahatsız edebilir.

Göçmen emeğinden yararlanan geniş kesim

Göçmen karşıtı söylemlerde sıkça dile getirilen ve sıkça dile getirilince doğru olduğu sanılan sayılar abartılı olsa da, örneğin 10 milyon, 13 milyon gibi sayıların karşılığı olmasa da, yine de 5 milyon göçmenden rahatlıkla bahsedebiliriz. Suriyeliler haricindeki göçmenlerin hemen hepsinin çalışma çağında olduğunu da tahmin etmek mümkün. Göçmenlerin hızlıca iş buldukları ve yoğun şekilde çalışma hayatına katıldıkları da biliniyor. Dolayısıyla milyonlarla ölçülen sayıda göçmenin emeğinden doğrudan ve dolaylı yararlananların sayısını da küçümsememek gerekiyor. 

Göçmen açısından da Avrupa’ya geçişin oldukça zorlaştırılması ve tehlikeli hale gelmesi, sadece geri gönderme tehdidi de değil, Yunanistan’da mülteci kampına girmeyi başaranların oradan çıkmasının neredeyse imkansız hale gelmesi, Yunan veya Bulgar sınırını geçerken yakalananların işkence görmesi, botlarının motorlarının alınıp denizde sürüklenmesi, kara sınırından geçenlerin eşyalarının çalınıp çıplak şekilde geriye gönderilmesi gibi riskler göz önüne alındığında göçmenlerin Türkiye’de kalmaya mecbur kalması ve sunulan işleri ve çalışma şartlarını kabul etmesi şaşırtıcı değil.

Göçmen işgücüne yönelik politikadan farklı olsa da benzeri bir mantıkla, başta Araplar ve Ruslar olmak üzere yabancı zenginlere yönelik ayrıcalıklı teşvik politikaları ve ev karşılığı vatandaşlık verme de sadece bu kesimlere ev satan veya farklı hizmetler sunan şirketler için kâr getirmiyor. Genel olarak ev sahipleri açısından evlerinin satış ve kira değerinin kısa sürede astronomik düzeyde artmasına da neden oluyor. Kısa sürede evinin değeri 300-500 bin TL’den 10-15 milyon TL’ye çıkmasından memnun olan kesimler zaten bu politikaların hedef kitlesi.

Dolayısıyla mevcut göçmen politikası büyük ve küçük şehirlerde ve kırsal kesimlerde farklı toplumsal sınıf ve katmanların çıkarına uygun şekilleniyor. Turist olarak gelenlerin çalışmasına göz yumulması, sınırlardan binlerce gencin izinsiz şekilde geçmesine müdahale edilmemesi veya AB ile işbirliği yapılarak göçmenlerin Türkiye’den çıkışının engellenmesi beceriksizlik, kapasite eksikliği veya teslimiyetle ilgili değil. Türkiye’de büyük ve orta sermaye kesimleri başta olmak üzere, kent ve kır burjuvazinin bir kesiminin çıkarına işleyen bir politika. Bu kesimin göçmenleri çalıştırması, geri gönderilmelerini istememeleri onlara sempati duydukları için değil. Tam tersine onları sessizce, uzun saatler, çok ucuza çalıştırmak, sömürmek istemelerinden kaynaklanıyor. 

Herhangi bir tartışmada veya şikayette göçmenlerin hızlıca deport edilmesi, sınırlardan geçişlerde müdahale edilmeyen binlerce göçmenin bir kısmının bir süre sonra yakalanıp geri gönderilmesi de göçmenlerin nezdinde ciddi bir tehdit anlamına geliyor. Bu sayede örneğin Zeytinburnu’nda deri fabrikalarında uzun saatler çalışan ve ilçe merkezinde bekar evlerinde kalan binlerce Afgan yılda 2 gün bayram izninde fabrikalarının biraz ilerisinde sahile veya turistik yerlere akın edince toplumun dikkatini ve tepkisini çekiyor. Ama bir sonraki bayrama kadar bu insanlar yeniden belirli bir hiyerarşi, disiplin ve korku altında çalışmaya devam ediyorlar. 

Sermayenin açgözlülüğünün teşhir edilmesinin önemi

Burada sermayenin açgözlülüğünü teşhir etmek önem kazanıyor. Kötü şartlarda çalışmaya zorlanan göçmenlerin hak mücadelesi vermesi kolay değil, genellikle kendi aralarında iletişim kurarak maaşlarında artış sağlıyorlar, ancak toplumumuzu tanımaları, dil öğrenmeleri, birçoğunun benimsediği feodal, gerici yargıları yıkmaları, türlü zorluklarla ve bedellerle kazanılan ilerici kazanımları ve özgürlükleri benimsemeleri, çeşitli manipülasyonları ve yönlendirmeleri fark edip reddetmeleri, göçmen kadın işçilerin tacize ve baskıya karşı sesini yükseltmesi ve göçmen çocuk işçilerin okula gitmek istemesi de zor. 

Seçim sonrasında da ülkemize göçmen işçiler gelmeye devam edecekler. Bu meselenin doğru bir zeminde tartışılmasını ise ancak sosyalistler başarabilir.