Türkiye’de göçmen işgücünü kim istiyor?

'Hem göçmen işçiler hem de göçmen burjuvalarla ilgili olarak Türkiye’de sermayenin çıkarları doğrultusunda politikalar izleniyor.'

Eren Korkmaz

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasıyla birlikte siyasetin gündeminde göç ve mülteci meselesi ön plana çıktı. AB ile imzalanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan geri kabul anlaşması ve  son 10 yılda göçmen sayısındaki hızlı artış birçok kaygıyı ve tartışmayı beraberinde getiriyor. Bu seçim dönemindeki tartışmalar ise bu sorunun çözülmesinden öte daha da derinleşmesine neden olacak.

Ancak seçim sonrasında kısmen zorlama kısmen de teşvik ile bazı geri dönüş programlarına hayat verilse dahi Türkiye’de artık göçmenlerin (geçici ve uluslararası koruma altında olanlar, kayıtdışı göçmenler ve kayıtlı-izinli gelenler de dahil) tamamen gitmesi mümkün değil. Türkiye hem göç veren hem de göç alan bir ülke olmaya devam edecek. Bunun sorumlusuna ise en basit şekilde sermaye düzeni diyebiliriz.

Türkiye’de göçmen emeğini istihdam etme konusunda talepkar bir sermaye sınıfı var

Türkiye’de savaştan kaçanlar da dahil olmak üzere göçmen emeğini istihdam etme konusunda deneyimli, istekli ve talepkar bir sermaye sınıfı var. Bu talep ve istek sürdüğü müddetçe ülkeye bir nedenle (mülteci veya ekonomik amaçlarla) ve bir şekilde (izinli ve izinsiz) gelen göçmenin ucuz işgücü olarak, genellikle de kayıtdışı şartlarda sömürülmesi devam edecektir. Göçmen istihdamı ülkemizden ürün ve hizmet alan yabancı tekellerden ve şirketlerden başlayarak Türkiye’deki büyük sermayeden tedarik zincirinde yer alan orta ve küçük işletmelere kadar birçok sektörde karşılığı olan bir uygulamadır. Ayrıca sadece bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Yanına çırak, çalışan arayan esnaf, evinde çocuk ve yaşlı bakımı ile inşaat-tamirat-hamallık gibi birçok iş için küçük burjuvazi ve küçük ve orta büyüklükte köylü üreticiler de göçmen emeğinden yaygın şekilde yararlanıyor, bu yönde talepleri artarak sürüyor.

Ülkemizde yasal, çalışma izni ile gelenler azınlıkta olsa da var. Örneğin tavukçuluk sektöründe Nepalli işçiler istihdam ediliyor. Ev içi çocuk ve yaşlı bakımında Filipinliler öne çıkıyor. Sağlıkta doktor ve hemşire olarak, eğitimde öğretmen, dil eğitmeni ve akademisyen olarak çok çeşitli Afrika ve Güney Asya ülkelerinden çalışanlar geliyor. Turizmde Rus turistlerin ağırlığının arttığı ve birçok sahil şehrine ciddi bir Rus nüfus yerleştiği için Orta Asyalı işçiler turizm sektöründe öne çıkıyor.

Göçmen çalışanların büyük çoğunluğunun çalışma izni yok

Göçmen çalışanların büyük çoğunluğunun kayıtdışı, çalışma izni olmadan çalıştığı biliniyor. Örneğin Türkiye’de başta tekstil olmak üzere birçok sektörde milyonlarca Suriyeli çalışıyor. Ülkenin dört bir yanında tekstil fabrikalarında Suriyeli, İranlı, Iraklı ve Afgan işçiler bir arada çalışıyor.

Deri sanayisinde, inşaat ve hamallık-nakliye gibi sektörlerde Afgan işçilerin öne çıktığı biliniyor. Tarım işçilerinin büyük kısmı artık göçmenlerden oluşuyor. Suriyeliler, farklı Afrika ülkelerinden gelenler ve Gürcüler Türkiye’nin dört bir yanında tarımsal ürünlerin hasadını yapıyorlar. Çobanların büyük kısmının Afgan olduğu medyaya yansıyor.

Ev içi çocuk ve yaşlı bakımında bir kısmı çalışma izni ile, bir kısmı da kayıtdışı çalışan, hemen hepsinin kadın olduğu göçmenler başta Türkmenistan ve Kırgızistan gibi Orta Asya ülkeleriyle Kafkasya ve Karadeniz’e kıyı devletlerden geliyorlar. Çoğunluğu ülkeye turist olarak yasal şekilde giriyor ama çalışma izni olmadan evlerde çalışıyor. Kaldıkları evlerde pasaportlarına el konulduğu için de istedikleri zaman işten ayrılmaları güç oluyor.

Onlarca ülkenin vatandaşı çalışmaya artık ülkemize geliyor

Özetle Türkiye ekonomisinin kilit, vazgeçilmez sektörleri olan ve küresel tedarik zincirine bağlı olan tekstil ve deri sektörlerinde, tarımda, turizmde, inşaatta ve çeşitli hizmet sektörlerinde ciddi bir göçmen nüfusu çalışıyor ve bu göçmen nüfus sadece ülkeye sığınanlardan oluşmuyor, ülkenin coğrafi konumunun ve THY’nin uçak seferlerinin sayesinde onlarca ülkenin vatandaşı çalışmaya artık ülkemize geliyor.

Ekonomik krize ve öncesinde pandemiye rağmen Türkiye’de sanayinin dur durak bilmeden çalışmasında göçmen emeğinin önemli bir yeri var. Gelenler izinli ve izinsiz şekilde sınırları geçse dahi çeşitli aracı kurumlar ve ağlar sayesinde hızlıca ülkenin farklı şehirlerinde iş bulup çalışmaya başlıyorlar. Sadece İstanbul’daki sanayi merkezlerinde değil, hiç akla gelmeyecek şehirlerde, köylerde tarım işçisi ve çoban olarak çalışıyorlar. Büyük şehirlerin zengin semtlerinde çocuk parklarında çocuklara bakan, köpekleri gezdiren göçmen işçilere rast gelmek hiç zor değil.

Bunun toplumun birçok kesiminde tepkiye ve kaygıya neden olması anlaşılır. Bunda sosyal, kültürel farklılıkların yanı sıra ücretlerin düşürülmesi, kayıtdışı çalışmanın yaygınlaşması, sosyal hak mücadelelerinin sekteye uğraması, kiraların artması gibi çok çeşitli etkileri oluyor. Kaydı olmayan çok sayıda göçmenin olması, bilinçli şekilde devletin kapsamlı bir göç politikasının  olmaması ve aktif şekilde müdahale etmemesi de bu kaygıları arttırıyor. Ancak bu bir beceriksizlik veya cahillik değil, bilinçli bir politika ve esas sebebi de sermayenin çıkarları. Büyük fabrikalardan küçük tarlalara ve ev içi hizmet alan hanelere kadar göçmenin kayıtdışı koşullarda, savunmasız, herhangi bir hakkı olmadan, sürekli yakalanma ve sınırdışı edilme korkusu ile ve ailesine para gönderme mecburiyeti ile çalışması onların işgücünden yararlananların işine geliyor.

AB ile imzalanan geri kabul anlaşması: Sermayenin çıkarlarına gayet uygun

Bu nedenle AB ile imzalanan geri kabul anlaşması meşru olmayan bir anlaşma olmasına rağmen sadece AB’nin para vererek mültecileri Türkiye’de tutmasına neden olan, tek taraflı bir anlaşma değil. Bu anlaşma Türkiye’de sermayenin de çıkarlarına gayet uygun. Doğu sınırlarından kısmen rahatça geçebilen ama Batı sınırlarından geçmesinin neredeyse mümkün olmadığı şartlarda göçmenlerin hızlıca istihdam edilip para kazanması da sağlanınca Türkiye’nin transit ülke olmaktan çıkıp hedef ülke haline gelmesi, birçok milletten göçmenin Türkiye’ye belirli sektörlerde çalışmaya gelmesi mümkün oluyor.

Elbette Türkiye’de kapsayıcı bir göç politikasının olmasını talep etmek, sermayenin ve burjuvazinin açgözlülüğünün, sömürü iştihanın teşhirini öne çıkarmak, toplumun yaşadığı haklı kaygıları anlayıp önerilerde bulunmak, ırkçılığa ve şovenizme karşı çıkmak önem kazanıyor. Ayrıca sınıf ve sendikal çalışmalarda bahsi geçen sektörler artık ciddi bir göçmen işgücü çalıştığı için onları kapsamadan bir faaliyet yürütmek de mümkün olmayacaktır. Bu salt ideolojik ve enternasyonel bir yaklaşım değil, oldukça gündelik ve pratik bir görev halini alıyor, çünkü bu sektörlerde sendikalaşma, ücret artışı vb talepleri yükseltirken göçmen işçiler yokmuş gibi davranmak mümkün değil. Sınırdışı edilme ve diğer legal ve sosyal-kültürel kaygılardan dolayı göçmen işçilerin bu tür çalışmalara dahil edilmesi de ayrı bir zorluk oluyor.

Ancak bu mesele sadece Türkiye ile sınırlı değil. Kapitalizmin uluslararası işbölümüne uygun olarak işçileri bir ülkeden diğerine mobilize etme gücü bugün çok daha yüksek. Nepal’den Körfez ülkelerine inşaat işçisi; Türkiye’den Batı Avrupa’ya yazılımcı ve doktor, Rusya’ya mühendis ve inşaat işçisi; Filipinler’den Kuzey Amerika’ya ev içi çalışan; Orta Asya’dan Rusya’ya inşaat işçisi ve Türkiye’ye turizm işçisi olarak gelmek çok daha kolay. Yasal düzenlemeler, aracı şirketler, iletişim ve ulaşım teknolojileri, çeşitli vize türleri ile birçok ülkede işçi sınıfının bileşiminde hızlı değişimler yaşanıyor.

Ücretler düşürülüp sömürü artırılıyor

Ülkemiz açısından bir diğer mesele ise son yıllarda Rusya’dan Antalya’ya, İngiltere’den Muğla’ya ev alıp yerleşmek için gelenler ile ülke genelinde ev ve vatandaşlık almak için Arap ve Güney Asya ülkelerinden artan taleptir. Bu da ev fiyatları ve kiraları başta olmak üzere turizm ve hizmet sektörlerinde fiyatların hızlı ve anormal şekilde artışına neden oluyor.

Özetle hem göçmen işçiler hem de göçmen burjuvalarla ilgili olarak Türkiye’de sermayenin çıkarları doğrultusunda politikalar izleniyor. Bu sayede bir yandan ücretler düşürülüp sömürü oranları arttırılırken diğer yandan yabancıya yönelik hizmetlerle astronomik kârlar elde edilebiliyor. Ve bu gelişmelerden gündelik yaşamında kentli küçük burjuvazi ile kırsaldaki köylü üreticiler de yararlandığı için talep artmaya devam ediyor. Ancak mevcut seçim tartışmaları bu temel konulara değinmiyor.