'Batı Erdoğan’dan, Erdoğan Batı’dan razıdır'

Seçim, sadece Türkiye'nin değil dünyanın da gündemindeydi. Seçim sonuçlarına ilişkin dünyanın tavrını ve dış politikada olasılıkları emekli diplomat ve soL yazarı Engin Solakoğlu değerlendirdi.

İrem Yıldırım

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu için Türkiye sandık başına gitti. Sandıktan bir kez daha Tayyip Erdoğan çıktı. Rakibi olan Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 47,92, Cumhur İttifakı'nın adayı Tayyip Erdoğan ise yüzde 52,08 oy aldı. Türkiye'nin kilitlenerek takip ettiği, çok uzun süren bu seçim gündemi sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da gündemindeydi.

Yurtdışından liderlerden bazıları sandıkların hepsi açılmadan bazısı ise resmi olmayan sonuçlar netleştikten sonra Erdoğan'ı adet üzere kutlamaya başladı. Kutlayanların yelpazesi ise epey geniş oldu. 21 yıllık iktidarını sürdürecek Erdoğan'ın dış politika ve Batı ile ilişkilerde yeni bir yönelime kayıp kaymayacağı konuşulanlar arasında. Avrupa medyası seçim öncesinde değişken tutum takınmakla birlikte seçimleri dönüm noktası olarak da nitelemişti.

Tüm bunların ışığında, hem Erdoğan'ın ilerideki günlerde dış politikada yönelim değişikliğine gidip gitmeyeceğini hem de Avrupa'nın seçim sonuçlarına yaklaşımını emekli diplomat ve soL yazarı Engin Solakoğlu ile konuştuk.

Seçimden hemen sonra yabancı liderlerden adet olduğu üzere tebrikler geldi Erdoğan'a. Erken yorumlar yapılmaya başlandı, ancak siz dış politikada ve özellikle Batı ile ilişkilerde yeni bir yönelim bekliyor musunuz?

İktidarda 21 yılı devirmiş ve bu süre içerisinde dış politika alanında neredeyse her türlü yaklaşımı denemiş olan AKP Genel Başkanı’nın “yeni bir yönelim”i nasıl bir şey olabilir diye düşünüyor insan ister istemez. Çok kabaca söylersek Batı’nın Erdoğan’dan, Erdoğan’ın Batı’dan razı olduğu çok açık. Bu Erdoğan gitseydi arkasından ağlayacakları anlamına gelmiyor elbette. Yedekteki aday da en az Erdoğan kadar kullanışlı olacaktı Batı için. Üstelik bir ihtimal kullanım süresi de daha uzun olacaktı.

Önümüzdeki dönemde Erdoğan-Batı ilişkilerini etkileyecek dinamiklerden bir ekonomi olacaktır. Yalnız buradan 'ekonomi öldü bitti, para için Erdoğan eğilip bükülecektir' sonucu çıkartmakta acele etmeyelim. Ekonominin kötü olduğuna, özellikle ödemeler dengesinin kaygı verici bir sarmala girdiğine kuşku yok. Yıl sonuna kadar ödenmesi/çevrilmesi gereken dış borçlar kimi uzmanlara göre 200 milyar doların üzerinde. Ancak fıkrada olduğu gibi borç belirli bir büyüklüğün üstüne çıktığında borçlu kadar hatta daha da fazla alacaklının sorunu haline gelir. Türkiye’nin uluslararası finans bakımından durumu tam da budur. O borç çevrilir. Büyür ama çevrilir. Bir taraftan da Türkiye’yi Avrupa’nın yanı başında ucuz üretim üssü olarak koruma planı yürüyecektir. Somutlaştırırsak, Türkiye ithalat için ihtiyaç duyduğu dövizi bulamaz hale gelirse Avrupa sermayesi için yapılan üretim de durur. O halde o döviz bulunacaktır bir şekilde. Elde kalan varlıkların devredilmesi karşılığında da olsa bulunacaktır. Bunun Türkiye emekçisi için anlamı ise daha yoğun ve sistematik bir sömürüdür. 

'İsveç'in NATO üyeliği konusunda pazarlık zamana yayılacak'

Erdoğan bütün bunları bilecek kadar deneyim sahibi bir siyasetçi. Yine söylem düzeyinde kimi alanlarda Batı’ya rest çekecektir ama hep masada kalacaktır. Ya da daha önce olduğu gibi rest çekme işini kimi “elemanlarına” ihale ederek kendisini anti-emperyalist olarak pazarlamayı sürdürecektir. Bunu en somut örneğini bana kalırsa İsveç’in NATO üyeliği konusunda göreceğiz. Temmuz ayındaki zirveye kadar bu meselenin çözüleceği ve Erdoğan’ın seçim kazanmış olma rahatlığıyla üyeliğe süratle onay vereceği kanısında değilim. Pazarlık zamana yayılacak, o süreçte mümkünse ABD ile olan F-16 gibi kimi meseleler üzerinden çözüm yolları aranacaktır. 

Rusya-Ukrayna tutumu ne olacak?

Rusya-Ukrayna bağlamında da ciddi bir rota değişikliği beklemiyorum. Batı’nın da Erdoğan’a çok ciddi bir baskı uygulayacağı kanısında değilim. Erdoğan o alanda vermediğini başka bir alanda telafi edecektir zira. Özellikle göçmenler meselesindeki duruşu şu an için Avrupa bakımından yeri doldurulmaz bir nitelik taşıyor. Hem işgücü ucuzluğunun korunması hem de Avrupa’nın göçmenlerden “korunması” bakımından.

Özetlemek gerekirse ben kısa dönemde Batı’yla ilişkilerde geçmişte gördüklerimizden daha kapsamlı değişiklikler beklemiyorum.

Seçim öncesi İngiltere, Fransa ve Almanya medyasından Erdoğan ve AKP iktidarına ilişkin sert yorumlar gelmişti. Bu yayınlar seçimleri bir dönüm noktası olarak değerlendirmiş ve ‘Türkiye'nin dünyada liberal düzen veya karşıtları arasına katılıp katılmayacağı da oylanacak’ denmişti. Bu değerlendirmelere nasıl yaklaşıyorsunuz?

Birçok yoldaşımın aksine ben bunlarda belirli bir “samimiyet” payı bulunabileceğini düşünüyorum. Olağan atmosfer koşullarında böyle düşünen kesimlerin Batı’da mevcut olabileceğini, orada her kalem oynatanın Türkiye’yi kandırma saikiyle hareket etmediğini kabul etmemiz gerekir. Aslında bu haftaki yazımda ağırlıkla Fransa’yı ele alarak da olsa bu konuya değinmiştim. Çok taze de olduğu için kusura bakmazsanız oradan alıntı yapacağım:

“İlk tur öncesinde Fransız televizyonlarında, radyolarında uzun uzun tartışıldı Türkiye... Fransa’da Türkiye’yi takip eden aydın, uzman ve gazetecilerin yanı sıra bir de Türkiye kökenli akademisyenler ve yazarlar var. Bunlar uzun uzun konuştular tartıştılar. Belli başlı bütün gazetelerde, hatta normalde uluslararası konulara çok bulaşmayan bölgesel gazetelerde bile Türkiye’deki seçimler ele alındı, doğru-yanlış analizler yayınlandı.

O sıradaki hâkim söylem ... “Putin dostu Erdoğan’ın ilk kez seçimleri kaybetmeye bu kadar yakın olduğu, Türklerin otokratik yönetimden bıktığı, Kürtlerin de muhalefeti destekleyeceği” şeklindeydi. Fransa’nın entelektüel atmosferine egemen olan solumtrak liberal düşünce tarzı, seçimleri muhalefetin kazanmasının “Liberal demokrasi’nin illiberal sisteme küresel çapta atacağı bir gol” olacağı perspektifinden bakıyordu seçimlere... 

İlk tur tamamlandıktan sonra manzara birden değişti. “Adam kazanıyor” duygusu öne çıktı. Örnek olsun, Jean-Dominique Merchet gibi, jeopolitik konusunda saygın kabul edilen, özellikle de askeri konulara hâkim sayılan bir gazeteci şöyle özetleyebileceğim bir yazı kaleme aldı: “Erdoğan çok güçlü bir siyasetçi, seçim kazanmayı biliyor, bizim de bu gerçek tahtında onu Putin’e/Doğu’ya kaptırmamak için çaba göstermemiz gerekir.” Merchet’nin satırlarının Fransa’daki karar vericilerin düşünce yapısını yansıttığını söylemek hatalı bir değerlendirme olmaz...Le Monde gibi bir gazetede Erdoğan’ın “aldığı” oyların ülkenin zenginleşmesinin sonucu olduğundan dem vuran O. Bouquet imzalı bir makale dahi yayınlandı...Türkiye’yi takip ederken ülkenin kuruluşunun ve yüz yıl yaşamasının aslında tarihsel bir anomali olduğunu düşünen, bu çerçevede “Ermeni” veya “Kürt” sözcüğü kullanmadan Türkiye cümlesi kurmamayı tercih eden uzman ya da gazeteciler ile bunlardan etkilenen daha deneyimsiz uzmanların bu kez Millet İttifakı’nın ikinci tur öncesinde ırkçı faşistlerin desteğini almaya yönelik manevralarına odaklandıklarını gördük... Seçimin hangi koşullarda gerçekleştiği, hile-hurda bir kenara bırakıldı.”

'Batı Erdoğan'dan, Erdoğan Batı'dan razıdır'

Bu somut örneklerden de görebileceğimiz gibi, yazının devamında da değindiğim çok istisnai örnekler dışında sorunuzda öne çıkan söylem iki tur arasında buharlaştı ve yerini daha “gerçekçi” bir “Erdoğan da fena adam değil” söylemine bıraktı. Bugün devlet destekli France24 haber kanalında yapılan bir yorumda “Erdoğan aslında kişiliğinde tam anlamıyla Türkiye’ye barındırıyor/temsil ediyor” bile denildi. Daha açık bir deyişle “Türkiye’nin, Türkiye halkının hak ettiği budur, başka ne olacaktı?” denilmiş oldu.

Sanki Türkiye’de olağan bir seçim düzenlenmiş de Erdoğan bunu daha fazla seçmenin oyuyla  kazanmış gibi yapılan yorumlar daha önceki tereddütleri, itirazları süratle bastırdı. Buradan bizim değil ama Türkiye’de aydın geçinen kimi kesimlerin çıkartacağı dersler olmalı. Batı’nın karar vericileri Türkiye halkının hangi koşullarda yaşadığını, çalıştığını, ülkede adaletin, demokrasinin olup olmadığını filan umursamıyor. Öyle bir kaygı mevcut olsaydı AİHM kararlarını ısrarla uygulamayan AKP Türkiyesi’nin şimdiye kadar çoktan Avrupa Konseyi’nden çıkarılmış olması gerekirdi. 

En başta söylediğimi yineleyerek bitireyim: Batı Erdoğan’dan, Erdoğan Batı’dan razıdır.