GÖRÜŞ | Kuzey Akım-2: Hegemonya krizinde bir halka daha

ABD’nin Kuzey Akım 2 projesini kabul etmek zorunda kalmış olması ABD-Rusya çekişmesinden ziyade, daha genel anlamda hegemonya bunalımının göstergesi.

Nevzat Evrim Önal

Rusya ve Almanya arasında planlanan, Baltık Denizi’nden geçecek ve tüm Doğu Avrupa’yı bypass edecek Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattı, bir fikir olarak ortaya atıldığı günden beri ABD dış politikasının en önemli çatışma başlıklarından biriydi. Obama döneminden bu yana Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti’nin birlikte karşı çıktıkları, karşı çıkmakla kalmayıp projeyi durdurmak için her türlü yöntemi kullandıkları proje konusunda Biden yönetimi geçtiğimiz hafta geri adım attı. Haber kanalları olayı “Almanya ve ABD Kuzey Akım 2 konusunda anlaştı” gibi başlıklarla verse de, “gazeteden öte” kaynaklarda olay Biden yönetiminin yenilgisi olarak işlendi.

ABD kime yenildi?

ABD’nin iç siyasetinde mesele kısmen, bilhassa Rusçulukla suçlanmaktan kaynaklı kuyruk acısı olan Trumpçılar tarafından Biden’ın Putin’e yenilgisi olarak dillendirildi. Ama görece daha ciddi kaynaklar, örneğin Foreign Policy, karşı tarafı “Merkel” olarak tanımlıyor1 ve bu konuda haklı. Sonuçta Rusya söz konusu boru hattını tek başına inşa etmiyor; hattın diğer ucunda dünyada her yıl en yüksek cari fazlayı veren ve bunu sanayi ürünleri ihracatı sayesinde yapan, ama enerji konusunda dışa bağımlı Almanya bulunuyor.

Alman sermayesinin düzenli enerji tedarikine ihtiyacı var. Bu düzenli enerji tedarikinin doğalgaz kısmını sağlayabilecek Rusya’dan başka bir tedarikçi bulunmuyor. Dolayısıyla mevcut koşullarda ABD emperyalizminin sonuç alması imkânsızdı. Alman sermayesinin ihtiyaçlarını karşılayacak bir alternatif sağlayamadığı ölçüde, yapabileceği tek şey projeyi çeşitli yaptırımlarla geciktirmek ve Almanya’yla ilişkilerin gerilmesini göze almaktı. Obama başlattı, Trump sürdürdü, hegemonya krizi yaşamakta olan ABD emperyalizminin klasik ittifak matrisini restore etmek gibi zorlu bir görevi olan Biden ise “reelpolitik” davranmak zorunda kaldı.

Alman-Rus ilişkileri

Üstelik bütün bu süre zarfında Alman emperyalizmi ve Rus enerji sermayesi giderek satıcı-alıcı ilişkisinden çok daha derin bir işbirliği geliştirdi. Öyle ki, henüz Kuzey Akım 2’nin inşaatı tamamlanmadan Kuzey Akım 3’ün müzakere edileceği konuşuluyor.2

Bu işbirliğinde eli güçlü tarafın otomatik olarak Rusya olduğunu düşünmek için bir neden bulunmuyor. Aksine, hayli kırılgan olan Rus ekonomisi Avrupa’ya doğalgaz ihraç etmek zorunda ve Kuzey Akım 2 projesi, her ne kadar açıkça kendisine düşman olan Ukrayna’nın etrafından dolaşmasını sağlayacak olsa da, Rusya’yı Batı Avrupa’ya doğalgaz satmak için Almanya’ya daha bağımlı hale getirecek.

İhtiyaçların karşılıklı olduğu durumda, güç dengesinin tarafların gücüne uygun şekillenmesi esastır. Rusya-Almanya ilişkisinde güçlü taraf ekonomisi Rusya’nınkinin iki katından büyük olan, yüz yılı aşkın emperyalizm tecrübesine sahip Almanya’dır. Üstelik Almanya, Rusya’yla sadece bir işbirliği ilişkisi yürütmemekte, Navalnıy meselesinde görüldüğü üzere3 yeri geldiğinde sopa kullanmaktadır. En genel anlamda, AB-Rusya ilişkilerini son tahlilde Almanya’nın belirlediği söylenebilir4 ve bu belirleyicilik, Alman emperyalizminin kendi bekası açısından vazgeçilmez görünüyor.

Dar gelen hegemonya şemsiyesi

ABD’nin emperyalist dünya sistemindeki hegemonyası 2008 kriziyle beraber sarsılmaya başladı. Burada bu sarsıntının bütünlüklü bir analizine girmeyeceğiz ama çok temel bir noktayı hatırlatmak gerekiyor: Emperyalist hegemonya, diğer emperyalist merkezlerde yerleşik olan sermayenin çıkarlarını da en azından bir ölçüde sağlayabildiği müddetçe sürdürülebilir. Oysa ABD ekonomisi, 2008-2009 kriz döneminin ardından büyümeye devam etmiş, ama Avrupa’nın “üç büyüğü” için aynı durum gerçekleşmemiştir. İngiltere, Fransa ve Almanya kriz başladığından bu yana patinaj yapmaktadır5 ve her biri kendince bu durgunluktan çıkmaya çalışmaktadır.

Kuzey Akım 2 meselesi, emperyalist Alman sermayesi ile emperyalist ABD sermayesinin çıkarlarının nasıl çatışabileceğini göstermektedir ve bu çatışma yeni değildir. Ukrayna 2014’deki ayaklanmalarla destabilize olduğunda, bu destabilizasyonun Rusya’nın canını acıtacak bir güçle konsolide olamamasını sağlayan da bir ölçüde Almanya’nın oyunbozanlığı olmuştu. Ülkenin başına kimin geçirileceği konusunda Almanya ile ABD arasında uzlaşma sağlanamamış; hatta ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, ABD’nin Ukrayna büyükelçisi ile yaptığı telefon konuşmasında “AB’yi s*ktir et” deyip de konuşmanın kaydı bir biçimde sızdırıldığında6 genel olarak ABD dışişleri rezil olmuştu.7

Olan Ukrayna’ya oldu. Ve her ne kadar Ukrayna sorunu Rusya’ya karşı Almanya tarafından da gerektiğinde kullanılan bir koz olmaya devam etse de; Alman sermayesi genel olarak NATO’nun Rusya’ya karşı hamlelerinin kendi çıkarlarını ve Rus sermayesiyle ortaklıklarını zedeleyecek boyutlara ulaşmasını engelleme becerisi kazanmış görünüyor.

Kuşkusuz bunlar “sabit” doğrular olamaz. Emperyalistlerarası rekabet dinamikleri son 10-12 yılda tüm dünya halklarının altında bir saatli bomba misali işliyor. Öte yandan, daha birkaç ay önce Rusya’ya karşı tekrar Ukrayna başlığı üzerinden gerçekleştirilen ve nihayetinde Karadeniz’de bir İngiliz savaş gemisine bir Rus savaş gemisinden ateş açılması8 düzeyine kadar tırmanan gerilimin üzerinden daha bir ay ancak geçmişken Kuzey Akım 2 projesinin önündeki ABD engelinin kalkması; “batı”nın Rusya’ya karşı öyle sanıldığı kadar tek vücut olmadığını, emperyalistlerarası çıkar farklılıklarının önemsenmesi gereken çatlaklar yaratıyor olduğunu gösteriyor.