Yargıtay'da 25 Mart'tan bu yana süren başkanlık seçimleri 21. tura kaldı. 20 tur boyunca hiçbir aday 175 oy alamadı.
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca'nın 4 yıllık görev süresinin dolması nedeniyle yapılan başkanlık seçimlerinin 19’uncu ve 20’nci turlarında sonuç çıkmadı. Günlerdir süren seçim neredeyse bir ayı dolduracak. Yargı bağımsızlığının şaibeler içerisinde olduğu şu dönemde, AYM-Yargıtay krizinin gölgesinde, adalet çığlıklarına yargının kulak tıkadığı Türkiye'de Yargıtay günlerdir başkanını mı arıyor, yoksa başkan için büyük pazarlık mı dönüyor?
Teknik hesaplamalara bakılırsa, adaylardan biri 348 Yargıtay üyesinin salt çoğunluğu olan en az 175 oyu almalı. 4 yıllık görev süresi 24 Mart itibarıyla dolan Mehmet Akarca da adaylardan biri. 20'nci turda karşısındaki rakip Ömer Kerkez, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi başkanı. Son oylamaya göre Akarca 114, Kerkez 149 oy aldı.
55 oy geçersiz, 8 oy ise boş. 55 geçersiz oyun anlamıysa görünen o ki: pazarlık.
Baştan sona tüm ayarlarıyla oynadılar
Bitmeyen turlara anlam ararken, Anayasa Mahkemesi eski raportörü ve soL yazarı Ali Rıza Aydın olanları anlamlandırmak için soL'a konuştu.
Türkiye'de yıllardır yargı üzerinde oynanan oyunların, yargıda kadrolaşmalar üzerine epeyce yoğunlaştığını hatırlatarak lafa giren Aydın, günümüzde hukuk başlığı altında yaşanan tüm sorunların sebebine şöyle ışık tuttu:
“Hukuku ve yargı örgütlerini kendi lehine çevirdileri halde bununla yetinmeyenler, yargı kadrolarıyla da oynamaya başladılar. Bu, eğitim bölümü de dahil olmak üzere, aşağıdan yukarı bütünsel olarak planlama içinde yapıldı. 100’ün üstünde hukuk fakültesinin açılması, avukatlardan yargıç ve savcılığa geçiş düzenlemeleri, adalet akademisiyle yargıç ve savcıların eğitimiyle oynanan oyunlar gibi birçok alanda yaşanan kaotik ortamlar; yargıyı elde tutmanın, sermaye sınıfı lehine çalıştırmanın ve karar verdirmenin, eş zamanlı olarak da emekçiler üzerindeki baskıyı yargıyla da kurmanın parçalarından biriydi. Ki araya Fethullah Gülen hareketinin hakim olduğu yargı bölümünü de eklemek gerekir.”
Köşe tutanların paylaşamadığı köşeler
Gelinen nokta kargaşayı da büyütmüş olacak ki yer tutanlar arasında yargıyı paylaşma kavgası da kendini gösterdi. Bu yapılanmanın arka planında sermaye ve gericilik vardı:
“Buraya sermayeyi özellikle eklemek gerekiyor tabii ki. Gericiliğe de hem dinsel açıdan, tarikat ve cemaatlerin egemen olduğu parçalanları eklemek gerekiyor hem de etnik örgütlenmeyi eklemek gerekiyor. Yargı konusuna bu biçimde yaklaşmak kendi içindeki iç çelişkileri çözebilecek noktaları da beraberinde getirmeliydi, gelmedi.
Bir yandan da çürüme başlıyor. Bu çürümeyi Anayasa Mahkemesi (AYM) gibi çok saldırı altında olan kurumda kolayca çözdüler. AYM Başkanı’nın seçimini kolayca yapabildiler. Ancak bu bir çelişki olarak görülebilir fakat baştan beri söylediğimiz bu örgütlenme modelinin içindeki sıkıntıları da gösteren bir şeydir. Ancak Yargıtay’a sıra geldiğinde, Yargıtay ve daha önemlisi Yargıtay'a üye gönderen Adli Yargı sistemi o derecede tarikat ve cemaatler arasına, etnik gruplar arasına ve Türk-İslam sentezinin bütünlüğü içerisinde öylesine parçalanmış ve dağılmıştı ki şimdi burada bir başkan çıkarma güçlüğü çekiliyor. Yani ilkesizlik, düzensizlik, adına bağımsız ve tarafsız denildiği halde bağımlı ve taraflı bir yargı yaratmak, yargıyı aynı zamanda kendi içinde çürümeye itti. Yargıtay başkanlığı seçimleri bunu gösteriyor.”
Sermaye sınıfının kaygısı ne?
Önemli bir uyarı çıkıyor burada karşımıza, seçim kargaşasının sonucunda bizi bilimsel, ilkeli bir yargı yönetimi ya da buna dair bir emare taşıyan herhangi bir şey beklemiyor. Aksine bu durum yargıda çürümenin daha da derinleşmesine büyük bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Aydın, bir parantezle sermaye sınıfın kaygı güdüp gütmemesine de değiniyor bu noktada. Ona göre, sermaye sınıfı böyle bir kaygı taşımıyor:
“Yıllarca, özellikle 12 Eylül’den sonra ve tabii ki 2010 yasa değişikliğinden sonra, yargı bütünüyle sermaye sınıfın yargısı haline getirilmişti. Ödünler verilerek getirilmişti. Arada kısmen ortaya çıkan kimi iyi kararlar, olumlu kararlar bunu bozamazdı, bir yanılsamaya düşmemek gerekir bu konuda. Dolayısıyla sermaye sınıfı bunu uzaktan seyrediyordur, çok da büyük bir kaygı duymuyordur Yargıtay Başkanı’nın hangi gruptan olacağına dair.”
41. turun önüne geçmek için ne yapılabilir?
Hukuksal olarak bu seçim nereye kadar uzayabilir sorusunun yanıtında bizi bir durak noktası beklemiyor. Yani bu böyle 40. tura kadar da gidebilir. Ancak önlerinde seçenekler de yok değil. Aydın burada şöyle anlatıyor seçenekleri:
“Kimi seçimlerde nitelikli oylamayla ilgili maddeler konulurken, yani yüksek oranda seçilme gibi maddeler konulurken, birkaç kez yapılan seçimlerin bu yüksek oranla sağlanmaması halinde salt çoğunluğa geçilir. Daha niteliksiz seçime geçilir. Şimdi burada böyle bir uygulama olmadığı için, bu devam edecek. Niceliksel olarak baktığımızda bu devam edecek. 9. Yargı Paketi Meclis’in önünde. Bu durumun içinden çıkmak için çok kolay bir formül olarak “Yargıtay seçimlerinde nitelikli çoğunlukla seçim yapılamadığı takdirde olağan çoğunlukla ya da iki aday arasından en fazla oy alanın başkan seçilmesi” gibi bir hüküm bile yapılabilir. Hukuksal yanı böyle. Trajikomik görünse de 21 turu 41’e yükseltmemek için bunu yapabilirler.”
Pazarlık konuları: Yargıtay daire başkanlığı, üye seçimleri...
Sonuçsuz kalması için bir neden yok aslında, süren bir pazarlık var sadece. 20 tur boyunca bir neticeye varmayan bu süreç bireylerin oy vermesini aşan bir noktada, o kesin. Kesin olan bir diğer şey Aydın'ın tarifiyle henüz ödünlerin verilmediği ve süren pazarlıklar.
“Devreye seçimdeki gruplar ya da tarikatlar arası pazarlıklar ve ilişkiler girecektir eninde sonunda. Kaldı ki bu ilişkilerin egemen olduğu alanlardan birinin dinsellik olduğu düşünüldüğünde, bu konu belki başka pratiklerle çözülecektir. Eninde sonunda çözülecektir ama pazarlıklar yoluyla çözülecektir. Pazarlıkların basit başlıkları arasında da Yargıtay’ın önündeki olası daire başkanlığı seçimleri olabilir. İkincisi olası Yargıtay’a üye seçimleri dönemleri olacaktır ve bu gruplar arasında Yargıtay’a üye gönderme oranları üzerinden pazarlıklar yapılacaktır. Nihayet, çok sık kullandığımız, çürümüş yargı içinde bunların formülleri de bu çürümüşlüğe koşul olarak bulunacaktır.
Hukuksal yönüyle de bu seçimin sonlanması mümkün ama öte yandan pazarlıkların sürdüğü de kesin. Klasik deyimle “siyasi kulisler”in sürdüğü kesin. Sürmese zaten eninde sonunda üyeler bireysel olarak ‘artık bu işi uzatmayalım’ diyebilir. Denilmediğine göre, gruplar arası ilişkiler belli ki epey kopuk ve duruma disiplinli bakıyorlar, şimdilik. Ama sonunda ödünler verilecektir.”