Öğretilen ve çıkmaza sokulan demokrasi

Toplumun önemli bir bölümünün yoksul ve dar gelirli olduğu biliniyor. Zaman zaman gazetelerde yer alan açlık ve yoksulluk sınırlarıyla ilgili rakamlar, toplumun birincil sorununun karnını doyurmak olduğunu gösteriyor. Hemen her ekonomik karar ve uygulama, varsılla yoksul arasındaki uçurumu açıyor. Yoksula ve dar gelirliye nefes aldıracak kararlar alınmıyor; bizlere, yazılı ve görsel basın organları aracılığıyla, pıtrak gibi çoğalan dolar milyarderlerimize sevinmemiz öğretiliyor.

Toplumun öğrenim düzeyi de ekonomik durumla paralellik gösteriyor. Kesin sayılar bilinmese de, 6-7 milyon yetişkinin okuryazar olmadığı tahmin ediliyor. Bir o kadar yetişkinin de, okullardan alınmış diplomaları olsa da, öğrenim düzeylerinin okuryazarlığın ötesine geçmediği biliniyor. 70 milyonluk bir toplumda okunan gazete ve kitap sayıları bir bakıma öğrenim düzeyimizi yansıtıyor. Okullardaki eğitim-öğretimin niteliği de malum! En azından lise bitirmiş ve yükseköğrenim görmüş insanın, okullardaki tüm olumsuzluklara karşın, kendini bulması, yeri geldiğinde kendi özgür iradesiyle olayları irdeleyip belirli kararları alabilmesi bekleniyor. Oysa, öğrenim görmüşlerin bir bölümü de bir alem: Araştırmalara göre, lise/yüksekokul mezunları içinde bilgi ve genel kültür açısından ilköğrenim/ortaöğrenim düzeyinde olanlar az değil. Bir bölümü eğitim-öğretimden geçmemiş gibi davranıyor, bir bölümünün aklı dışarıda, bir bölümü de başta din olmak üzere her türlü sömürü aracını kullanarak yoksul ve dar gelirlinin sırtından geçinmeye çalışıyor. 

Bu genel durumun, “sistem”in isteği ve beklentileri sonucu oluştuğunu söylemek bir abartı olmuyor. Köy enstitülerinin kapatılması, ezberci ve seçme sınavlarına dayalı öğretim, Türk-İslam sentezi anlayışının eğitim ve kültür yaşamımızın özü haline getirilmesi ve “itaat” edecek gençlerin yetiştirilmesi, 8 yıllık zorunlu eğitime geçişin bir çeyrek asır ertelenmesi, 10 yıldır zorunlu eğitimi 9’a, 10’a çıkarmak için bir şey yapılmaması, yabancıların yapılandırdığı programlar vb “sistem”in genel yaklaşımını gösteriyor.

“Sistem”in bu sistemli yaklaşımıyla, toplum, okul dışı öğretilere daha da bağımlı ve duyarlı hale getiriliyor. Anadolu insanının, yüzyıllar içinde onlarca farklı kültürlerden gelen doğal birikimiyle genelde sağduyulu, sevecen ve hoşgörülü olduğu biliniyor. Herhangi bir sömürü bağlantılarının olmadığı bu toplum içinde, planlı olarak ya da kendiliğinden oluşan öğrenimler ve öğretimler de genellikle olumlu ve yararlı yönde oluyor. Ancak, aynı olumluluğu, yazılı ve görsel basında, aydınların ve siyasetçilerin bir bölümünde göremiyoruz. Hatta, tam tersini düşünmek, bunların bir bölümünün en azından insanın aklını karıştıracak öğretiler gönderdiğini söylemek yanlış olmuyor. 

Okullarda öğrenemediğimiz ve yaşamın içinde öğrenmek durumunda kaldığımız konulardan bir de “demokrasi” konusudur. 60 yıldır çok partili demokratik düzen içinde yaşadığımız söyleniyor. İçinde bulunduğumuz cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine bakınca, 60 yılda ne öğrendiğimiz, doğru şeyler öğrenmediğimiz belli oluyor. Birbirini besleyen yanlış öğretilerle kuşatıldığımız ve bir çıkmaz içinde sokulduğumuz görülüyor.

Demokrasinin yaşaması için doğru öğretilerin yayılması gerekiyor. İçinde bulunduğumuz süreçle ilgili olarak, hiç değilse, cumhurbaşkanı adayının, parasal yolsuzluğa bulaşmamış, sanık olduğu halde vekil olup dokunulmazlığı bulunduğu için yargılanamadığı bir davada yargılanan arkadaşlarının beraat etmiş, AB ve ABD’ye teslim olmamış, bireysel özgürlüğü ile ülkenin bağımsızlığına gölge düşürmemiş, inançların siyasal amaçlar için kullanılmasına izin vermemiş, her türlü sömürüye karşı çıkmış olması isteniyor.  

Günlük geçim derdi içinde olanlar için, laiklik, cumhurbaşkanı ve bağımsızlık gibi konular doğal olarak öne çıkmıyor. Gözü dışarıda olanlarla var olan her türlü sömürüden pay alma telaşında olanların da bu bağlamda herhangi bir dertleri yok. Duyarlı insanların bir bölümü 14 Nisanda bir araya geldiler. AKP destekçisi televizyonlar bile, bu mitingle ilgili özet görüntü verirken, topluluğun ortak haykırışı olan “tam bağımsız Türkiye” talebini yansıttılar ve hala yansıtıyorlar.    

  Toplumda var olan siyasal oluşumların yüzde elliden fazlasının mecliste temsil edilmediği biliniyor. Hükümet, toplam seçmenin dörtte birinden aldığı oyla meclisin büyük çoğunluğunu elinde tutuyor. Demokrasi, kitaplarda özetle, “azınlıkların haklarını da koruyan çoğunluk rejimi” olarak tanımlanıyor. Hükümet ise, demokrasi adına tam da tersi yapılıyor; seçmen desteği itibarıyla azınlıkta olduğu halde, seçmen çoğunluğunu, onların beklentilerini ve “tam bağımsız Türkiye” isteğini yok sayıyor, önemsemiyor. Uygulamalarıyla demokrasiyi yanlış öğrendiğini gösteriyor, topluma da yanlış şeyler öğretiyor. Yapılanların, sokak kapkaççılarının yaptıklarından pek bir farkı kalmıyor. Kapkaççının gönderdiği olumsuz öğretilere benzer öğretiler topluma yayılıyor. Gerçek demokrasi öğretilmez ve işletilmezse ya da işletilemezse, böyle gelmiş böyle gidecek gibi görünüyor. Gerçek demokrasinin sahtesinden kurtulması gerekiyor.