Hendek savaşları Kürt emekçilerine ne kaybettirdi?

2015’te Suruç’ta meydana gelen patlamanın ardından yaşanan kayıplar ve izleyen günlerde Ceylanpınar’da iki askerin hayatını kaybetmesi ile başlayan süreç AKP nezdinde yeni bir aşamaya geldi birkaç gün önce.

“Hendek Savaşları” olarak isimlendirilen operasyonlar boyunca 7 ilde ve 22 ilçede toplam 63 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Gezi ayaklanmasının akabinde Ortadoğu’daki pusulası değişen AKP’nin tek sığınağı olan “Milli ve Yerli Türkiye siyasetinin” Kürt karşıtlığı, hem muhafazakar tabanı konsolide etmeye hem de karşısına aldığı Kürt Siyasi Hareketi’ne müdahaleye vesile oldu.

Savaşlar boyunca yüz binlerce Kürt, yaşadıkları il ve ilçeleri terk etmek zorunda kaldı. Çoğu istatistik sonuçları savaşlardan birebir etkilenen ve zarar gören bireyleri veri alıyor. Ancak gerçek bunun çok ötesindedir. Zira savaşın bir çıktısı olarak ekonomik nedenlerden kaynaklanan göç azımsanmayacak durumda. Örnek olarak Hakkâri’den Van’a göç edenlerin sayısının son verilerle 100 bini bulduğu söyleniyor.

İşini, semtini, yaşadığı yeri, ailesini, dostlarını, okulunu kısaca bir insanı hayata bağlayan ne kadar şey varsa hepsi yerler bir olan insanlar evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Savaşın sona erdiği söylenen yerlerde ise sokağa çıkma yasakları devam ediyor. Çünkü AKP, sokağa çıkma yasağının kapsamına hasar tespit çalışmalarını da dâhil ettiği için enkaza dönen kentlerin bir de seceresini tutmaya ihtiyaç duyuyorlar.

9 bin yıllık tarihi bir kentin içinde tüm kültürel dokusunun yok edildiği ve yerine İspanya’daki turistik Toledo kentine benzeyen Sur kenti inşa edileceğinin “müjdesi” de gecikmedi iktidar tarafından. Öyle ya Diktatör Franko’nun İspanya’sında öne çıkan şeylerden bir tanesi de şiddetin yanında zevk û sefa idi. Tayyip’in Diyarbakır’ı Franko’nun Toledo’sundan geri kalır mıydı hiç?

Çözüm sürecinde övüne övüne bitiremedikleri Ahmedê Xanî’nin ünlü eseri Mem û Zîn destanının kenti Botan’ın Cizre’sini yerler bir ettiler.

Kimileri AKP’nin raydan çıktığını kimileriyse AKP’nin Kürt sorununa bakışındaki değişmelerin buna yol açtığını söylemekte.

İster AKP Türkiye’si deyin ister Demokratik Diyarbakır. Fark etmiyor. Sonucun Kürt emekçileri için siyasal ve gündelik hayatta ciddi “hasarlara” yol açtığını söyleyebiliriz.

Bunlara kısaca değinecek olursak:

İlk başa kayıpları, kaybettiğimiz insanları, sokak ortasında kalan cenazeleri yazacağız. Kürt emekçilerine ölümü reva gören bu sistemin yalanına dolanına karnımız tok. Herkes sokakta ekmek almaya giderken hayatını kaybeden 70 yaşındaki birinin terörist olmadığının pekâlâ farkında. Buna AKP’nin kendi tabanı da dâhil.

İkinci sıraya yıkımları ve yaşanan göçleri koymak gerekiyor. Her kafadan bir ses çıksa da Kürdistan’da bir bütün olarak yaşanan Hendek Savaşlarından etkilenen insanların ve göç etmek zorunda kalanlarının sayısının 500 binden fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bu, İslamcı çetelerin kuşattığı Halep için “Ya düşerse ne olur o kadar mülteci” diye ah tuh eden AKP’nin endişe ettiği göç sayısının iki katı. Her dört aileden biri bu savaştan direkt olarak etkilenmiş durumda. Örnek olarak Şırnak'ın Silopi ilçesinin nüfusu 88 bin. Etkilenen mahalle nüfusu 62 bin 400. Burada asıl kayıp ise; bunların telafisi için vaatte bulunan öznenin doğası gereği AKP olması. Bu açıdan bakınca göçlerin ve yıkımların sorumlusu ilerleyen sürecin kurtarıcısı olarak sahneye çıkmaktadır.

Üçüncü olarak ekonomik yatırımlar. AKP, yaşadığı sıkışmayı ekonomik alanda yatırım ve kalkınma ile çözmeye gayret gösteriyor. Binali Yıldırım, duble yollar vs denilince akla gelen makul isimlerden biri bu açından. Ve bugün enkaza dönmüş pek çok Kürt ilinde yapılacak yatırımlar konuşuluyor. İster istemez aylardır işe gidemeyen, evlerinden çıkamayan, kepengini açamayan emekçiler için kurtarıcı bir figür olarak AKP’nin akla gelmesi makul bir seçenek. Zira pek çok sermayedarın Kürdistan’a günlük tüketim ürünlerini savaş nedeniyle artık sadece sıcak para transferi ile aktardığını biliyoruz. Kürt sermayedarlar da tek çözüm olarak “huzur ve istikrar” kavramlarına sığınıyor. Emekçiler içinse daha çok sömürü manasına geliyor bu.

Dördüncü olarak huzurun ve istikrarın kaynağının, AKP olarak algılarda yer etmesi. Bu durum, huzurun ve istikrarın yegâne kaynağı ve sağlayıcısı olarak AKP’nin akla gelmesinden kaynaklanmıyor. 2015’in 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasında AKP’nin yaptığı bir çıkışın bölgesel yansımadır bu. Mesele, AKP’nin huzuru sağlayacak bir güç olmasından öte bunu bozabilecek bir güç olarak istikrar ve huzurun kaynağı olması.

Beşinci olarak Barzani’nin tüm bu süreçlerde ringin bir köşesinde hiç yumruk yemeden hanesine yazdırdığı sayılardır. Düşünüldüğünde, bir kent yıkılırken diğerinde bağımsızlık referandumları gündemde yer ediniyor. Geçmişe kıyasla arkasında ciddi bir sermaye ve medya desteği de olan Barzani’nin Kuzey Kürtlerini etkilemesi görece daha mümkün. HDP’li Lezgin Botan’ın ve Adem Geveri’in sürecin tıkandığı ve Barzani’nin devreye girmesi gerektiğine dair açıklamaları tam da buraya oturmaktadır. Kürt emekçileri için kurtuluşun petrol sermayesi ile yönetilen bir biçimle olacağını söylemek celladımızı seçme imkânından öteye geçmiyor. Zira emekçilerin kurtuluş mücadelesi, sömürenler arasında bir tercih yapmak değil, sömürü düzenini yıkmak içindir.

Son olarak ise Kürtlerin nüfuzlu olduğu bölgelerden göç ettirilmiş ya da olası siyasal gelişmelerde bu nüfuzu kullanacakları zemine müdahale edilmiş olmasıdır. Olası bir YPG ya da Barzani çıkışında Türkiye Kürdistan’ında süreç görece ve geçmişe kıyasla farklı bir orijine kaymış zorunda. Kürt Siyasi Hareketi’nin en çok güvendiği yerlerde bugün bir enkaz görüntüsü mevcut… Bu yeni siyasal iklimde emekçi ve kentli Kürt nüfusuna kayan bir siyasi algıya vesile olacaktır. Ve kentler deyince de akla sadece İstanbul, İzmir ya da Ankara gelmemeli. Zira Diyarbakır, yıkıma ve savaşa rağmen Sur ve bazı çevre ilçeler dışında yatırımların devam ettiği nüfusun 2 milyona doğru tırmandığı bölgesel bir yatırım merkezi olmaya devam ediyor.

Sonuç olarak, Kürt emekçileri için siyasal ve ekonomik alanda bir yıkıma sahne olan Hendek Savaşlarının, yıkım ile birlikte inşa sürecinde de sermaye ile olan ilişkilerin yeniden örüldüğü ve AKP’nin sonunu, akıbetini belirleyecek alanlardan biri olarak kendini göstermeye devam edeceğini söyleyebiliriz.