Zihin açıklığı

Bu düzende ne kadar olunabilirse o kadar mutluyken, küçük bir çocuk olarak beni her sabah evden okula yolcu eden genciyle yaşlısıyla sevgi dolu kadınları arkamda bırakırken demek istiyorum, kapıdan dışarıya adımımı attığımda “Allah zihin açıklığı versin oğlum” diye uğurlanırdım. İşte biraz o Allah’ın verdiği, biraz da kendi çabamla edindiğim zihin açıklığı ile olsa gerek, okuduğum okullar boyunca, hiç şaşırmadığım söylenebilir. Aslında, daha sonraları da, zihin açıklığını sürdürmeye özen göstermiş ve, boş bir övünme olduğunu sanmıyorum, bunda küçümsenmeyecek bir başarı göstermişimdir. Bu başarıda, o Tanrısal desteğin mi yoksa kendi çabamın mı etkili olduğu konusunda kuşkum yok da, yazıya latife yollu başlamış bulunduk, öyle sürdürüyoruz işte. Yine de, burada kendi çabam derken bireyselliği değil içinde yer almaya çabalayıp durduğum kolektif irade ile uğraşıyı anlatmak istediğim yeterince açık olmalıdır. Bununla birlikte, kendisine yakıştırılan en övgüye değer özelliğin bağışlayıcılık olduğu kuşku götürmez Tanrı’nın, bu tavrımda herhangi bir şirk koşma belirtisi aramayacağından, o tür bazı ipuçlarına rastlasa da, bağışlayacağından eminim.

Her ne kadar şaka yollu ve zamanın ruhuna uygun bir giriş yapmış olsak da, asıl gelmek istediğim, sadece solcusuyla, sosyalistiyle, komünistiyle görece dar bir toplamın değil, çok büyük sayılarla anlatılabilecek emekçi kitlelerin de sahip olamadıkça hiçbir musibetten kurtulamayacakları bir zihin açıklığıdır.

Kapsamı bu kadar geniş tutunca, sözü sürdürmek da o kadar kolay olmuyor haliyle. Öyleyse, kapsamı, kastettiğimiz ya da seslendiğimiz kapsamı daraltarak devam edelim.

Daraltınca ulaştığımız ise kendilerini devrimci, sosyalist, komünist sayanlardır. Haydi biraz daha geniş tutalım, bu düzenden herhangi bir çıkarı, umudu, beklentisi olmamakla birlikte henüz o sıfatları benimseyemeyenler, tarafsız bir bakış açısıyla, zaten öyle nitelendirilemeyenler, dolayısıyla, “solcular” denebilecek daha tanımsız, daha amorf bir kütle içinde yer verilenlerdir.

İşte bu kütle için, yığın sözcüğü kimileyin ve kimilerinin gözünde aşağılayıcı görülebildiği için eski sözcüğü daha ayırt edici sanılan tek bir harf değişikliği ile kullanıyorum, o en geniş anlamıyla solcular için zihin açıklığının amaçlaması gereken birincil konular arasında emperyalizmi vurgulamak gerekir.

Yaşadığımız günlerde, dönemde, çağda, her neyse, emperyalizmden söz edilecekse eğer, bunun çağdaş ya da güncel kapitalizmden farklı bir “şey” olmadığı bilinmelidir; bu yönde bir zihin açıklığı bulunmalıdır. Hele hele bu sözcüğün başına bir “anti” getirilecekse, karşıtlık belirtilecekse…

Bilinmezse, habersiz kalınırsa ne olur?

Şu olur: Emperyalizme karşı yola çıkanlar, bilerek ya da bilmeyerek, emperyalistler arasında daha iyisini ya da daha az kötüsünü seçmeye çabalarken, onlardan birinin ya da birkaçının tuzağına, eline, kucağına düşerler.

Peki, emperyalizm konusunda ilk bilinmesi gereken, bu konudaki zihin açıklığının ilk koşulu, olmazsa olmazı nedir?

Şudur: Emperyalizm, kapitalizmden kökten farklı, ona karşı, onu engelleyen, sınırlayan, onun iyiliklerini gölgeleyen bir “şey”, bir sapma, bir aykırılık değil; onun eninde sonunda varacağı, vardığı; kendi çıkarları açısından bakıldığında, bir üst evredir; kapitalizmin öncekilerden ayırt edici değilse de temel özelliği olan insanın insan tarafından sömürülmesinde en ileri aşamadır.

Bu dediklerimizin mantıksal bir uzantısı ise şöyle dile getirilebilir: Kapitalizm olmasaydı emperyalizm de olmazdı; dolayısıyla, kapitalizmden söz etmeden emperyalizmden ve onun kötülüklerinden söz etmek, söz edenlerin cehaletlerini değilse eğer, her iki sözcüğün birlikte kullanımıyla eksiksiz anlatımını bulan düzenle çıkar bağlantılarının varlığını gösterir.

Zihin açıklığının varlığı gereken bir başka konu, emperyalizm döneminin olgusu olan faşizmdir. Böyle demekle konunun önemine ilişkin iki büyük dayanağı da belirtmiş oluyoruz aslında, dayanak hem tarihsel hem mantıksal anlamdadır: Birincisi, faşizm emperyalizm döneminde ortaya çıkmıştır; aynı anlama gelmek üzere, onun ürünüdür. Bunun uzantısı olarak, ikincisi, faşizm kapitalizmin öz evladıdır; ikisi arasında olabilecek çatışma ve ayrılıklar geçicidir, giderilmesi imkânsız nitelikte değildir. Dolayısıyla ve özetle, kapitalizm ve emperyalizm karşıtlığını içermeyen bir faşizm karşıtlığı, mücadele isteğinin değil konformizmin göstergesidir.  

Şu son yazdığım, bizim tarafın en yaygın, ama çok eksikli faşizm tanımında büsbütün olmasa da önemli ölçüde ihmal edilen bir gerçekliğin de işaretlerini barındırıyor. Faşizm, kapitalizm ve kapitalist demokrasi açısından, onun nesnel gelişimi içinde, bir aykırılık, benzemezlik, anomali değil, doğallıktır. Kapitalizmin, kapitalist ya da emperyalist demokrasinin eninde sonunda varacağı, her zaman varmasa da, hep yedekte tuttuğu ve bir bakıma bugün de vardığı yer, faşizmdir. Faşizm ise, kuşkusuz, dolaşıma sokulan bütün anlamlarıyla kapitalizmdeki demokrasinin yerle bir edilmesidir; ama, aynı zamanda, oraya, demokrasiye mündemiçtir, içerilmiştir.

Demek istediğim, güncel siyasal mücadelede, sadece komünistler açısından değil, ama elbette öncelikle onlar açısından, başta gelen iki zihin açıklığı bunlarla ilgilidir: Emperyalizm ile onun çağının olgusu, ürünü olarak faşizmden ve onlara karşı mücadeleden söz edilecekse eğer, kapitalizmi gündeme getirip hedef tahtasına yerleştirmeden söz söylemek de hareket etmek de mümkün değildir. Mümkün olsa bile, ciddi değildir. Herkes de ciddi olmak zorunda olamaz, denilirse, ona da kim ne diyebilir?

Yukarıda bir sınırlama yapmaya çalışırken ne demiştik: Komünist olduklarını iddia edenler falan bir yana en geniş anlamıyla solcu sayılanlar, hem kendilerini böyle kabul edenler hem de nesnel olarak böyle sayılabilecekler …

Ama, bir de, yine yukarıda değindiğimiz “çok büyük sayılarla anlatılabilecek” emekçi yığınlar var, hani şu bir şeyleri anladıklarında o anladıkları en etkili silah konumuna gelenler, hani “ellerini dayayıp toprağa ayağa kalktıklarında” bahtımızı değiştirecek olanlar…

Onlar ne olacak, nasıl anlayacaklar?

Zihin açıklığına tarihsel ve nesnel olarak ilk kavuşacaklar, kavuşması gerekenler ne güne duruyor, dersek, çok mu aşırı bir iyimserlik göstermiş oluruz?