Yaklaşan seçimin gösterdikleri

Gösterdikleri ve gösterecekleri de denebilirdi. Burada sözünü edeceklerimizin bazıları, şimdiden ortaya çıkmış durumda; bazıları ise seçim sonuçları alındıktan sonra ve onu izleyen günlerle haftalar içinde olup biteceklerle birlikte daha açıkça anlaşılır olacak.

Siyaset denen sahneyi az çok izleme alışkanlığı olanların büyükçe bir bölümü açısından şimdiden belli bir açıklıkla ortaya çıkmış gerçeklerden birini, onu algıladıklarını varsaydıklarımızın zihinlerindeki yansıma biçim ya da biçemlerine uygunlaştırarak şöyle anlatabiliriz: Sahnedeki partilerin ezici çoğunluğunun benzerlikleri çok fazla. Neredeyse birbirinden ayırt etmekte güçlük çekiliyor. Bunun özellikle seçim yaklaşırken belirginleşen göstergelerinden en az ikisini hemen dile getirmek hiç zor olmuyor.

Bunlardan biri, söylediklerinin, vaat ettiklerinin, proje diye ileri sürdüklerinin ve bütünüyle ortaya koyup anlatmasalar bile bunlardan anlaşıldığı kadarıyla programlarının birbirinden farkı pek önemsiz görünüyor. O kadar ki, çoğu durumda, vaatleri ve çözüm olarak öne sürdükleri neredeyse üst üste çakışıyor.

İkinci bir gösterge ya da kanıt ise adaylarının da birbirine çok benzemeleri. Nitekim, bir tarafta aday olacağı sanılan, hatta açık açık adı geçen, bazı durumlarda düpedüz aday adayı olarak ortaya çıkanlar, çabucak ve şaşılacak bir doğallıkla, karşı tarafa geçiveriyorlar. Karşı taraf da değil. Karşı olduğu sanılan, öyle bir izlenim yaratmaya çabalayarak yer yer yüz kızartıcı boyutlara ulaşan küfürlü gösterilerle süslenmiş kayıkçı döğüşleri sergileyen partiler arasında mekik dokuyabilen adayların sayısı, rastlantı ya da tek tük örnekler olmanın sınırını çok çok aşıyor. O kadar ki, seçimlere katılarak sözüm ona tek karar verme gücünün sahibi seçmenlerden oy, dolayısıyla görev isteyecek adayların, seçime pek kısa süre kalmışken, partilerin birinden öbürüne geçmeleri, kesinlikle hiç şaşırtıcı olmuyor; tersine, her seçimin, özellikle bu yerel seçimlerin uyulmaması şaşkınlıkla karşılanan bir kuralı durumunda.

Ancak, burada, asıl şaşkınlıkla karşılanması gereken, bu geçişlerin ve mekik dokumaların, kimilerince, ahlak dışı bir davranış olarak nitelendirilebilmesi. Oysa, zaman zaman baş döndürücü bir görünüm kazanan bu hareketliliğin, bir tür seçim ya da demokrasi ahlakının gereklerinden yahut kurallarından biri durumuna geldiğini ileri sürmek, gerçekliğe daha uygun görünüyor. Aralarındaki farklar önemsizleşmiş, en az düzeye inmiş, hatta birçok konuda sıfırlanmış partiler arasında gidip gelen siyasetçiler ve siyasetçi adayları için ahlaksız demektense kararsız demek daha yerinde olur.

Seçim yaklaştıkça ilk kez değil, ama biraz daha açıklıkla ortaya çıkanlardan bir başkası, partilerin farksızlaşmasının ötesinde, parti olmayana doğru yaklaşması. Daha açıkçası, parti düşüncesinin, yalnız düşüncesinin değil, gerçek dünyadaki cisimleşmesinin gitgide ve hızla yok olması. Gerçekten de, bu olgunun ne bu seçimde ne öncekilerde ilk kez belirginlik kazandığı söylenebilir. Çoktandır hemen herkesçe görülebilir bir açıklıktan söz etmek mümkün görünüyor. Denebilirse, partilerin partisizleşmesi süreci ile karşı karşıyayız. Gittikçe hızlanan, belki de sonuna yaklaşmış bir süreç bu.

Kemal Okuyan, 22 Şubat günü burada yayımlanmış yazısında şöyle demişti:

“Kurucu parti CHP, Türkiye’de parti fikrinin, parti olgusunun bütünüyle ortadan kalkmasında da ‘öncü’ rol üstlenmiş durumda. Bugün CHP başta olmak üzere, bütün partiler kendi kendilerini ortadan kaldırmakta, sönümlendirmekte. Partiler arasındaki sınırlar kayboldu, siyaset tamamen kişiler üzerinden yürüyor.

Parti yok lider var, parti yok lidercikler var, parti yok yancılar var, parti yok çapsız koltuk sevdalıları var.”

Bu sönümleniş şöyle bir yere doğru gidebilir mi, diye bir soru sorarak devam edebiliriz. Bizdeki burjuva politikacılarının küçümsenmeyecek bir bölümünün vazgeçilmez denemese de ona yakın önemde gördükleri “keşke”lerden biri, düşlerden mi demeli yoksa, ah bizim memlekette de iki partiden başkası olmasaydı, biçiminde dillendirilebilir. Şu sözü edilen partilerin git gide farksızlaşması ve sonuç olarak gereksizleşmesi süreci, çok da gecikmeden, ortalıkta parti marti kalmaması noktasına kadar ulaşabilir mi? Böyle bir noktanın resmen tescillenmesi, ikisi dışındaki partilerin sahneden çekilmesi ya da çekilmelerinin sağlanması kolay kolay mümkün olmaz herhalde, ayrıca gerekli de değildir. Ama buna benzer bir durumun herkesçe anlaşılabilir ya da kabul edilebilir bir açıklıkla süreklilik kazanması, eskiden tahteravalli benzetmesi yaparak anlattığımız o iki partili siyaset dünyası beklentilerinin düş olmaktan çıkmasını kolaylaştırabilir. Şunu demek istiyorum: Uzun süredir bilinen anlamıyla partilerin yok oluşu ya da sönümlenişi, öylece doğacak boşlukta sadece iki partinin var edilmesi ve çaresiz doğabilecek başkalarının çeşitli yollarla engellenmesi, büsbütün engellenemiyorsa, gelişmelerinin aşılması imkânsıza yakın güçlüklerle sınırlandırılması mümkündür. Mümkün olmak bir yana,  birbirinden gerçekten farklı çok sayıda partinin varlığını sürdürdüğü bir ortamdansa, o farkların önemsizleştiği, dolayısıyla parti sayısının zaten gerçekte çok azaldığı bir siyaset ortamı, ikisi de düzeni savunan iki partili bir dünyaya geçmek açısından çok daha elverişlidir.   

Bunların ülkemiz burjuvazisinin ekonomik, politik bütün katmanları ile kesimlerinin beklentileri, düşleri, ütopyaları arasında yer aldığını düşünmekte bir yanılgı olduğunu sanmıyorum. Dahası, AKP iktidarının partilerin benzeşmesi olgusundaki payını, onun ömrünü uzatan etkenler arasında düşünmenin de yanıltıcı bir yanı yoktur.

Seçimin gösterdiklerinden ve göstereceklerinden söz açılmışken, yıllardan beri tekrar edip durduğum için, seçimlerin herhangi bir kayda değer değişime yol açma olasılığını ortadan kaldırma önlemlerinin bu kez de geliştirilerek gündeme alındığına hiç değinmeden geçmek olmaz. Buna ilişkin yenilikler de artık eskimiş yöntemlerin uygulanmasındaki yeni pervasızlıklar da uç vermeye başlamıştır; bunların önümüzdeki bir ay içinde daha da ete kemiğe bürünmesi beklenmelidir.

İki umuttan söz edilebilir. Biri, emekçilerin seçimlerin ne olduğunu ve kimlere hizmet etmek üzere kurgulandığını kavrama yolunda bir adım daha atmaları olasılığıdır. Ölçülmesi zor, ama varlığı kesin bir olasılık.

“Kendi ilkelerini hayata geçirecekleri her belediyeyi düzene karşı, Türkiye devrimine ulaşana kadar savunulması gereken bir mevzi” kabul ettiklerini açıklayarak “yerel yönetimlerle gelecekte özgürlüğe ve eşitliğe dayalı toplum hayali arasında bağ” kurmayı öngören komünistler var bir de. Bakalım onlar ne kadar ulaşabilecekler emekçi halka ve nasıl tepki görecekler. “İki umut” dediğimin ikincisi de budur.