Oku oku, nedir sonu?

Biraz gecikmeli olmakla birlikte, konu edinebiliriz.

On binlerce mi demeli, yüz binlerce mi, genç çocuk  üniversite “tercihlerini”  belirttiler ve yerlerine yerleştirildiler. Bu cümlede epeyce hata var; hata dediğim, yanlışlık, yalan, hatta sahtekârlık. Sırayla, ama önem ya da önceliğine göre değil, aklımıza geliş sırasıyla nedenleri üzerinde duralım.

Bir kez, kimse tercihinin nasıl oluştuğunun farkında değil, olsa da, asıl tercihi her neyse, orada okumaya hak kazanabileceği umudunu taşımıyor. Kimse dediysek, büyük çoğunluk anlamında söylüyoruz bunu. Dolayısıyla, tercih ettikleri yerlerin hiç değilse bir bölümünde, “ya tutarsa” yaklaşımıyla hareket ediliyor. Burada yaklaşım türünden bir sözcük, ince elenip sık dokunmuş izlenimi yaratarak gerçek durumu abartılı bir iyimserlikle yansıtıyorsa da,  öyle demiş bulunduk bir kez, değiştirmeyelim.  

İkincisi ve daha önemlisi, o umudu taşıyanların önemli bir bölümü de tercihini neden yaptığının farkında değil, az çok farkında olsa bile, o tercihin sağlayacağını sandığı mesleğin gerçekte nasıl ve hangi amaçlarla yapıldığına, yaptırıldığına ilişkin yeterli bilgiye sahip değil. 

Üçüncüsü, yapılan tercihle kayıt olunan okulda o mesleğin nasıl, hangi yeterlilik düzeyinde kazandırıldığı konusunda da kabul edilebilir ölçüde bir bilgilendirilme yapılmıyor. Olsa olsa, falanca okul ve imkânları, mezunlarının ve onlarla tanımlanan şöhretinin anlattıkları türünden, en azından bir bölümü abartılı ya da dayanaksız, dolayısıyla bilgilendirmeden çok reklam yahut propaganda denebilecek bir hizmet sunuluyor. Öyle ya, çağdaş kapitalizmin birincil sektörü “hizmetler” sektörüdür artık ve orada da tanıtma, reklam etme, kandırma benzeri sözcüklerle anlatılabilecek, oldukça tuhaf görünen bir “üretim” etkinliği ön plandadır.

Sonuç olarak, örneğin, bu yıl da maraton sona erdi ve gençler tercihlerine göre okullarına yerleştirildiler, türü bir cümle bilerek ya da bilmeden yapılan bir aldatmacadan öteye gitmiyor.

Yine de, artık sayıları milyonlarla anlatılacak kadar çoğalmış genç insanlar, hangisi  olursa olsun kapağı bir üniversiteye atmak peşindeler.

İyi kötü bir meslek edinmek için desek, edinip edinemeyecekleri bir yana, edindikleri mesleğin hayatlarını sürdürmeye yetecek bir gelir elde etmelerine yetecek bir iş bulmalarını sağlamayacağı, aşağı yukarı, anlaşılabiliyor. Her bir kuşağı beş altı yıllık dilimlerle tanımlarsak, kendilerinden bir önceki, iki önceki, üç önceki… kuşağın başına gelenlere bakmak yetiyor.

Ama, belki de, bilimle uğraşmak için istiyorlardır üniversiteye girmeyi. Neden olmasın?  

Oysa, yeryüzünün pek çok bölgesinde geçerli olmakla birlikte, sadece kendi ülkemizle sınırlı tutarak söyleyelim, bilim artık tümüyle kapitalizmin, onun karabasanlar içindeki egemen sınıfının buyruğunda ve boyunduruğu altındadır. Üstelik, zaten pek az gelişmiş bir aşamaya ulaşabilmişken, bir de, egemen sınıflar koalisyonunun epeydir süregiden yapısına bağlı olarak ortaya çıkmış arkaik niyet ve özlemlerin tasallutuna uğrayarak büsbütün duraklatılmıştır. Bu yüzden, coğrafi olarak akıl dışı bir yaygınlığa ulaşmış “akademi dünyası”, hem ele almak üzere seçtiği sorunlar, hem onlara yaklaşımları, hem çalışmaların gerçekleştirilme biçimleri ile sunuluş ve kullanım yöntemleri bakımından skolastisizmin hiçbir sınır tanımayan basübadelmevtini  yaşamaktadır. Bu cümlenin fazlaca süslü olduğu itirazı gelirse, ses çıkarmayabilirim de, abartılı olduğunu kesinlikle kabul etmem.  

Öyleyse, bilimi, bilim yapılan ya da yapılması gereken yerleri gündem dışında mı bırakacağız? Elbette hayır. Belki de, tam tersine, gündemin başlarında bir yere koyacağız.

Ama şimdiki gençlerimizin işlerinin, sözgelimi bundan yarım yüzyıl önce bizimkine oranla, daha zor olduğunu da teslim etmek durumundayız. 

Bir yandan, bilimin ve akademi dünyasının aşağılık amaçlar peşinde koşar ve onlara hizmet  eder oluşuna tahammül göstererek bilimi öğrenmeye çalışacaklar; bir yandan da, bu çamura batmış bilimi temizleyerek emekçi insanlığın hizmetine sokacaklar. Hem de eski kuşaklara göre daha az yardım alarak, hem de onlardan daha elverişsiz koşullarda, hem de yıkıcı bir umutsuzluğa kapılmak çok daha kolaylaşmışken…

Kuşkusuz, çok zorlu, ama o kadar da soylu bir iş.

Bunca soysuzun mide bulandırarak kol gezdiği bir dünyada gözümüz o çocuklardadır: Bilimleri öğrenecekler, kirinden pasından temizleyecekler ve “en güzel dünya”nın harcına katacaklar.

Okumanın sonu buraya varacaksa, ne kadar zahmetli olursa olsun, değer!