Sermayenin vurucu gücü MESS

29 Ocak Perşembe günü Birleşik-Metal İş sendikasına üye 15 bin işçi Metal Sanayicileri Sendikası MESS’e karşı greve çıktı.  10 farklı kentteki 22 fabrikada “MESS’in dayatmalarını kabul etmiyoruz” pankartlarıyla başlayan grev uzun yıllardır görülmemiş ölçekte bir işçi hareketliliğine sahne oldu. Bu vesileyle, grevin müsebbibi ve muhattabı MESS’e biraz daha yakından bakalım.

MESS Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde özel bir yere sahip. 1959’da kurulan ve sermaye sınıfının ilk bağımsız örgütlenmelerinden olan MESS,  1960-1980 arasında yükselen işçi hareketine karşı en uzlaşmaz, en sert tutumu gösteren sermaye örgütü, adeta sermayenin vurucu gücü durumundaydı. Bu durumun basit bir sebebi vardı. MESS’in karşısındaki Maden-İş, Türkiye işçi sınıfının gelmiş geçmiş en güçlü, en militan işçi sendikasıydı. Karşısında güçlü bir işçi sendikası bulunan sermayedarlar arasında örgütlülük düzeyi, kollektif eylem kapasitesi, bir anlamıyla “sınıf bilinci” doğal olarak daha yüksekti. 

Maden-İş’le MESS’in arasındaki mücadelenin en çok kızıştığı dönem 1977’deki MESS Grevi, nam-ı diğer “Büyük Grev” dönemiydi. 30 Mayıs 1977’de başlayan ve toplamda 63 fabrikayı kapsayan grev 8 aydan fazla sürdü. Bu grevin  meşhur sloganı olan “DGM’yi ezdik, sıra MESS’te” sözü dönemin mücadele ortamı açısından fikir verici niteliktedir.

Birincisi, atak yapan, inisiyatifi elinde bulunduran kesim işçi sınıfıydı. Sermaye sınıfı açık bir şekilde savunma pozisyonundaydı. İkincisi, işçi sınıfının menzilinde hem MESS’in hem de DGM’nin bulunması, işçilerin sadece ekonomik çıkarları için değil bir bütün olarak “müesses nizama”  karşı mücadele ettiklerini gösteriyordu. Dahası, MESS’in grev karşısındaki tavizsiz konumu ve meseleyi adeta bir ölüm-kalım meselesi haline getirmesi, sermaye sınıfının da benzer bir perspektifle hareket ettiğini göstermekteydi. MESS bu dönemde sadece ücret artışı taleplerine değil sömürü düzeninin bekasını tehdit eden bir harekete karşı direndiğinin bilincindeydi. MESS yönetimi, uzun süren greve dayanabilmek bu nedenle seferberlik ilan ediyor, bu nedenle direnişi kıran işletmelerin ağır şekilde cezalandırılacağını duyuruyor ve yine bu nedenle Maden-İş’e karşı bilindik anti-komünist propaganda yöntemlerine başvuruyordu.

8 ay süren zorlu grevin sonunda patronlar galip geldi. Maden-iş daha fazla dayanamadı ve ilk taleplerinin gerisinde bir sözleşmeyi imzalamak zorunda kaldı. Bu yenilgi sınıf mücadelesinin seyri açısından bir dönüm noktası anlamına geliyordu. Büyük  Grevden sonra, inisiyatif ve psikolojik üstünlük sermaye sınıfına geçti. Maden-İş’in 1979’daki çok daha küçük ölçekli grevinin sloganı olan “MESS’e geçit vermeyeceğiz” ifadesi, rollerin nasıl değiştiğini ortaya koyar nitelikteydi. Büyük grev farklı sonuçlansaydı tarihin seyrinin ne yönde olacağı Türkiye solu için hep iç gıcıklayıcı bir soru olmuştur. 

Hikayenin sonrasını biliyoruz. 24 Ocak kararları, 12 Eylül, DİSK’in kapatılması, sendikacıların hapse atılması, “gülme sırası”nın onlara geçmesi[i] vs, vs...İşçi sınıfının karşısında tüm hatlarıyla kontratağa kalkan bir sermaye sınıfı vardır artık. Üstelik, başından beri sermayenin tarafını tuttuğunu bildiğimiz hakem (yani devlet) artık bunu gizleme ihtiyacı bile duymamaktadır. Devletin başındaki Turgut Özal, MESS’in eski genel sekreteridir. Ya da Erdal İnönü’nün vaktiyle dediği gibi aslında “MESS genel sekreterliğini hiçbir zaman bırakmamıştır.”

12 Eylül sonrasında MESS,  bir yandan iş yaşamıyla ilgili istediği değişiklikleri tıkır tıkır meclisten geçiririrken, bir yandan da 12 Eylül öncesinin olumsuz patron imajını düzeltmek için sistematik bir halkla ilişkiler kampanyası yürütmeye başlamıştır. Yaşar Usta’nın karşısındaki “meymenetsiz ve zalim fabrikatör”  görüntüsünü silmek için hummalı bir faaliyete girişen MESS patronları, sürekli ne kadar entelektüel olduklarını vurgulama ihtiyacı içerisindedirler. Okudukları kitapları ve gittikleri konserleri gözümüze sokarcasına köşelerinde paylaşır,  işçi düşmanı taleplerini akla ziyan  karikatürlerle sevimlileştirmeye çalışırlar. Medyadaki mümessillerinin de yardımıyla bir zamanın “sömürücü patron” imajı yerini “rafine zevklere sahip, sanattan anlayan, entellektüel kanaat önderi olarak işadamı portresi”ne bırakır.

Dahası, solun boşalttığı alana girme cüretini gösterirler. 12 Eylül öncesinde başı her sıkıştığında orduyu göreve çağıran, işçileri devrimci sendikalardan uzak tutmak için “vatan-millet-Türk aile yapısı” gibi sağ motiflere sarılan düpedüz antikomünist MESS, hoşgörüden, diyalogdan, demokratlıktan, tabuları yıkmaktan hatta “devrimcilikten” dem vurmaya başlamıştır. Etkinliklerinde Nazım’dan, Can Yücel’den dizeler kullanırlar, “komünist ihtilal provası” diye yasaklanmasını istedikleri 1 Mayıs’larda büyük bir pişkinlikle 1 Mayıs balosu düzenlerler.

Bu halkla ilişkiler kampanyasının ardında MESS, MESS’liğine, yani sermayenin vurucu gücü olma özellğine devam etmektedir elbette. Avucunun içine aldığı Türk-Metal yönetimiyle kapalı kapılar ardında anlaşır, anlaşmaya direnen işçiler mafyatik yöntemlerle sindirilir, Türk Metal’le yapılan antlaşma Birleşik Metal İş’e dayatılır.

29 Ocak’ta başlayan grev, herşeyden önce böyle bir sermaye örgütünün dayatmalarına dur dediği için önemli. Grev öncesinde yaşanan MESS’ten kopmalar, sermaye cephesinin bu sefer hazırlıksız yakalandığını gösteriyordu ki “sermayenin ve sermayedarın dostu” AKP, MESS’in imdadına yetişerek milli güvenlik gerekçesiyle grevi erteledi. İşçilerin bu oldubittiye nasıl yanıt verecekleri henüz kesin değil. Ancak kesin olan bir şey var, o da yeni bir sınıf hareketi dalgasının AKP iktidarına karşı açılmış yeni bir cephe anlamına geleceği.

TEKEL direnişini saymazsak, AKP’nin emek düşmanı politikaları bugüne kadar  hakettiği düzeyde kitlesel bir tepkiyle karşılaşmadı. Haziran Direnişine yol açan ve bugünde yerli yerinde duran kitlesel hoşnutsuzluklar yükselen bir sınıf hareketi ekseniyle buluştuğu takdirde ortaya çıkacak enerjinin müesses nizamın temellerinde dinamit etkisi yaratması kaçınılmaz. Patronların da AKP’nin de telaşı bu yüzden.     

Bu vesileyle metal işçisine selam olsun. “MESS’i ezdik, sıra AKP’de” diyebileceğimiz günler dileğiyle ...


[1] MESS’in de üyesi olduğu TİSK’in (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) başkanı Halit Narin, 1983’te yeni İŞ Yasası’nın görüşmeleri sırasında “Bugüne kadar onlar (işçiler) güldü, şimdi gülme sırası bizde” sözlerini sarf etmiştir.