'Yerli ve milli' sarı taksiye karşı 'modern' Uber mi?

İstanbul piyasasına hızlı bir giriş yapan Uber ile taksiciler arasındaki tartışma bir süredir gündemde. Uber sürücülerinin taksiciler tarafından darp edilmesi ve taksi plakası sahiplerini temsil eden meslek odasının protesto eylemleri gergin tartışmayı daha da alevlendirmiş durumda. Uber’in yaygınlaşmasını savunanlar bu uygulamanın güvenlik ve konfor açısından taksiden çok daha kaliteli bir hizmet sunduğu gerekçesini öne sürüyorlar. Taksicilerse buna Uber’in vergisiz ve haksız kazanç sağlayarak binlerce taksicinin ekmeğiyle oynadığını söyleyerek karşı çıkıyorlar. Üstüne üstlük bunu açıkça hükümet yanlısı bir retorik üzerinden gerçekleştiriyorlar. Buna göre, “okyanus ötesi”nden gelen Uber “yerli ve milli” taksicilerin vergilendirilmiş kazancını gasp ederken memlekete tek bir kuruş fayda sağlamıyor.

Taksicilerin tepkilerini böyle bir retorik üzerinden ifade etmeyi tercih etmeleri var olan taksi hizmetinin kalitesine dair yaygın memnuniyetsizlikle birleşince, Uber-“sarı taksi” çekişmesi ülke gündeminin taraflaşma ekseninde hızla yerini aldı. Kısa mesafe beğenmeme, yolu dolandırma, aşırı hızlı gitme, kafa ütüleme gibi muhtemelen herkesin karşılaşmış olduğu bazı taksici davranışları beraberinde bir tipolojiyi getirdi ve sosyal medyanın sinik dilinde sarı taksi memlekette kötü giden ne varsa her şeyin billurlaşmış bir ifadesine dönüştü. Buna göre, sarı taksi cehaleti, şark kurnazlığını, yobazlığı, fırsatçılığı, mafya özentiliğini, sosyal medyadaki yaygın ifadesiyle “çomar”lığı temsil ediyordu. Sizi güler yüzle karşılayan, gideceği güzergahı sizinle paylaşan, trafik kurallarına riayet eden, siz istemedikçe muhabbet açmayan uygar Uber sürücüsü ise bunun tam aksiydi. Özetle, Uber sarı taksiye karşı modernliğin, evrenselliğin ve kentliliğin bayrağını dalgalandırıyordu.

Peki gerçekten öyle mi? Anlayabilmek için Uber uygulamasının çıkış noktasına ve dünyadaki serüvenine daha yakından bakmamız gerekiyor. Şu kısa notu düşerek başlayalım. Tarihsel materyalizmin ana akım iktisat disiplinine yaptığı eleştirinin bir yönü ana akımın tartışmayı piyasa ve mübadele ilişkilileriyle sınırlandırmasıdır. Halbuki, iktisat alanına dair kapsamlı bir kavrayış için metaların yalnızca nasıl mübadele edildiklerini değil nasıl üretildiklerini de dikkate almamız icap eder. Dolayısıyla tartışmayı Uber’in sunduğu hizmetin niteliğiyle sınırlamaktan vazgeçip bu uygulamanın arkasındaki dinamiklere, getirdiği iktisadi ve toplumsal yeniliklere ve bunların ideolojik etkilerine doğru genişletmemiz gerekiyor.

Uber yaygın internet kullanımı ve akıllı telefon uygulamalarıyla hayatımıza giren ve “paylaşım ekonomisi” adı verilen yeni bir sistemin parçası. Paylaşım ekonomisi bir meta ya da hizmet satın almak isteyen bireyle bu meta ya da hizmeti sunan bireylerin bir internet platformu üzerinden bir araya getirilmesine dayanıyor. Böylelikle bireyler ilgili alandaki ticari işletmeleri aradan çıkartarak ihtiyaçlarını kendi aralarında gidermiş oluyorlar. Uber bir yerden bir yere gitmek isteyen yolcu ile kendi aracıyla bu hizmeti sağlamak isteyen sürücüyü bir araya getirirken, benzer bir uygulama olan Airbnb aynı şeyi barınma ihtiyacı için yapıyor. Yani, kalacak yere ihtiyacı olan kişi uygulama sayesinde otele gitmek yerine evinin bir odasını belirli bir ücret karşılığında kiralayan kişilerle buluşuyor. Hizmeti sağlayan uygulamalar da bu işlem üzerinden belirli bir komisyon alıyor.

Bu iki uygulama paylaşım ekonomisinin en bilinen örneklerini teşkil ediyor. Aynı mantığı farklı alanlara taşıyan benzer uygulamalar sayesinde insanlar birbirleriyle yalnızca araçlarını, evlerini değil çamaşır makinelerini, matkaplarını, gitarlarını da paylaşabiliyorlar ya da belirli bir ücret karşılığında hizmet sağlıyor ve satın alıyorlar.

Paylaşım ekonomisinde ilk bakışta birçok açıdan kulağa gayet hoş ve hatta sol tınılı gelen şeyler var. Satın almak yerine paylaşarak tüketim kültürünü zayıflatıyoruz, hiyerarşik ticari şirketleri aradan çıkartıp yatay ve yerel ağları güçlendiriyoruz, şeffaf geri bildirim mekanizmaları ve puanlama sistemi hizmet kalitesini yükseltiyor ve ihtiyacı olan herkes bütçesine katkı sağlıyor. Eşitler arası (peer-to-peer) etkileşimlere dayanan uygulamalar yalnızca hayatı kolaylaştırmakla kalmıyor, bir yandan yerel ekonomileri güçlendiriyor bir yandan da gündelik hayatta insani değerlerin yeniden önem kazanmasına vesile oluyor. Dijital devrim sayesinde başka bir dünya mümkün!

Bu tozpembe anlatının ihmal ettiği önemli bir faktör var. Paylaşım ekonomisinin kapitalizm altında işliyor oluşu ve dolayısıyla kapitalist yasallıklara tabi oluşu. Silikon Vadisi çıkışlı Uber ve Airbnb bugün piyasa değerleri sırasıyla 72 ve 31 milyar dolar mertebesinde olan dev şirketler. Her kapitalist işletme gibi kâr güdüsüyle hareket eden bu şirketler son derece saldırgan büyüme stratejileriyle hareket ediyorlar. Kârlarını arttırmak için hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde; kamusal düzenlemelerin etrafından dolaşma, yasal boşlukları değerlendirme, vergi kaçırma, lobi faaliyetleri üzerinden siyasetçileri satın alma gibi bilindik yöntemleri uygulamaktan asla imtina etmiyorlar. Paylaşım, yerellik ve insanilik halkla ilişkiler çalışmasından başka bir şey değil. Bir kapitalist işletme ne kadar insani olabilirse bu şirketler de o kadar insani.

Bu noktayı iki örnek üzerinden ortaya koyalım. 2016 başında Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen saldırı sırasında bazı taksicilerin fırsatçılık yaparak can derdine düşmüş insanlardan fahiş fiyatlar talep etmesi haklı olarak çok tepki çekmişti. Fırsatçılık konusunda Uber’in sarı taksiden altta kalır yanının olmadığı görülüyor.

Uber yolculuk ücretlerini talep yoğunluğuna göre belirleyen bir akışkan fiyatlama (surge pricing) sistemine sahip. Yani talep arttığında fiyatlar da artıyor. 2014 Aralık'ında Sydney’de gerçekleşen bir rehine krizi sırasında Uber fiyatlarının aniden dört kat fırladığı gözlemlendi. Şirketin böyle bir felaketi fırsata dönüştürmesi sosyal medyada yoğun bir tepki dalgası yaratınca, Uber sözcüleri önce fiyat artışının daha fazla hizmet sağlayıcısının sisteme girişini teşvik amaçlı olduğu açıklamasını yaptılar, tepkiler dinmeyince de özür dileyerek gün boyu ücretsiz servis sağladılar. New York’taki Sandy Kasırgası’nda da benzer bir durumun yaşandığı biliniyor. Burada da Uber, ancak yükselen tepkiler sonrasında yoğun talep dönemlerinde fiyat artışını sınırlayacağı yönünde bir karar aldığını belirtti ve hatta yoğun talepten gelen ekstra kârın bir bölümünü Kızıl Haç’a bağışlama sözü verdi. Yani bir yandan fırsatçılık bir yandan göz boyama odaklı halkla ilişkiler stratejisi. Bunun ötesinde, Uber’in belirli bir piyasada hakimiyeti ele geçirdikten sonra fiyatları dilediği gibi arttırmasının önünde bir engel bulunduğunu söylemek güç.

Marka stratejisini yerel kültür ve mahalle hayatı gibi nosyonlar üzerinden kuran Airbnb’nin kamusallık ve yerellikle ilişkisi de hiç farklı değil. Airbnb dalgası kira ve ev fiyatlarında son derece keskin yükselişlere neden olarak aslında yerel sakinleri dışarı iten bir etki yaratıyor. Birçok yerde ilanların ezici çoğunluğu evdeki boş odayı kiraya verenler tarafından değil bunu iş haline getiren prosfesyonel Airbnb’ciler tarafından verilirken, uygulama özellikle Paris, Barselona gibi popüler şehirlerde yerel hayatın müthiş bir hızla turizmin ticarileştirici etkisi altına girmesine neden olmuş durumda.

Paylaşım ekonomisinin daha az konuşulan bir diğer önemli noktası da emek sürecine getirdiği yenilikler. Söz gelimi, Uber’in sürücüleri teknik olarak firma tarafından istihdam edilen ücretli işçiler konumunda değiller. Uber, sürücüleri “iş ortağı” girişimciler olarak tanımlıyor. Bu durum firmayı formel bir istihdam ilişkisinin getirdiği yükümlülüklerden kurtarırken, sürücüleri de istihdamla gelen haklardan mahrum bırakıyor.

Dahası, kendi hesabına çalışan hizmet sağlayıcıları aslında piyasa koşullarının yarattığı belirsizliği bütünüyle üstlenmiş oluyor. Başı sonu belli bir işgününe dayanan formel istihdamın aksine ne zaman başlayıp ne zaman bittiği belli olmayan esnek çalışma biçimleri mesai ve mesai dışı ayrımını olduğu kadar iş ve ev ayrımını da ortadan kaldırıyor. Paylaşım ekonomisin girişimcisi aslında her an hizmet sunmaya hazır olma gerekliliği, puan sisteminin getirdiği performans baskısı, diğer hizmet sağlayıcılarla sürekli rekabet hali, örgütsüzlük, güçsüzlük ve izolasyon ile şekillenen bir çalışma rejimine tabi oluyor. Bu durum hayatın işe dönüştüğü, hayatın kendisinin bütünüyle metalaştığı bir süreci ifade ediyor.

Özetlemek gerekirse, tartışmaya açılan konu “yerli ve milli” sarı taksiye karşı “modern ve nezih” Uber basitliğinde ele alınabilecek bir mesele değil. Mafyöz örgütlenmelere sahip plaka sahiplerinin ağırlıklı olarak lümpen bir İslamcı-milliyetçi hattın etkisi altındaki şöförleri gece gündüz sömürdüğü sarı taksi sistemi şehir içi ulaşımı cehenneme çeviriyor olabilir. Bu sistemin savunulacak tarafı olmadığı aşikar. Fakat solun bu konudaki tutumu kapitalist teknoloji devi Uber’i desteklemek olamaz. Sol kamu çıkarı ekseninde düzenlenen ve şehir içi ulaşımı meta olmaktan çıkaracak yaygın toplu taşıma talebinden asla vazgeçemez.