New York’ta bir Suudi Prens

Sting English Man in New York adlı ünlü şarkısında dostu Quentin Crisp’in New York şehrinde bir İngiliz olarak deneyimlediği yabancılaşmayı anlatır. Crisp’in kahve yerine sütlü çay tercihi yadırganır, her yere götürdüğü bastonu tuhaf karşılanır, aksanıyla dalga geçilir. ABD vatandaşı olmadığı halde ABD’de bulunma izni olanların statüsünü ifade eden “yasal yabancı” (legal alien) sözü Crisp’in ruh halini de yansıtmaktadır. Çok yakın bir kültürel dünyaya ait olsa ve aynı dili konuşsa da İngiliz, New York’ta bir yabancıdır.

Dünyanın bir ucundan ve çok farklı bir kültürel evrenden gelerek geleneksel kıyafetleriyle ABD’de arzı endam eden Suudi veliaht prensi Muhammed Bin Salman, namı diğer MBS ise pek yabancılık çekiyor gibi gözükmüyor. Ziyaretin hemen öncesinde CBS kanalına verdiği yüksek profilli bir röportajla gündemde yer eden MBS’nin basına “sızdırılan” programında yok yok. Prens, Başkan Donald Trump, Clintonlar, ABD dış politikasının mimarlarından Henry Kissinger, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres gibi üst düzey siyasi figürlerin yanı sıra medya patronu Rupert Murdoch, Bill Gates, Tim Cook ve Elon Musk gibi teknoloji CEO’ları ve popüler talk show’cu Oprah Winfrey ile de görüşecek.

Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduktan sonraki ilk dış gezisini Suudi Arabistan’a yapması ve ABD tarihinde bir rekora imza atarak 350 milyar dolar değerinde bir silah antlaşmasına imza atmış olması iki ülke arasındaki yakınlığın bir nişanesi. Nitekim MBS gezisine Suudi Arabistan’ın ABD’nin Arap dünyasındaki en eski ve köklü müttefiki olduğunu vurgulayarak başladı. Hatta daha da ileri giderek Suudi Arabistan’ın Vahabilik inancını komünizm tehdidine karşı ABD’nin yönlendirmesiyle yaydığını belirtme ihtiyacı duydu.       

MBS’nin seyahati çok iyi kurgulanmış ve bütün ayrıntıları hesaplanmış bir PR çalışması izlenimi veriyor. Taht yarışında olası rakiplerini ekarte etmiş ve yaşlı babasından fiili iktidarı devralmış olduğu bilinen 32 yaşındaki prens ABD gezisinde bir anlamıyla görücüye çıkıyor. Yenilikçi ve modern bir görüntü vermeye özen gösteren MBS böylelikle Suudi Arabistan’ın İslami terörizmin membaı olduğu yönündeki olumsuz imajı restore etmeyi umuyor. Bu nedenle, radikal İslam’dan kendisini net bir şekilde ayırmış ılımlı ve yenilikçi bir reformist portresi sunmaya çalışıyor. Kadınların otomobil kullanmasını yasaklayan düzenlemeyi kaldıran yasa değişikliğinin mimarı olduğunu sık sık yineleyen prens Suudi kadınının toplumsal ve iktisadi hayattaki rolünün güçlenmesini destekleyen açıklamalarıyla klasik bir Suudi kral olmayacağını vurguluyor. ABD gezisinin bir bölümünde bu yenilikçi imajın altını çizercesine geleneksel Suudi protokollerinin dışına çıkarak takım elbiseyle Starbucks’ta kahve pozu verdi.  

Suudi Arabistan’ı uluslararası alanda problemli hale getiren bir diğer unsur Yemen’de süregiden savaş. Yemen’de yönetimi el geçiren Hutiler, bu gelişmeyi bir tehdit olarak algılayan Suud rejimi tarafından sert bir askeri müdahaleyle karşılanmıştı. ABD’nin de desteğini alan Suud müdahalesi Yemen’de muazzam boyutlu bir insani krize yol açmış, BM ve diğer bazı uluslararası kuruluşların yaşanan trajedide Suudların payını gündeme getirmesi rejimi bir miktar zora sokmuştu. MBS’nin gezi öncesinde ve sırasında verdiği demeçlerdeki süreğen temalardan bir tanesi de Yemen müdahalesini meşrulaştırma çabasıydı. MBS Suudileri müdahaleye zorlayan etmenin Yemen’deki Huti iktidarının Suudi Arabistan’ın sınır güvenliğini tehlikeye düşürecek hamlelerde bulunması olduğu tezini yineledi. Dahası, Huti yükselişinin İran yayılmacılığının bir ürünü olduğunu vurgulayarak Trump yönetiminin İran’a karşı alarmist tutumuna oynadı.

Aslına bakılırsa, İran konusu MBS’nin ziyaret kapsamındaki demeçlerinde belirgin bir ağırlık taşıyor. Suudi Arabistan’ın bir nükleer programa sahip olmadığını vurgulayan MBS İran nükleer sevdadan vazgeçmediği takdirde böyle bir yola girmekten de çekinmeyeceklerini ifade etti. Kısa bir süre önce İran’ın dini lideri Hamaney’i Hitler’e benzeterek İran politikasındaki saldırganlık düzeyini artıran MBS, ABD röportajlarında İran’a karşı uluslararası bir yaptırım uygulanmadığı takdirde 10-15 yıl içerisinde İran’la savaşın kaçınılmaz olduğu yönünde tehditkar bir ifade kullandı. Buna karşılık İran Dışişleri sözcüsü Prens’i “hezeyan içerisinde toy biri” olarak niteleyen sert bir açıklama yaptı. MBS’nin ziyaretinin amaçlarından bir tanesinin ABD’yi İran’ın üzerindeki baskıyı artırmaya teşvik etmek olduğunu söylemek mümkün. Trump’ın yeni göreve getirdiği Güvenlik Danışmanı Bolton’un da İran rejiminin kısa süre içerisinde devrilmesi gerektiğini açıkça savunacak kadar şahin bir tutum içerisinde olması Suud’ların bu konudaki zamanlamasının iyi olduğunu gösteriyor.   

Daha az öne çıksa da Suriye meselesi de MBS’nin ziyaretindeki önemli başlıklardan bir tanesini oluşturuyor. Aslına bakılırsa bölge basınında görüşmelerin perde arkasındaki ağır topunun Suriye olduğu yorumları yapılıyor. MBS’nin ziyaretinin önemli gerekçelerinden birisinin ABD’nin Suriye’de Suudlara daha etkin bir rol teklifinin görüşülmesi olduğu iddia edilirken, Trump’ın daha birkaç gün önce yaptığı beklenmedik “çok yakında Suriye’den ayrılacağız” açıklaması da kısmen bu stratejiyle ilişkilendiriliyor.    

MBS’nin vitrine koyduğu stratejilerinden bir tanesi de Suudi Arabistan’ın petrole bağımlılığını azaltmayı hedefleyen bir iktisadi çeşitlenme yönelimi. 2030 Vizyonu adını verdiği plan kapsamında turizm ve enerji sektörlerinde kapsamlı altyapı çalışmaları öngören Prens’in ABD ziyaretinde bu projeler için yatırımcı aradığı ve dahası, ülkenin dev petrol şirketi Aramco’nun yüzde 5’lik hissesinin New York Borsası’nda işlem görmek üzere arz edilmesi için görüşmelerde bulunacağı konuşuluyor.      

Suud hanedanıyla ABD’nin son derece yakın ilişkiler içerisinde bulunduğu sır değil. İki ülke arasında milyonlarca dolarlık askeri ve iktisadi antlaşmalar bulunuyor. Dahası, Suudi Arabistan’ın da aralarında bulunduğu petrol zengini Körfez monarşilerinin dolar rezervleri 1970’lerden bu yana ABD önderliğindeki neoliberal finansal dönüşümlerde kilit bir öneme sahip olageldi. Özetle, MBS ziyaretinin bir kez daha göstermiş olduğu gibi, tüm arkaik görünümüne rağmen Suudi Arabistan küresel kapitalizmin marjında yer alan bir anomali değil, aksine sistemde çok boyutlu kritik işlevler gören asli bir unsur.