AKP’li Yıllarda Ekonomi KORKUT BORATAV

"Kapatma davası"nın yarattığı belirsizlikler son bulurken Türkiye ekonomisinin 2008 ortalarındaki görüntüsü üzerinde bir değerlendirme yapmanın da zamanı gelmiş bulunuyor. Bugün birkaç vurgulama ile sınırlı "kuşbakışı bir gezinti" ile yetineceğim. Ayrıntılı tartışmaları sonraki haftalara erteleyerek...

***

&bull Emperyalizmin metropollerinde patlak veren finansal kriz çevre ekonomilerine henüz bulaşmamıştır. Türkiye'de de bugünden yarına bir finansal krizi öngörecek durumda değiliz. Yakın gündemde durgunlaşma vardır.

&bull 2001 çöküntüsünü izleyen dönemde her yıl artan dış kaynak girişleri iç talebi genişletmiş kısa dönemli büyüme hızının yüksekliği bu etkene bağlı kalmıştır.

&bull Bu sürecin iki nedenle sınırlarına gelinmektedir. Bir kere dış kaynak girişleri durgunlaşmaktadır. İkinci olarak da üretim potansiyelinin üst sınırına yaklaşılmıştır. Büyüme, artık, kısa vadeli talep artışlarından ve bunu tetikleyen dış kaynak girişlerinden çok sermaye stokunun genişlemesine ve teknolojik ilerlemeye bağlı olacaktır.

&bull Krizi izleyen yıllar bu etkenlerden kaynaklanan bir dinamikleşmeye yol açamamıştır. Sermaye birikim oranı hâlâ on yıl öncesinin altındadır ve sermaye stokunun niteliğinde anlamlı bir düzelmenin gerçekleştiği söylenemez. Bu nedenlerle önümüzdeki on yıllık bir dönem içinde ortalama büyüme hızının yüzde 4-5'lik bir aralığın içinde sıkışıp kalması beklenmelidir.

&bull Dış kaynak girişleri içinde aslan payı, artık, özel sektörün dış borçlanmasından oluşuyor. Büyüme hızının çok üstünde bir tempoyla artan dıç borçlar Türkiye ekonomisinin ana kırılganlık öğelerinden birini oluşturmaktadır. Tek teselli öğesi, kısa vadeli dış borçların, hızla artan toplamın içindeki payının çok yüksek olmamasıdır.

&bull Büyüme hızı düştükçe, cari işlem açığının millî gelir içindeki oranı yükselmektedir. Temel neden, genel olarak üretimin, özellikle de sanayi sektörünün ithalata bağımlılığının çarpıcı boyutlarda artmış olmasıdır. İhracata dönük sanayi, bir anlamda dış dünya için fason üretim yapan bir konuma gelmekte ihracattaki artışlar, istihdamı ve sınaî katma değeri dış dünyaya taşımaktadır.

&bull Bugünkü iktisat politikasının sınırları içinde cari işlem açığı, ancak büyüme oranı sıfıra yaklaştıkça aşağı çekilebilir. Gümrük Birliği'nin revizyonu ve Merkez Bankası'nın döviz kurlarını hedeflemeye başlaması gibi gerçekten derde deva (ve aslında ılımlı) öneriler sapkınlık olarak görülmektedir.

&bull 2001 krizinin bölüşüm ilişkilerini emek aleyhine dönüştüren etkileri AKP'li yıllar içinde telâfi edilmemiş kalıcı hale getirilmiştir. Genellikle finansal krizler içinde ve ertesinde emekçi sınıfların göreli durumu önce bozulur, sonra telâfi edilir. AKP yönetimi altında sözü geçen sarkacın "telâfi" salınımı bilinçli politikalarla durdurulmuştur. AKP'nin, sadece tarikat-cemaat sermayesinin değil, genel olarak burjuvazinin partisi olduğunu ortaya koyan olgulardan biri de budur.

&bull Bölüşüm göstergeleri gözden geçirildiğinde, 2001 krizinin öncesi ile 2007 karşılaştırıldığında, faal nüfus içinde istihdam edilenlerin payının düştüğü geniş anlamda işsizlik oranının arttığı reel ücret düzeyinin, ücretlerin katma değer içindeki payının, çiftçinin eline geçen göreli fiyatların ve tarımsal istihdamın çarpıcı boyutlarda gerilediği gözlenmektedir. Bu göstergelerin bir bölümü AKP'li yıllar boyunca da bozulmaya devam etmiş kriz sonrası konjonktürde eski hale yaklaşması gereken diğerlerinde ise, düzelme eğilimi belirgin biçimde frenlenmiştir.

***

Bu saptamaların nicel desteklerini ileriki haftalara bırakıyorum. Bugün tek bir rakamla yetineceğim: Beş yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye'ye 186 milyar dolarlık yabancı sermaye girmiştir. Sıcak para, doğrudan yatırım ve krediler aracılığıyla Türkiye ekonomisini sömüren uluslararası sermaye için de AKP'nin çok makbul bir "işbirlikçi" olduğu ortadadır.

Türkiye toplumunun sınıfsal ve siyasî dengeleri 1990'lı yılların büyük bir bölümünde iktidarları çalkantılı, istikrarsız ve "eskinin kötü bir kopyası" olan popülizme doğru savurdu. Emekçilerin güncel taleplerine karşı duyarlılıkların siyaseti fazlasıyla etkilemeye başlaması, egemen sınıfları "popülizmi ebediyen tarihe gömmeyi" hedefleyen bir önceliğe yöneltti. 1998 sonlarında IMF ile ilişkilerin yeniden kurulması ve bu bağlantıların 2001 kriziyle bütünleşerek on yıl boyunca kesintisiz sürmesi bu önceliğin ürünüdür.

AKP bu yönelişi devraldı sermayenin genel çıkarlarını içerde, dışarıda sadakatle gözetti. İçerde cemaat-tarikat, dışarıda Arap sermaye çevrelerini kayıracak yöntemler geliştirmesi, neoliberal modelin temel öğelerini zedelemediği için fazla tedirginlik yaratmadı.

2008'in ortalarında böyle bir noktadayız.