Ne ilktir, ne de son olacaktır

Yunanistan’ın sürüklendiği ekonomik çöküntü Syriza Partisi’ne iktidar yolunu açtı. Syriza sol bir parti olarak sunuldu. Ancak, bazı çevreler partinin sol niteliğini vurgularken, bazı çevreler de bu görüşe karşı çıkmaktalar. Yunanistan’da Yunanistan Komünist Partisi Syriza politikasına karşı çıkarak, koalisyona girmeyi reddetti. Acaba ilk görüntülere göre durum nedir, diye bakmakta yarar görüyorum.

Birinci olarak, meseleye Yunanistan içinden bakarsak, Syriza’yı koalisyonun başat ortağına taşıyan seçmen gurubunun çok güçlü olmadığını, bu gurubun karşısında burjuvazinin, Yunanistan Komünist Partisi yandaş ve sempatizanlarının, hatta nüfusun kırsal kesiminde yaşamını sürdüren ve ekonomik çöküşten kentsel nüfus ve emekçiler kadar etkilenmeyen hatırı sayılır bir kütlenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Syriza’nın uygulayacağı ekonomi politikasından gerek ekonominin canlanması gerekse sistemin tehlikeye düşmemesi açılarından Yunan burjuvazisi de yarar sağlıyor olacaktır. Meseleye Syriza açısından bakarsak, Tsipras ve ekibinin ortaya sürdüğü projenin bir tür ilk ürkek adım ya da sınama ve ısınma aşaması olduğu ileri sürülebilir. Zira, seçmenler Syriza’ya ancak denetimli güç vermeyi hedeflemiş. Bu proje, her açıdan raydan çıkmış bir ekonomiyi raya oturtarak, işler vaziyete sokmayı hedeflemektedir. Syriza’yı destekleyen toplum tabanın bilincinde ne denli gerçek sol anlayışının olduğu da ayrı bir konudur. Programın burjuvaziyi rahatsız eden tek yanı varsıl kesim üzerindeki vergi yükünü yükseltme ve özelleştirmeleri durdurma girişimi olabilir. Özelleştirmelerin durdurulması istihdamın yükseltilmesine ve yaratılan katma değerin tümü ile kamu kesimi kanalı ile harcama olarak ekonomiye döndürülmesi özel kesim tarafından da çok sakıncalı görülmeyebilir. Vergi meselesi ise, sistemi kurtarma adına içilebilecek biraz acı ilaç olarak algılanıp, kabul edilebilir. Böyle bir ortamda sol söylemle rampaya oturtulan bir program aslında sol politikanın içini boşaltmaktır.

İkinci açıdan, Syriza yönetimi ve programa dış dünya, daha doğrusu AB liderleri ve emperyalizm açısından bakınca, bence, durum fevkalade olumlu gözükmektedir. Bir defa, Yunanistan’da işlerin daha da fenalaşırken AB topluluğu hem ekonomik, ondan öte siyasi ve sistem açılarından da fevkalade yara alabilirdi. Yunanistan’da baş gösterebilecek ayaklanmalar, İspanya, İtalya ve sair ekonomilere, hatta Almanya ve Fransa’daki kentsel işsizlere da yansıdığı durumda iş kontrolden çıkabilirdi. Dolayısıyla, ödenen bedelin geri alınabileceği bir fedakarlıkla çok büyük bir risk atlatılmış olmaktadır. AB içinde ve Euro alanında kalma vaadi, borçları reddetmeden, bazı tavizler karşılığında yeni anlaşmalarla ödeneceği sözü AB’nin Yunanistan’a güvenini pekiştirmeye yeter. Syriza programının sol olarak pazarlanması emperyalizmin fevkalade işine gelir. Zira kapsamının sol ile ilgisi olmayan ancak söylemsel olarak kulaklara ve bilince sol olarak yansıyan bir programın, AB eteğindeki ufak bir ekonomiyi sosyal ödemeler açısından cüzi miktarlarla rahatlamanın yanında, yapısal olarak ayağa kaldırarak, uzun döneme yayılmış borçları ödeyebilir hale getirmesi kapitalizmin yararınadır. Aksi durumda, yani Syriza liderlerinin tedricen gerçek sol siyasete kayma tehlikesi karşısında AB liderleri ve emperyalizm dizginleri sıkarak projeyi işlemez hale getirebilir. Emperyalizmin ve AB liderlerinin özellikle dikkat ettikleri konunun, kapitalizmin raya oturtulması açısından belirli dozda sosyal demokrat politikaların mekanik olarak devreye sokulmasından çok, kapitalist ideolojiyi yıkabilecek radikal politika ve uygulamalara yönelmek olacağı açıktır. Bu açıdan, Syriza programı kapitalist ideolojiyi sarsıcı radikal bir özellik taşımamaktadır.   

Diğer bir mesele de Syriza programının olası çizgisinin ne olacağı konusudur. Programın radikal sol ideoloji ve/veya politika ile bir ilgisi yoktur. Diğer bir deyişle, program, belki biraz denetimli olarak kapitalist ideolojide ve içeriktedir. Diğer bir deyişle, Syriza programı Yunanistan’ın kapitalist toplumsal yapılanmaya özgü sınıflı ve sömürü üzerine oturtulmuş bir yapı ile devam edeceğini ilan etmiştir. Tabiatıyla, ilk anlarda sıkı denetimi, isteksiz de olsa, böyle bir düzenlemeyi Yunan burjuvazisi de kabullenmek zorundadır. Hal böyle olunca, sistemin her işleyiş aşamasında sömürü oluşacak ve gelir dağılımı bozulacaktır. Bundan da öte, sistemin her işleyişinde sermayenin ve emperyalizmin emek ve kamusal erk üzerinde gücü ve denetimi de artarak yoğunlaşacaktır. Kısacası sistemin genetik dokusu değiştirilmediği için, işleyişin tüm olumsuz sonuçları zaman içinde boy gösterecektir.