Faiz reddedilebilir mi?

Tabii, reddedilebilir! Ama bir şartla; bugünkü sistemde değil, ancak sistem değiştirilerek faiz reddedilebilir. Sistemi değiştirmeyi; sosyalist sisteme geçiş olarak değil, kapitalizm öncesi dönem uygulamalarına dönüş olarak anlamamız gerekir. Kısacası, her alanda olduğu gibi, ekonomik sistemde de gerçek anlamda tarihsel olarak geriye giderek ancak faiz meselesi halledilebilir. Siyasiler her türlü politik fırsatçılığı kullanabilir, ama lütfen biraz da gerçekçi olalım!

Günümüzde hangi sistem uygulanırsa uygulansın, yöntem farklılıkları olmakla beraber, paranın ya da toplumsal kaynakların kullanımında zaman tercihi konusunda (zamanlararası tercih) elimizde başka bir ölçüt, maalesef, olmadığı gibi, kaynakların kullanımında zaman tercihi yapıldıktan sonra bunların hangi alanda kullanıma yönlendireceği konusunda da (eş zamanlı tercih) faizden başka ölçüt bulunmamaktadır. Bu nedenledir ki, Smith ve Ricardo gibi ilk klasik iktisatçılardan beri tüm iktisatçılar faiz konusunda kafa yormuş, tanımlama yapmış ve benzer ölçüm yöntemleri üzerinde biribirlerine yaklaşarak konu üzerinde anlaşmışlardır. Zira, mülkiyeti kimde olursa olsun, sermaye adı verilen toplumsal birikim kategorik olarak ortaya çıktıktan sonra, bunun farklı kaynaklar arasındaki kullanımı kadar, zamanlararası kullanımında da faiz tek ölçüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Ricardo ve Böhm-Bawerk yaklaşımında olduğu gibi ürünün üretim ve satış zamanları arasındaki farkın ölçülmesinden, Kaynes’in para arz ve talebi ile belirlenen fiyat olarak tanımlanmasına dek tüm yaklaşımlarda faiz sistemin işleyişinde önemli gösterge olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı farklılıklarla Marks da bu konuda oldukça benzer yaklaşım yapmaktadır. Üretim dışında ihtiyaç nedaniyle yapılan borçlanmalarda faiz ciddi sosyal sorunlara yol açabilmekte, hatta son krizde de görüldüğü üzere, toplumu hesapsız-kitapsız sonuçlara sürükleyebilmektedir. Ancak, gerek sermayenin eş zamanlı ve zamanlararası tahsisinde, gerek yatırım dışı ihtiyaçlarla yapılan borçlanma durumunda işlevsel olan faiz kendi başına olumlu ya da olumsuz bir unsur olarak değil, her iki koşulda da sistemin gereksinimi ya da dayatması olarak ele alınmalıdır. Faiz; O nedenle, sistemin işleyişi ve oluşturduğu sosyal sorunları ele almadan faizi reddetmek politik gündem maddesi olabilir, ama gerçeklikle hiçbir ilgisi görülemez.    

Faiz hakkındaki karmaşık teorileri ve faizin farklı sistemlerdeki yeri, rolü ve uygulanış biçimini bir tarafa bırakarak, meseleye çok basit olarak bakarsak elimizde faizin sosyal ve ekonomik işlevini ikame decek başka bir araç yoktur. Bir üretim sürecinde ödemeyi üretim sonrasında ya da öncesinde yaparak faizden kıurtulmak söz konusu olamaz. Böylesi uygulamalarda üretim öncesi yapılan ödeme ile üretim sonrası yapılan ödeme arasındaki miktar farkı, ne ad verilirse verilsin, hülle olarak, faizdir. Ekonomik krizlerde zor duruma girmiş olan kurumların bankalardan aldığı paranın faizi, o paranın başka bir alanda değerlendirilebileceğinin bedelidir. Görülüyor ki, işin ahlakî ölçütlerle ele alınması söz konusu değildir. Katılım bankacılığında ortaya çıkan pay oranının piyasa fazi oranına yakın olması da, hülle olarak, meseleyi aydınlatmaktadır.   

Faiz bir fiyat olduğuna göre, tüm diğer fiyatlarda olduğu gib,i fırsatlara göre kaynağı talep eden veya kaynak arz edenin lehine ya da aleyhine sonuç doğurabilir. Örneğin, yağışlı havalarda özel taşıma araçlarının kimi hallerde farklı fiyat uygulaması ne ise, ekonomik sıkışıklığa düçar olmuş bir kişinin yüksek faizle para bulması da aynıdır. Ya da, hava koşullarının elverişsiz olduğu durumda sebze ve meyve fiyatlarındaki oynamalar da, gelir dağılımı açısından, faiz ile aynı şekilde ele alınmalıdır.  

Detaya girmeden verdiğim kısa açıklamadan da görülüyor ki, geçmiş dönemin ekonomik faaliyet mantığından günümüze evrilice faizin karşımıza çıkması kaçınılmaz olmuştur. Geçmiş dönemlerde ekonomik faaliyetler salt ihtiyaçlar kadar kazanç elde etmeye yönelikti. Hatta, o dönemlerde ihtiyacı aşan ve birikimi hedefleyen ekonomik faaliyetler ahlaki olarak görülmezdi. Bu nedenle, tüketime gitmeyen birikimin zamanlararası ve eş zamanlı tahsisi diye bir konu ve sorun yoktu. O dönemde yapılan borçlanmalar kişisel anlık zaruri gereksinimlerin karşılanmasına yönelilk idi. Kısacası, böylesi borçlanmalar bireyin zaruret içinde olduğunu gösteriyordu. Bundan dolayıdır ki, kutsal yaklaşımlarda böylesi borçlanmış kişilerden faiz talep edilmeyeceği gibi, hatta ana paranın da geri istenmesinden feraget edilmesi faziletli bir davranış olarak görülürdü. Her dönemin anlayışı dönemin ekonomik faaliyetlerinin üzerinde yükseldiğinden, sermayenin oluşmadığı toplumlarda faiz gayri ahlaki olarak görüldü. Günümüzün sermaye toplumunda ise, üretimde kullanılan birikimin zamanlararası veya eş zamanlı kullanımı ancak faiz ölçütü ile karara bağlanır. Çünkü faiz, geniş anlamı ile, zamanlararası toplumsal tercihi yansıtan bir göstergedir. Tabi ki, tüm diğer fiyatlar gibi, bu gösterge de büyük piyasa oyuncuları ya da piyasa yapıcıları tarafından çoğu durumda manipüle edilebilir ve, maalesef, edilmektedir de. Ne var ki, tüm fiyatlarda aynı oyunlar oynanabilmektedir. Bu özel fiyat yapısının adının “faiz” olması sorunu değiştirmez. Burada görev, devlet, Merkez Bankası ve bankalar organizasyonu gibi kurumların faiz denen fiyatı piyasa araçları ile toplumun çıkarı yönünde ayarlaması ve denetlemesi şeklinde karşımıza çıkar.

Bu meselenin bir tür politik öngörü olması düşünülebilir. Bir ülkede siyasi riskler ve istikrarsızlık yükselir ülke yönetilemez hale gelince, ister istemez fiyatlar ve faiz yükselmeye başlar. Ülkeden yabancı döviz çıkınca, dış ödeme sorumluluğu yerine getirebilmek için “şamar oğlanı” Merkez Bankası faizi yükseltmek zorunda kalır. Böyle bir durum yaşanacaksa, bunun öngörülüp, alınacak önlemlerin sorumluluğunun yükleneceği bir “günah keçisi” bulmak gerekir. Bayağı bir akıl eseri olsa gerek! Keşke bu akıl, böyle anormal durumun sonucunu yükleyeceği hayali suçluyu şimdiden yaratmak yerine, anormal siyasi durumun sebeplerini ortadan kaldırmaya ve ülkeyi makul bir raya oturtmaya çalışsa!