Yıl sonunda durum

Ekonomik kriz sürüyor. Çıkış için herhangi bir dikkate değer işaret görünmüyor.

Krizin nedeni ikilidir: Bir yandan, uzun süreli verimlilik artışı sağlayacak, yani sömürü derecesini görece olarak yükseltecek teknolojik yenilenme hamlesi başarılamamıştır. Bu bakımdan halen olumlu bir sinyal alınmamaktadır.

Bu gibi durumlarda burjuvazi, kar oranlarını artırabilmek için kaçınılmaz olarak emek gücü maliyetini ucuzlatmaya yönelir ve/veya yan yollar arar.

Son 30 yıldır da böyle olmaktadır. Bir yandan ücretler baskılanmakta, çalışma süreleri uzatılarak, düzensizleştirilmekte ve çalışma yaşamı esnekleştirilmektedir. Aynı zamanda da spekülatif mali hareketlerle gün kurtarılmaya çalışılmaktadır. İşte bu da teknoloji sıçramalarının gerçekleştirilemediği, kar oranlarının düştüğü ortamdan ikinci çıkış yoludur.

Ancak hem emek maliyetlerinin ucuzlatılması hem de spekülatif mali hareketlere yüklenilmesi, krizin daha da derinleşmesinden başka sonuç yaratmamaktadır.

Bu da krizin ikinci nedenidir. Burjuvazinin krizden çıkış için teknoloji dışı alanlarda gerçekleştirdiği hamlelerin tümü kaçınılmaz olarak krizi daha da derinleştirmektedir.

Burjuvazinin bu sefer, bu krizi aşması çok zor olacaktır.

Bu iktisadi kriz kaçınılmaz olarak sosyal ve siyasal tepkileri tetiklemektedir.

Kitle hareketleri karşısında burjuvazinin tepkisi siyasal mekanizmayı daha da gericileştirmek yönünde olacaktır. Açık faşizan yönelim hiç şaşırtıcı olmamalıdır.

* * *

Bu genel ortam içinde Türkiye’de halkın AKP’den, hayattan memnuniyeti sanaldır, siyasal beklentilerle Türkiye’ye sokulan dış kaynak tarafından ayakta tutulmaktadır.

Türkiye’ye dış kaynak girişinin devam etmesi durumunda mutluluk tablosunun süregideceği beklenebilir.

Ancak kaynak girişlerindeki hafif bir düşüşün bile Dolar’ı sıçratışına bakıldığında, arazinin o kadar düz olmadığı anlaşılmaktadır.

Kapitalizmin kuralları nesneldir. Avrupa ve ABD bankalarının nakit sorununa çözüm bulamadıkları, İngiltere’nin “ben artık kendi bildiğim gibi davranırım” restini çektiği, Almanya’nın karşılıksız para basma seçeneğini içerideki seçmene anlatmakta yetersiz kaldığı günümüz emperyalist sisteminin, çevresine daha ne kadar para pompalayabileceği gerçek bir sorundur ve bu sorunun ilk sıradaki muhatabı Türkiye’dir.

Ek olarak: AKP, elinin şimdiye kadar çok rahat olduğu iktisadi düzlemden tamamen bağımsız olarak, siyasi tercihlerini anlamlandırmak açısından da bir sınıra dayanmıştır.

Şimdiye kadar kendisini sorgusuz destekleyen entelektüel çevreler bile gidişatı diktatoryal olarak nitelemektedir.

AKP’nin Kürt ve Cumhuriyetçi muhalefetlere karşı bulabildiği tek mücadele mekanizması tutuklama dalgalarıdır. Bu operasyonların halk sınıflarında herhangi bir siyasi duyarlılık yaratamamış olmasının nedeni az önce sözünü ettiğimiz iktisadi rahatlık ortamıdır.

Türkiye’nin Avrupa benzeri mali bir sarsıntıyla karşı karşıya kalmasıyla kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak sınıfsal duyarlılıkların, sözünü ettiğimiz siyasal rahatsızlıklarla temas haline gelmesi AKP’nin başını ciddi derecede ağrıtacaktır.

Esasen bu bakımdan AKP şimdiden barutu tüketmiş durumdadır. Neredeyse tutuklanmadık kişi kalmamıştır, ancak sorunlar ortadadır: Kürt sorunu AKP’nin iktidarda bulunduğu dönemin en çözümsüz noktasındadır, Cumhuriyetçi kesim bastırılmıştır, ancak bağımsızlık, laiklik duyarlılıkları devam etmektedir.

Tutuklama dalgaları Türkiye’nin de faşizan yönelimden başka “çözüm” yolu üretemediğini göstermektedir.

Davutoğlu ekolünün yaratmaya çalıştığı Yeni Osmanlı vizyonu ise nefesini tükettiği izlenimi vermektedir: Arap ülkelerinin temsilcileri Cumhurbaşkanı’nın danışmanının önünde Türkiye’ye yerinde durmasını önermekte, Rusya ise AKP’nin Suriye tutkusuna siyasi ve askeri restle karşılık vermektedir.

* * *

Burada en kritik nokta dünyanın bu kriz dönemecine sosyalist-komünist solun en güçsüz olduğu konjonktürde girmiş olmasıdır.

Aksi bir durumda, örneğin, Arap Baharı olarak kodladıkları gerici savruluşun devrimci bir açılım olarak gelişmesi tamamen mümkündü.

O nedenle önümüzdeki dönemin en önemli görevi sosyalist-komünist örgütlenmeyi geliştirebilmektir.

Bu işin diyalektik ilişki içinde olan iki bileşeninin bulunduğunu görmemiz gerekir.

Solun kendisini toparlayabilmesi, SSCB’nin yıkılışından beri solu ideolojik ve siyasal olarak dejenerasyona uğratmış liberal tecavüzden kurtulabilmesi sosyalistlerin-komünistlerin çoğalmasına, örgütlenmesine bağlıdır. Dolayısıyla ilk görev örgütlenmek, kadro çoğaltmak, kadroları eğitmek, konsolide etmek, uygun alanlarda istihdam etmektir.

Aynı anda gündeme gelen ikinci görev, kitle hareketini olabildiğince ileriye taşımaktır. Kitle hareketini yalnızca açık sokak gösterileri olarak değerlendirmek, bu bağlamda yapılabilecek en önemli yanlışlardan birisi olacaktır.

Halk sınıflarının genel olarak yaşamlarından, çalışma koşullarından, kendilerini yönetenlerden memnuniyetsizlikleri, yeni somut aranışlar içine girmemiş olsalar bile, değerlendirilmesi gereken bir toplumsal zemin olarak kabul edilmelidir.

Açık ve gizli tepkilerin hissedilmesi, organize edilmesi, birleştirilmesi, rahatsızların bir araya getirilmesi, kendi rahatsızlıklarını yaşayan farklı katmanların birbirlerinden haberdar edilmesi, ortak sıkıntıların siyasal düzlemde toparlanması, ortak bir hedefe yöneltilmesi, ulaşılabilir algısı taşıyacak somut hedeflerin belirlenmesi, vb. bütün bunlar sendikal ve siyasal çalışmanın olmazsa olmazlarıdır.

Komünist hareketin güçlü olması kitle hareketinin toparlanmasını, kitle içindeki çalışmalar ise yeni komünist unsurların ortaya çıkarılmasını, yaratılmasını sağlayacaktır.

Aceleye, gereksiz yüklenmelere, insanları boylarını aşan olmadık beklentiler peşinde sürüklemeye, ulaşılamayacak çıtalar belirlemeye gerek yok. Ancak sürekliliğin, duyarlılaştırmanın, ulaşılabilir hedefler belirlemenin, bu hedefler için somut araçlar geliştirmenin, emekçilerle tek tek uğraşmanın, sokağa-eyleme-hak arayışına çıkarmanın, oradaki dayanışma ruhunu birlikte tatmanın her zamankinden daha fazla derecede gerekli ve olanaklı olduğu bir döneme giriyoruz.

İş başına ve bu vesileyle 21 Aralık grevi için hepimize kolay gele.