“Üç de yetmez beş… “e karşı demografik projeksiyonlar ne söylüyor?

Başbakan belediye başkan adaylarını açıkladığı şovu sırasında yine çocuk konusuna değindi, “en az üç” dedi, sekiz çocuklu adayını yere göğe sığdıramadı.

Daha önce de hakkında yazmış olduğum bu konu aslında nüfus bilim alanına giriyor.

Neredeyse bütün dünyada nüfus artışı azalıyor. Kimi ülkelerde ekside. Bu durum, bağımlı nüfus içinde genç bağımlıların (0-14 yaş) yerini yaşlı bağımlıların (65 yaş ve üzeri) alması anlamına geliyor. Ekonomide “üretken” olmayan, emeklilik ve sağlık masrafları artan yaşlılar sayı ve oran olarak öne çıkıyor. Bu gelişme kapitalist ekonomiler açısından önemli bir gerilim noktası oluşturuyor.

Başbakan “üç de yetmez, beş… olsun” söylemini bu veri üzerinden gerekçelendiriyor.

* * *

Aşağıdaki tablo 2050 yılına kadarki nüfus projeksiyonlarını yansıtıyor ve bize şunları sunuyor:

1- Türkiye’nin nüfusu, artış hızı azalsa ve net yenilenme hızı 1’in altına düşse bile, 2050 sonrasına kadar artmaya devam ediyor ve 100 milyonu buluyor. Yenilenme hızı, doğurgan bir kadının doğurduğu kız çocuk sayısıdır. Net denildiğinde doğan kız çocuk sayısından doğurgan çağa kadar ölenler çıkarılır. Böylece, ileride doğurma potansiyeli bulunan nüfusa ulaşılmış olur.

2- 0-14 yaş nüfusun oranı %29.8’den %18.2’ye inerken, 65 yaş ve üzerindekilerin oranı %5.7’den %17.3’e yükseliyor.

3- Ama: Bu gelişmeye çok önemli bir başkası eşlik ediyor. Üretken olarak kabul edilen 15-64 yaş grubunun oranı %64.5 düzeyindeki seyrini sürdürüyor. Daha da önemlisi bu grubun sayısı 2010 yılında 52 milyon 295 bin iken, 2050 yılında 64 milyon 367 bine yükseliyor.

Kaynak: Hoşgör P, Tansel A 2010 TÜSİAD için hazırladıkları rapor, Yayın no: 2010.11.505

* * *

Yukarıdaki ham verileri birlikte yorumladığımızda karşımıza şu manzara çıkıyor:

1- Önümüzdeki neredeyse 50 yıl boyunca nüfus artmaya devam ediyor. Ve 2050’yi izleyen 20-30 yıl süreyle 100 milyon düzeyinde seyredecek gibi görünüyor.

2- Daha da önemlisi üretken nüfusta önümüzdeki 40 yıl içinde yaklaşık 12 milyonluk artış gerçekleşiyor. Yani Türkiye’nin, önümüzdeki 60-70 yıl boyunca, her yıl en az 300 bin kişiye iş yaratması gerekiyor. Erdoğan’ın isteği doğrultusunda kadınlar çocuk yetiştirmek için eve kapatılsalar bile istihdam mecburiyeti çok yüksek. Üstelik bir de elde mevcut işsizler bulunuyor.

3- Bu tartışmada şu tür ekonomik verileri de dikkate almalıyız: a) İşsizlik oranı resmi olarak %10, sendikalara göre ise en az %20’dir. b) Türkiye, içine sokulduğu ekonomik model gereği tarımsızlaştırılıp, sanayisizleştirildiği için işsizliği geriletecek istihdam yaratamıyor. c) Zaten bu nedenle, yaşlı bağımlıların ekonomi üzerinde oluşturduğu “yükü” hafifletmek gerekçesiyle emeklilik yaşı öteleniyor. Önümüzdeki dönemde bugün 65 olan emeklilik yaşının, aynen Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, 70’e uzatılmasına çalışılacaktır. Ama bu genç işsizliği kronikleştirecek bir tercih olacaktır. d) Ve yine aynı nedenle, gerek sosyal güvenlik sisteminin açıklarını kapatmak, gerekse yeni istihdam olanakları yaratmak için vergi tabanının servet sahiplerine kaydırılmasından özenle kaçınılıyor.

4- Bütün bu nedenlerle çok çocuk politikası genç işsizlerin, çocuk çalışanların geometrik bir hızla artmasından başka bir sonuç vermeyecektir.

* * *

O halde yapılması gereken şey, ekonomideki tıkanıklığı çözmek için, doğurganlığı artırmak değil, ekonomik sistemi istihdam yaratacak ve geliri eşit dağıtacak şekilde dönüştürmek olmalıdır. Bu yaklaşım kapitalizme karşı sosyalizm seçeneğini kaçınılmaz biçimde gündeme sokacaktır.

Aslında Erdoğan’ın sekiz çocuğa kadar uçarken benimsediği esas amaçlardan birisi de gerçek çözümü gözlerden saklamaktır.