Proleterleşmenin Yarattığı Toplumsal Gerilimi Kim Taşır?

Ciddi bir proleterleşme süreci yaşanıyor. Tarımdaki ve orta sınıflardaki çöküş bu sürecin nedenidir.

7-8 yıl önce yani AKP iktidara geldiğinde, yaklaşık dört milyon kişi tütün tarımından geçiniyordu. Bu sayı şimdilerde bir milyona indi. Aynı olgu fındık, pamuk, kuru üzüm üreticileri ve hayvancılık yapan köylüler için de geçerli.

Aslında lafı uzatmaya da gerek yok. Orta sınıfın en tipik katmanı olan hekimlerin başına gelmekte olanlara bakmak yeterli. Sağlıkta dönüşüm programıyla bu katmanın kendi başına çalışma olanağı elinden alınırken, bütün sağlık kurumlarındaki hekim kadroları 2010-11'den itibaren dondurulacak. Bundan sonra açık hekim işsizliği ortaya çıkmış olacak.

* * *

Türkiye kapitalizmi, olağan mekanizmalarla altından kalkamayacağı boyutlardaki işsizlik-yoksulluk-eşitsizlik sorunuyla karşı karşıyadır.

Türkiye bu sorunu ekonomik bir atılımla aşma olanağına sahip mi? Bu bakımdan ekonominin yapısal zaaflarının olduğunu biliyoruz. Örneğin sanayi tümüyle ithal girdilere bağlı. Öte yandan, mali krizi önleyen net hata noksan payından döviz girişlerinin ne kadar süre devam edeceği konusunda belirsizlik mevcut, ancak bunun dışında, bu kaynağın olumlu yönde kalıcı bir dönüşüm sağlaması zaten olanaksız. Üstelik bu girişin, siyasal bir takım sözler karşılığında verilmiş rüşvet olarak değerlendirilmesi daha mantıklı olur.

Yeni Osmanlıcılık ise Türkiye'nin kendi bölgesel emperyalistleşme projesi olarak değil de, ABD taşeronluğu olarak değerlendirilmelidir. Buradan Türkiye burjuvazisinin payına düşecek kaynağın, toplam servet birikimi içindeki oranı, içeride tepki biriktiren halk sınıflarının durumunu düzeltmek açısından işlevsel olamaz.

Yeni Osmanlıcılık başlığında AKP'ye tanınan esneme sınırının gayet belirli olduğu da ABD'nin Ermeni soykırım kartını kullanmasıyla açığa çıkmıştır. Bu tutumun bir işaret fişeği olduğu, hemen ardından İsveç'ten gelen onayla anlaşılmış oldu. Dışişleri'nin, bu gidişle, Ermenistan ile imzalanan protokolün havada kalacağı yönündeki açıklamalarının herhangi bir etkisinin olması beklenemezdi.

* * *

O nedenle, içerideki sınıfsal nitelikli tepkiyi önlemek, eritmek açısından Türkiye burjuvazisinin elinde yine klasik silah kalıyor. O da en derinlerdeki muhafazakar ve gerici ideolojilerin yeni bir toplumsal bilinç yaratacak şekilde örgütlenmesidir.

Türkiye'de sınıfta biriken muhalif enerjinin dinci kanallarda eritilmesi (Erdoğan'ın Elazığ deprem bölgesini ziyaretinde şükreden bir halka şükrettikleri yönündeki açıklaması bu bakımdan tipiktir) ya da bir “düşmana” doğru akıtılması (şimdilik bu bakımdan en makul özneler yine içerideki etnik kimliklerdir) neredeyse mecburidir. O nedenle bir yandan içerideki Kürt ve Ermeni sorunlarının milliyetçiliği kabartacak araçlar olarak sürekli gündemde tutulması (son dakikada İstanbul BB-Diyarbakırspor maçı olaylar nedeniyle ertelenmiş oldu), diğer yandan da işçi sınıfı eksenli muhalif çıkışların zor kullanılarak bastırılması Türkiye'de rejimin bir gereksinimidir.

* * *

Türkiye'nin düzeni, içeriye şiddet, din ve milliyetçilikle yönelmek zorundadır.

Ekonomik ve sosyal sorunların altında boğulmuş, siyasi ve toplumsal katılım mekanizmalarından dışlanmış halk sınıflarının, ağır dinci ve faşizan ideolojik bombardıman altında yeni tür bir faşizmin yerleşmesine hizmet etmesi olanaklıdır. Zaten şimdiden bunun işaretleri de vardır.

Öte yandan, dinciliğin ve milliyetçiliğin biriken sınıfsal enerjiyi ne kadar örtüp engelleyebileceği son derece şüphelidir. Anımsanacağı gibi Hitler Almanya'daki tepkiyi Yahudilere ve diğer ülkelere ve sosyalizme yöneltmiş, ancak sonunda askeri başarısızlıklar faşizmin sonunu getirmişti. Üstelik o dönem, Almanya'nın, yerleşmekte olan yeni emperyalist patronaj sisteminde bir konum edinme gibi gerçekçi bir beklentisi de vardı. O nedenle faşizan ideolojiler ekonomik başarıya bağlanmadığı taktirde, halk sınıflarını taşıyamazlar. Nitekim, içine biraz giren herkesin görebileceği gibi, sınıf, yaşamının her anında büyük sorunlarla boğuşmaktadır ve bu sorunların sorumlusu olarak AKP giderek daha net biçimde saptanmaktadır.

Eğer büyük bir aptallık yapılmazsa, sınıfın içinde, sınıfsal sorunlardan hareket eden, bunları memleket meselelerine bağlayan bir siyasal açılımın, düzene yönelik bir sınıfsal tepkinin yaratılma şansı büyüktür.