Renkli Devrimler ve Türkiye

Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve reel sosyalizmin çözülüşünün ardından emperyalist talana açılan reel sosyalist coğrafyadaki çoğu ülkede, üç beş sene süren liberalizm serabının ardından eski komünist partiler yeniden iktidara geldi oysa emperyalizmin bu coğrafyayı bir kez daha elinden kaçırmaya tahammülü yoktu. ABD, küresel egemenliğinin devamı için Balkanlar ve Orta Asya’ya da, tıpkı Ortadoğu’da olduğu gibi yerleşmesi gerektiğini biliyordu. Liberal darbeler böyle bir gerekliliğin ürünü olarak doğdu emperyalizm STK’lar aracılığıyla, Demokrasi İçin Ulusal Bağış Ajansı (NED) gibi kuruluşların ve ünlü spekülatör Soros’un sponsorluğunda, kendi gençlik örgütlerini, kendi medyasını ve kendi muhalefetini yaratarak işbirlikçilerini iktidara getirmeyi başardı. Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna liberal darbelerin gerçekleştiği ülkelerden sadece birkaçıydı.

NED ve örgütleri, AB ve Soros’la birlikte 1990’lı yıllar boyunca Sırbistan’daki Miloseviç muhaliflerine önemli paralar aktardılar. B92 radyosu, Vremya ve NİN gibi gazetelerin yanı sıra Citizens for Free Elections and Democracy (Özgür Seçimler İçin Yurttaş Girişimi) isimli örgüte ve 1998 yılında kurulan gençlik örgütü Otpor’a (Direniş) rejim karşıtı faaliyetlerini organize etmeleri için milyonlarca dolar yardım yapıldı. 6 Kasım 2000 tarihinde Miloseviç, 24 Eylül’de yapılan seçimlerdeki yenilgisini kabul etmek zorunda kaldı, sadece 7 ay sonra ise Lahey’de savaş suçlusu olarak yargılanmaya başlayacaktı.

Gürcistan ise hem Rusya’nın çevrelenmesi hem de enerji kaynaklarının batıya sorunsuz bir şekilde aktarılması için kilit ülkelerden biriydi. Temkinli Amerikancı Şevardnadze’nin, Rusya’ya yakınlaşmaya başladığı ve Rus enerji tekeli Gazprom’la 25 yıllık bir anlaşma imzaladığı anda devrilmesine karar verildi, ABD Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattını ve diğer enerji nakil projelerini tehlikeye atamazdı. Sırbistan’daki darbenin öncü isimleri CIA’nın kontrolünde ve yine NED-Soros desteğiyle, ülkedeki rejim muhaliflerini eğitip organize ederek 23 Kasım 2003’te Şevardnadze’yi devirip yerine Saakaşvili’nin gelmesini sağladılar, sonrasında ise Gürcistan’ın NATO üyeliği gündeme getirilerek emperyalizmin Avrasya’yı kontrolünde bir adım daha atıldı

Emperyalizm, Rusya’nın bir başka komşusu Ukrayna’yı da, Estonya, Litvanya ve Letonya gibi, hem AB hem de NATO üyesi olarak görmek istiyordu. NED, NDI, Uluslararası Rönesans Vakfı gibi STK’lar, emperyalizmin truva atları olarak Ukrayna’da çok uzun süredir faaliyet göstermekteydiler. Ukrayna’da da benzer bir oyun sahneye kondu. Güçlü bir gençlik örgütü, sivil itaatsizlik eylemleri, yoğun bir medya desteği ve birleştirilmiş bir muhalefetle birlikte 22 Kasım günü Kiev sokaklarında başlayan turuncu devrim birkaç ay içerisinde batı yanlısı Yuşçenko’nun devlet başkanlığına gelmesiyle zafere ulaştı. Böylelikle Avrasya’daki Büyük Satranç Tahtası’nda batı emperyalizmi bir kaleyi daha düşürmüş oldu.

Peki bizde bir renkli devrim, liberal bir darbe yaşandı mı? Türkiye’nin bu “devrimci dalga”nın dışında kaldığını düşünürsek yanılmış oluruz. Çünkü DSP-MHP-ANAP hükümetinin 2002 yılında devrilmesi Türkiye’nin liberal darbesi, renkli devrimidir. Bu süreçte halk faktörünün devreye sokulmamış olması, sürecin adının konulmaması, kimsenin bir devrimden söz etmemesi önemli değildir. Bizim liberal darbemiz ya da Kemal Okuyan’ın adlandırmasıyla “Turkuaz Devrimi”miz ülkemizin özgül şartlarına uygun bir şekilde gerçekleşmiştir.

2002 yılında yaşananları kısaca hatırlamak bu devrimin nasıl gerçekleştiğini anlamak için yeterli görünüyor. Başbakan Bülent Ecevit’in sağlığının bozulması ile birlikte, medyanın ve TÜSİAD’ın Ecevit aleyhine görülmemiş bir kampanya başlatması ve ordunun da katılımıyla görevi Hüsamettin Özkan’a devretmesi için yaptıkları baskı, bu baskının sonuç vermemesi neticesinde Kemal Derviş’in erken seçimden bahsetmeye başlaması, DSP’nin bölünmesi ve İsmail Cem-Kemal Derviş-Hüsamettin Özkan üçlüsünün yıldızının parlatılması, koalisyon ortaklarından Bahçeli’nin oyunu görüp Kasım ayını erken seçim tarihi olarak açıklaması, Derviş’in Cem ve Özkan’ı yarı yolda bırakıp CHP’ye katılması ve nihayetinde 3 Kasım seçimleri.

Halksız, eylemsiz, STK’sız gerçekleşen bu “devrim”le - ki Amerikancılığın böylesi güçlü olduğu bu topraklarda elitler arası mücadele yeterliydi sürecin bu şekilde ilerlemesi için- Cem-Derviş-Özkan üçlüsünden Batıyla uyum içerisinde çalışan beyaz Türk bir lider çıkarılması umuluyordu, fakat bu plan tutmadı ve AKP seçimlerden birinci parti olarak çıktı. İlk başta kimi kuşkular olsa da geçen sekiz yılın ardından anlaşıldı ki AKP, Türkiye burjuvazisinin ve emperyalizmin yıllardır arayıp da bulamadığıydı. Biz de aradan geçen sekiz ardından söyleyebiliriz ki, Yuşkenço, Saakaşvili ve Erdoğan aynı oyunun oyuncularıdır.

Ergenekon Operasyonu da, Turkuaz Devrimi ile ilişkilendirildiğinde anlam kazanmaktadır. Medyanın Ergenekon’un fikir babası olarak gösterdiği Avrasyacılık akımının en önde gelen ismi Aleksandr Dugin’in terminolojisiyle anlatacak olursak, Ergenekon Atlantikçilerin, yani Amerikancı ve NATO’cuların kendilerinden olmayanları, yani Türk Dış Politikası’nın rotasını Avrasya’ya yöneltmeyi düşünenleri artık ihtiyaç duymadıkları için temizleme operasyonudur ve üstelik bütün bir muhalefeti sindirmek için kullanılan bir demokles kılıcıdır. Bu rota değişikliğini isteyenlerin güçsüzlükleri, plansızlıkları, programsızlıkları ve örgütsüzlükleri önemli değildir Türkiye’nin dönüştürülmesi için güçlü gösterilmeleri ve kendilerinden bir hayalet yaratılması gerekmiştir ve Ergenekon da bu hayaletin adıdır.

DSP-MHP-ANAP hükümetinin devrilmesiyle başlayan Turkuaz Devrimi’nde 27 Nisan Muhtırası ve cumhurbaşkanlığı seçimi süreci yeni bir ivme anlamına gelmiş, kimin nasıl yapacağı bilinmeyen bir darbe hayaletine karşı, STK’ların öncülüğünde, “demokrasi güçleri” sokağa çağrılmıştır. Mazlum-Der’den Genç Siviller’e, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’ndan DSİP’e, Ufuk Uras’tan Nazlı Ilıcak ve Abdurrahman Dilipak’a, tuhaf bir bileşim, darbeye karşı 70 milyon adım atmak için birlikte yürümüş, daha sonra ise liberaller ve muhafazakârlar Ortak Akıl Hareketi isimli bir platform altında bir araya gelerek, sivil anayasa mitinglerini başlatmışlardır. Özellikle AKP’nin kapatılma kararının açıklanmasının yaklaştığı Temmuz ayı içerisinde Türkiye’nin çeşitli illerinde “Kayıt Yok, Şart Yok Egemenlik Milletin” sloganıyla sürdürülen bu mitinglerin, Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki liberal darbe süreçlerinde yaşananlarla benzerliği ortadadır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılmadığını açıklamasının ardından mitingler bıçak gibi kesilmiş, Ortak Akıl Hareketi sessizliğe gömülmüştür. Liberallerle muhafazakârlar arasındaki koalisyonun şimdiki gündemi ise Anayasa değişikliğidir ve referanduma gidilen süreçte bu koalisyonu sıkça sokakta görmek şaşırtıcı olmayacaktır.

Liberal darbelerin bugün gelinen noktaya bakıldığında emperyalizm açısından mutlak bir yenilgi ile sonuçlandığını söylemek doğru olmayacaksa da bir hayal kırıklığının söz konusu olduğu muhakkaktır. 2008’de Rusya’nın Gürcistan operasyonu ve bu yıl Ocak ayındaki seçimlerde Ukrayna’daki yenilgi ve geçtiğimiz hafta Kırgızistan’daki halk ayaklanması liberal darbelerin geldiği noktayı göstermektedir, önümüzdeki süreçte Gürcistan’da Saakaşvili’nin de devrilmesi ABD’nin Avrasya coğrafyasındaki nüfuz mücadelesine yönelik büyük bir darbe anlamına gelecektir.

Peki renkli devrimler dalgasının dışında kalmadığını söylediğimiz Türkiye açısından şu anki durum nedir? Kuşkusuz bu devrimlerin çöküşü de Turkuaz Devrimi ve icracısı AKP üzerinde etkili olacaktır. Ancak Türkiye, sağcılarımızın kullanmayı pek sevdiği bir deyimiyle devlet geleneği olan bir ülkedir ve Amerikancılık bu geleneğe adeta kazınmıştır. Dolayısıyla Turkuaz Devrimin sona erişi diğer ülkelerde olduğu gibi kolayca gerçekleşmeyecektir. Bu sona eriş için ihtiyacımız olan ise Turkuaz Devrimi’nin “öteki”leştirdiklerinin birlikteliği, müttefikliğidir yani işçilerin, Kürt yoksullarının, Alevilerin, cumhuriyetçilerin birlikteliği.