Başkanlık sistemi islamiyete aykırıymış. Böyle buyurmuş Kemal Bey!
“İnanç açısından da doğru değil, demokratik açıdan da doğru değil” demiş ve eklemiş: "Efendim İslam'da istişare vardır, oturur konuşursunuz. Burda öyle bir şey yok. Her şey bir kişiye bağlı.”
Bundan dokuz ay kadar önce AKP’li TBMM Başkanı İsmail Kahraman da “Yeni anayasada laiklik olmamalı, anayasa dindar olmalı” demişti.
Kemal Bey ile İsmail Bey, yeni anayasanın dinsel kurallara uygun olması gerektiği konusunda mutabıklar anlaşılan, öyle görünüyor… Sadece yorum farkları var: Biri başkanlık sisteminin islama uygun olduğunu, diğeri olmadığını savunuyor. Ama ikisinin de dayanak, savunma, referans noktası dinsel. Yani islamiyet.
İşte bunun için AKP’yi CHP’den, CHP’yi MHP’den ayırmak pek mümkün olamıyor.
Çünkü mutabık oldukları noktalar zannedildiği gibi az değil: Siyasal islamcılığın en önemli sembollerinden türbanın laiklik ilkesine ve mahkeme kararlarına aykırı bir şekilde parlamentoda ve kamusal alanda olmasından hiçbiri rahatsız değil… Fethullah Gülen cemaatiyle yıllar yılı müttefik olmaktan, gericiliğe payandalık yapmaktan hiçbiri rahatsız olmadı… Patronların kârı ve huzuru anlamına gelen “istikrar” sloganıyla her türlü piyasacı düzenlemeye hepsi fit oldu… NATO’culukta da, özelleştirmecilikte de birbirlerine kolonluk ve kirişlik yaptılar…
Şimdi kimisi evet diyor, kimisi hayır... Ama referansları tek: Bazısı “evet”in, bazısı “hayır”ın islamiyete uygun olduğunu düşünüyor!
Gelinen nokta bu…
AKP’nin Türkiye’yi ucubeye çevirmesinde önemli kilometre taşlarından biri, bundan 7 yıl önceki anayasa değişikliği referandumuydu. 2010’un Eylül ayında, yine önümüze referandum sandığı konulmuştu. AKP tüm devlet, polis ve para gücünü kullanarak “evet” oyu toplamış; MHP görünürde “hayır” kampanyası yapsa da tabanının önemli bölümü “evet”e çalışmış; CHP son derece cılız bir kampanya sürdürmüş, Kılıçdaroğlu oy bile kullanamamış; şimdiki HDP'nin yerinde olan BDP de “boykot” adı altında sandığa gitmeyerek anayasa değişikliğine “örtülü ve dolaylı destek” vermişti... Öylelikle evet oyları yüzde 58, hayır oyları yüzde 42 çıkmış, AKP’nin her düzeyde gerici ve piyasacı saldırılarına zemin hazırlayan bir sistemin önü açılmıştı. O referandumda CHP, MHP ve BDP gizli evetçilerdi.
Geldik 2017’ye… Bahçeli’nin gizlisi saklısı kalmadı, artık açık evetçi, Binali’den daha AKP’li, Tayyip’ten daha Erdoğancı… Kılıçdaroğlu, “evet”in islamiyete aykırı olduğunu söylüyor. “Aykırı olmasa biz de evet diyelim” diyecek neredeyse… Dilinin ucunda… AKP’yle aynı pencereden, aynı referanslarla bakmaya devam ediyor. “Hayır”ı savunurken bile dinsel referans verenin aklının ucundan laiklik geçer mi!
Bir de son günlerde boykotçular türedi… Referandum meşru değilmiş, sandığa gidersek meşruiyet kazandırırmışız!
Bırakınız referandumu, bırakınız sandığı… Bu düzenin hangi noktası meşru ki? Adı üstünde “kaçak saray” mı meşru? Diploması bile tartışmalı olan şahıs mı meşru? Çevresine patronları toplayıp “Mevzuat amcaya takılmayın, başarının sırrı pratik çözümde” diyerek hukuksuzluğu teşvik eden kişi mi meşru? “Anayasa Mahkemesi kararını kabul etmiyorum, saygı duymuyorum” diyen ve “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” demekten çekinmeyen piyasacı ve islamcı bir CEO edasıyla ortalıkta dolaşan cumhurbaşkanı mı meşru?
Bu düzen A’dan Z’ye ucube, 7’den 70’e gayrimeşru… Bu ucube, gayrimesşru, şekilsiz, biçimsiz, sınırsız, çerçevesiz, yönsüz ve yolsuz düzeni reddetmeden, zaten düze çıkmamız mümkün değil.
Sandıktan yüzde yüz evet çıksa da, yüzde yüz hayır çıksa da bu düzen meşru değil! Ve zaten konumuz bu da değil… Konumuz şu: Bu referandum, bu alçak düzenden kurtulmak isteyenlere güç ve zemin kazandıracak bir kaldıraca dönüştürülmeli. Bunun için var gücümüzle örgütlenmeli, tekellerin ve tarikatların saltanatına karşı “hayır”ı örgütlemeliyiz.
Dün Aytek Soner Alpan’ın işaret ettiği “Sefa sınıfının saadet zinciri parolası” olan “Evet, evet, evet”in karşısına; ezilen, sömürülen, hakkı yenen, katledilen sınıfın güçlü reddiyesi olan “Hayır, hayır, hayır” çıkarılmalı.
Erdoğan’ın ve AKP’nin temsil ettiği değerlere karşı savaşmadan; piyasacılığa, gericiliğe, emperyalizme bayrak açmadan Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulmak olanaksız.
Piyasacılığa karşı çıkmadan başkanlığa itiraz etmek, gericilikle savaşmadan başkanlığa “hayır” demek, patron düzenine boyun eğip başkanlığa sövüp saymak: Çıkışsızlıktır. Çaresizliktir.
Bu referandumun sonucundan mucizeler beklemek kadar, umutsuzluğa kapılmak da yanlış…
Umudunsa nerede olduğu çok açık: Umut örgütlü insanda, mücadele eden insanda, boyun eğmeyen insanda…
Bunun dışında bir umut da yok, gelecek de…
1 Mayıs 2005’te Kadıköy’de Türkiye Komünist Partisi’nin 1 Mayıs kürsüsünde coşkuyla konuşan, şiirimizin “Barikat Arif”i Arif Damar’ın kitabının adı gelir hep böyle zamanlarda aklıma: Külliyen Ret…
Külliyen reddetmeden, çıkamayacağız bu karanlıktan.
O nedenle sadece “hayır” yetmez… “Külliyen hayır” demek, "külliyen hayır"ı örgütlemek zorundayız.
Tayyip'in başkanlığına da, Kılıçdaroğlu'nun fetvasına da, patronların "istikrarına" da hayır!
twitter.com/_ahmetcinar_