Karaburun’da belediye başkanının çevrecilere yönelik değerlendirmelerini eleştirdiğim bir yazıyı, Facebook yayınlandıktan bir süre sonra kaldırdı.

Yerel yönetimler eleştirisine sosyal medya sansürü...

Bilgi, bilim, haber, sanat, kültür, edebiyat, benzeri alanlarda gerçeklik arayışında neredeyiz?

Yaşamın her alanında olduğu gibi yazılı, görsel, işitsel medya organları çok büyük oranda egemen güçlerin elinde. Sosyal medyanın büyük kuruluşları da küresel egemenlerin yönetiminde. Halklar, toplumlar, insanlar bu gücün etkisiyle yönlendiriliyor.

Kamuoyu bu yönde oluşturuluyor.

Son olarak Ukrayna-Rusya, İsrail-Hamas örneklerinde ortaya çıktığı gibi dünya krizlerinde küresel egemenler kamuoyunu yalan, yanlış haberlerle yönlendiriyor.

Gerçekler karartılıyor, üstü örtülüyor. Sermaye her ne olursa olsun çıkarı doğrultusunda her türlü yola başvuruyor.

İktidarlar bilgiyi, haberi, gerçeği baskılarla, sansürlerle, yasak ve çeşitli  erişim engelleriyle, yalanlarıyla düzenlerini sürdürmeye çalışıyor.

Peki ya insanların haber alma hakkı, doğru bilgilere ulaşma olanakları ne olacak ?

Olan biten karşısında sorgulamaya gitmek için gerçeğe nasıl varılacak?

Kala kala çok sınırlı bir alan var elimizde. Küçük, bağımsız haber organları, kısmen bağımsız kuruluşlar, sözde "özgür" sosyal medya…

Sosyal medya, büyük bir güç. Ancak gerçek bir özgürlük alanı mı?  

Her şeyden önce bu gücün kimlerin elinde olduğuna, sahiplerine bakmalı.

Devasa bütçeleri ve sermayeleriyle bu gücün insanlık adına kullanıldığından, gerçekleri yansıttığından emin miyiz?

Küresel sermayenin çıkarlarını, fikirlerini, görüşlerini esas alan sosyal medyanın ana güçleri, gerektiğinde hakaret, şiddet, küfür, aşağılayıcı ifadelerin yer almadığı, salt eleştiri düzeyindeki paylaşımları bile kaldırıyor, engelliyor, yani sansürleyebiliyor…

Sosyal medya sansürü 

37 yıllık gazetecilik ve yazarlık yaşamımda Facebook, gazetede yer alan iki yazımı engellemiş, itirazım üzerine iki üç gün sonra yeniden paylaşıma açmıştı. En son dün başıma geldi. Karaburun’da belediye başkanının çevrecilere yönelik değerlendirmelerini eleştirdiğim,  Mavi Yeşil Direniş ile Serdar Kızık Yazıları ve Okurları gruplarında paylaştığım bir yazıyı, Facebook yayınlandıktan bir süre sonra kaldırdı. Gelen bildirimde, "içeriğinden ötürü şikayete bağlı engellendiği" belirtildi…

Hakaret, şiddet, aşağılama, kişisel hakları ihlal edici herhangi bir yönü olmayan, salt eleştiri içeren yazımı, örnek olması açısından, noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlıyor, yorumlarınıza bırakıyorum.

Karaburun Kent Konseyi Seçimsiz Genel Kurulu notları…

Belediye Başkanı katılımcılık, dayanışma ve yalnız kalmaktan söz ediyor ama...

"Halk eğitim merkezinde cumartesi günü yapılan toplantı, düşük bir katılımla gerçekleşti. Konsey Başkanı Mustafa Özer,  belediyeden sağlanan aylık bin lira bütçeyle zor koşullarda çalışıldığını söyledi. Konseylere özgü özel bir yasanın olmadığını, bu nedenle tüzel  kişiliğin oluşmadığını, dolayısıyla ilçede yaşanan, başta çevre sorunları olmak üzere benzer konularda  dava açamadıklarını belirtti.

Özer, fokların yaşam alanı Ayıbalığı koyuna kaçak iskele yapan işletmeyle ilgili yargı yoluna gidemediklerini,  bireysel olarak dava açmak için ilçede yaşayan  bir çok yurttaşa başvurduğunu ancak kimsenin avukat için vekâlet vermediğini savunurken “ Mahkeme  masrafları ve avukatlık ücretleri yüksek olduğundan bu yola gidemedik” dedi.  Ayrıca RES   ve GES yatırımlarıyla ilçenin büyük bölümünün yedi şirkete peşkeş çekildiğini,  doğal yapının bozulduğunu, bunlara karşı mücadele ettiklerini belirtti.

Bu arada konseyin bilgisayardaki 20 yıllık arşivinin önceki dönemde yağmur  sularından etkilenerek yok olduğu, onarılamadığı ve bir kopyasının da olmadığı öğrenildi. 

Erdoğan: 'Katılımı başaramıyoruz'

Daha sonra Karaburun Belediye Başkanı İlkay Girgin Erdoğan, ilçenin en önemli sorunlarının. konuşulduğu toplantıya ilgisizlikten ve katılım eksikliğinden yakınarak sözlerine başladı.  RES ve GES’lere karşı sürdürülen çevre mücadelesinde  yalnız kaldıklarını öne süren Erdoğan,  özetle  “ Sosyal medyada klavye  başında  dedikodu yapılıyor. Biz direniyoruz, RES toplantılarını yaptırmıyoruz  Mangalda kül bırakmayan çevreci hareketler, kimse yok ama klavye başında herkes çevreci.  Bin tane ağaç kesildi , biz bağırdık ama yine kimse yok. Daha sonra üç bin ağaç daha kesildi. Bir allahın kulu bunu şikayet etti mi?   Herkes bir şey söylüyor ama iş eyleme gelince kimsenin sesi çıkmıyor.  Herkesin söylemde değil, eylemde buluşması lazım. Maalesef AK partinin topluma yaptığı en büyük hediye bu, hepimiz bencilleşmişiz.  Menfaat varsa koşuyoruz… Katılımı başaramıyoruz. Halk olmalı” dedi. Ayrıca iletişim konusunda cep telefonunu vererek “ Her konuda bana ulaşabilirsiniz, randevu olunca beklersiniz ama geldiğinizde sorunları dinlerim” dedi.

Erdoğan konuşmasının ardından bir gün önce batı köylerinde oluşan hortum nedeniyle incelemelerde bulunacağını belirterek toplantıdan ayrıldı…

Daha sonra Prof. Dr Canan Madran iklim değişikliği, krizi, afetler   ve ilçeye yansımaları konusunda bir sunum yaptı. BM, Dünya Sağlık Örgütü referanslarıyla iklim krizi sorununu dile getiren  Madran, krizi önleme ve uyum sağlama konusunda görüşlerini belirtti.

Yaz döneminde ilçedeki mavi deniz anaları sorununu vurgulayan Madran, iklim kriziyle  benzer   olayların daha sıklıkla yaşanacağına  dikkat çekerken toplantıda bulunan eski belediye başkanı Serdar Yasa, “ 35. Yıl önce yine deniz anaları istilası oldu.  Kupezler deniz analarını yedi, insanlar da bu sayede bol balık avladı” dedi…

Ardından Şehir Planlamacısı belediye bürokratı Dilan Şanlı Kart, ÖÇKB konusunda bilgi verdi. Kendi dönemlerinde herhangi bir alanın imara açılmadığını, yakınmaların geçmişten geldiğini, merkezi yönetimdeki yetkiler nedeniyle planlamayla ilgili gecikmeler yaşandığını söyledi.  İlk planların 1999 yılında yapıldığını vurgulayan  Kart, jeolojik incelemelerin yapılmadığı ve ilgili kurumlardan görüş alınmadığı gerekçeleriyle bir bölü 25 binlik planların iptal edildiğini, bakanlıkta yeniden hazırlık yapıldığını belirtti…

Bu değerlendirmelerin ardından söz aldım. Özellikle ÖÇKB hakkında bugüne değin inşaat müteahhitlerinin  dışında ilk kez  halkın bilgilendirilmesine yönelik yerel bir toplantının yapıldığına dikkat çektim ve bunun önemli bir eksiklik oluğunu vurguladım.  Ayrıca fokların yaşam alanı Ayıbalığı koyundaki kaçak iskeleye karşın merkezi ve yerel yönetimin top çevirdiğini, sorumluluklarını  yerine getirmediğini belirttim. Yine,  yerel yönetimin ilçede bine yakın kaçak yapıyla ilgili bir kaç baraka, ahşap yapı ve betonarme bina yıkımına başlayıp, arkasını  getirmediğini , ayrımcılık yapıldığını vurguladım ve bunun tutarsızlık olduğunu söyledim. 

Bu arada iklim değişikliği, karbon salınımı ve kriziyle ilgili BM, Dünya Sağlık Örgütü ve Davos”ta gündeme getirilen dayatmaların ve buna bağlı tezleri savunan “  bilimsel çevrelerin ” söylemlerinin sorgulanması gerektiğine dikkat çektim. Söz konusu kuruluşların ABD yönlendirmesiyle sermaye örgütleri olduğunu, karşı görüşleri öne süren bağımsız bilim insanlarının tezlerinin de değerlendirilmesi zorunluluğunu belirttim…

Kişisel değerlendirmem

Belediye Başkanı Erdoğan’ın bu toplantıda olduğu gibi bir çok yerde savunduğu görüşlerini irdelemek isterim.

Erdoğan temel olarak, özellikle RES ve GES eylemlerinde yalnız kaldıklarını söylüyor.   (Bu konuda suçladığı kesimlerin bir bölümünün de eylemlerde yer aldığını belirteyim ) Bunda belirli ölçülerde haklılık payı var.  Karaburun gibi insan gücü ve örgütlü yapısı  göze alınırsa siyasal bilinci,  çevre ve demokrasi duyarlılığı ,  deneyimi ve birikimi  yüksek bir ilçede, daha bütünsel bir mücadele beklenmeli. Bunda, muhalif çevrelerin farklı siyasal yapılarda ve görüşlere yer almaları, benzer amaçları gütseler de yan yana gelme sorunları etken olabilir.

Ancak,

Söz konusu olan "dayanışma eksikliği, katılım,  sosyal medya söylentileri,  eylem yerine sözle yetinme, yalnız kalma" benzeri değerlendirmeler yapılıyorsa irdelenmeye,  eleştiriye ihtiyaç var.

Sosyal medyadan başlayayım… Günümüzde bilgi edinme olanakları, medya gücünü büyük oranda elinde tutan iktidar unsurları ve sermayenin güdümünde. Geriye kalan, sınırlı bağımsız görsel, yazılı, işitsel unsurlar ve  sosyal medya…

Sosyal medyanın önemi her geçen gün artıyor ki dolayısıyla  bütünsel olarak dedikodu merkezi diye nitelemek, tutarlı değil. Kaldı ki kendisi de seçimlere yaklaşıldığı bir dönemde yoğunlaştırdığı paylaşımlarla bunun farkında olmalı.

Gelelim “dayanışma eksikliği, katılım, söylem yerine eylem” konularına…

Her birinin, insanın kişisel alanında çerçevesi var. Ancak meseleyi yerel yönetim  açısından irdelersek, "önderlik etme, örgütleme, halkın katılımı,  bilgilendirme, inandırıcı ve güven verici yaklaşımlar" , asıl olarak önemli bir güç merkezi olan yerel yönetimlerin sorumluluğu ve yükümlülüğüdür.

Bu konuda yerel yönetim, bireyleri ve grupları suçlamak yerine önce kendisine bakmalıdır.

Somut örnekler verirsem, geçen süreçte belirgin bir sorun olarak ortaya çıkan  iletişim ve halkla ilişkiler meselesi, her gelene kapıyı açma, telefonunu verme, dert dinleme yöntemiyle sağlanamaz…

Örneğin sorayım; başta ÖÇKB olmak üzere ilçenin temel sorunları ve projeleriyle ilgili herhangi bir halk toplantısı yapıldı mı?

İskelenin yer seçimi örneğinde olduğu gibi, ilçenin tümünü ilgilendiren konularda dayatma yerine  halkın görüşleri, önerileri  ve eleştirileri alındı mı?

Sadece RES ve GES için değil, merkezi yönetimin tüm dayatmalarına karşı, toplum gerektiği gibi bilgilendirildi mi, toplumsal dayanışma için çaba gösterildi mi ?

Dedikodu diye nitelendirilen yorumlara karşı dar çerçevede yalanlamak yerine kamuya açık bilgilendirmelere gidildi mi?

İmara aykırı durumlara  ilişkin ilçe genelinde bine yakın kaçak yapılardan, bilinen kadarıyla üç beş baraka, ahşap ve betonarme dışında  yıkımlar gerçekleştirilirken,  diğerlerine yönelik işlem neden yapılmadı ?

Aynı süreçte İncirlikoy’da belediye tarafından neden ahşap yapılar inşaa edildi?  Aynı  yerde,  Kuyucak’ta,  Bodrum koyunda kıyılarda şezlong ve şemsiyeler neden ücretli oldu, halkın kullanımı niçin sınırlandı ? Bunun sosyal belediyecilikle ilgisi, ne ölçüde örtüştü? 

Belediyeni mülkiyetinde Bodrum koyundaki kafe, zarar ettiği öne sürülerek “ mafyanın eline geçmemesi” gerekçesiyle niçin ihalesiz verildi?

Kuyucak’taki piyasa fiyatlarına yakın ürün satan belediye işletmesi, zarar etmediği için mi ihale edilmedi ya da  ihalesiz birilerine verilmedi?

Yerel yönetim işletmelerinin, öncelikle ticari kaygılar yerine kamu çıkarı esas alınarak yönetilmesi gerekmiyor mu ?

İşletmeler zarar ettiği bu nedenle soruşturma açıldığı bir gerekçeyse, Nergis kafe kar ettiği için mi ihale edilmedi ?

Belediyelerin ticari işletme değil, kamu yararına hizmet etme ilkesi ne ölçüde gözetildi?

Çevre sorunları için dayanışma aranırken, Ayıbalığı koyundaki kaçak iskeleye karşı  doğayı koruma eyleminde yerel yönetim nasıl bir tutum izledi? Kaçak olduğu merkezi  yönetimin ilgili birimlerince ortaya konmuşken belediye neden yükümlülüğünü yerine getirmedi.? Kaymakamlıkla belediye arasında top çevirme tercihine, neden gidildi?

Saip mahallesinde aylardır çeşmelerden tuzlu su akarken yeni hat kazılması için yalıya döşenen parkelerin sökülmesine izin vermemek, hangi halkçı  belediyecilik anlayışına sığar?

Bu ve benzeri sıralanacak sorular ve yanıtları, yerel yönetimin isteyip de bulamadığı , yakındığı "katılım, dayanışma, eylemlilik" konularına ışık tutacaktır sanıyorum.

Sosyal belediye anlayışında şeffaflık, esastır.”