Vakıf ve offshore, ikisi birlikte gündeme geldi son günlerde. Aslında gündeme gelmesine sebep olanlar aynı kişiler. Yandaş müteahhidin offshore hesapları, apalak oğlanın vakıfları konuştuğumuz.

Vakıftan 'offshore'a ak yöntemler

“Şirinler” (Smurfing) yöntemlerden biriymiş. Adına aldanmayın, içerdiği herhangi bir şirinlik yok aslında. Bildiğiniz “Gargamel” yöntemi. Diyelim çaldığınız paraları yurtdışına kaçıracaksınız. Para büyük ama her defasında çıkaracağınız paranın miktarında sınırlamalar var, aşarsa bildirmek gerekiyor. Bildirim yükümlülüğünden kurtulmak için eldeki parayı sınır rakamına yakın tutarlara bölüyorsun ve çok sayıda yandaş kişiye (Smurf-Şirin) bölüştürüp çok sayıda bankaya veya aynı bankanın farklı şubelerine yatırıyorsun. Böylece kaçıracağınız para çok sayıda hesapta ve çok sayıda bankada toplanmış oluyor. Sonra bir talimatla ver elini vergi cenneti…

Diyelim çalıştıracak çok sayıda “Şirin” bulamadın, çözüm yine Gargamel’in kafayı çalıştırmasına bağlı. Şirin yerine işlem sayısını arttırıyorsun, yasal sınırı yine geçiyorsun. Misal 29 milyon Doları bir defada göndermek yerine 600’er Dolarlık 40 bin işlem yapıyorsun, sonra para hop yurt dışına güvenli-vergisiz hesaplara. Buna da “Parçalama” (Structuring) yöntemi deniyormuş. 

“Vergi cenneti” (Offshore) daha bildik bir yöntem. Parayı vergi mevzuatı kara para aklamaya göre düzenlenmiş veya düzenlenmemiş çakma ülkelerden birindeki bankalara aktarıyorsun ya da oralarda bir veya birçok paravan şirket kuruyorsun. Bankadan bankaya şirketten şirkete dolaşırken paranın kapkara rengi bulanıklaşıyor, sonra bembeyaz oluyor. Korkmayın kıyı bankalarının en önemli özelliği sır saklamalarıdır. Hiçbir zaman “bu paranın kaynağı ne” diye sormazlar size. 

Olmadı nakitle işleyen bir işyeri açıyorsun. Hamburgerci, simitçi dükkânı, benzin istasyonu hepsi olur, korkma illa iş yapması şart değil. Önemli olan nakit akışının bol olmasının dikkat çekmeyeceği bir yer olması. Bu tür işyerlerinin seçilmesinin nedeni bunların muhasebe denetimlerinin yapılmasının oldukça zor olması. Böylece yasa dışı kaynaklardan gelen fonlar bu işyerlerinden elde edilen gelirlerle karıştırılınca, yıkanıyor tertemiz oluyor.

Hiçbiri işe yaramazsa geride daha “oto-finans borç yöntemi (Loan-back)”, döviz büroları, kumarhane ve gazinolar, sahte fatura (hayali ihracat), alternatif havale sistemleri (hawala vs.), internet bankacılığı ve elektronik para gibi yöntemler var. Yeter ki kaçıracak kadar çok çalmış ol, yolun hep açıktır. Kapitalizm kara paranın sınırsızca dolaşmasını sever!
Bunlar resmi tariflerdir, yaygındır ve çok kârlıdır. Öyle ki, çalarken ettiğin kârı kaçırırken katlarsın. Hazine ve Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun resmi sayfasından aktardım. 

***

Bir de bunların dışında, pek bilinmeyen sorunsuz “aktarma-saklama” yöntemi var. Misal, gücün ve yetkin var, başkan atamasını bizzat yaptığın belediyeye “bizim oğlana 200 milyon ateşle” desen yakalanırsın hem sen hem oğlun hapsi boylar. Hiç olmadı gıybeti olur, canını sıkar. Ama oğluna bir vakıf kurdurup, belediyeye “ateşle bizim oğlanın vakfına 200 milyon” desen kim ne diyecek? Üstelik vakfın kapı gibi dini amacı da var. Diliniz hemen çürük dişe kaymasın, mesela diyoruz. Daha para kasaya girmeden oldu mu beyaz ötesi! Bağla bütün kamu kaynaklarını vakfa, istediğin kadar aktar, kimsenin gıkı çıkmaz. 10 lira alsan dava açarlar halbuki. Böyledir bu işler. Vakıf devleti ölü ele geçirmiş bir siyasi şebekenin devleti ve halkı soymasının en güvenli yollarından biridir. Offshore’dan daha kıymetlidir. İhale ile çalmasan, vakıfla toplamasan her yer offshore olsa ne yazar!

***

Vakıf ve offshore, ikisi birlikte gündeme geldi son günlerde. Aslında gündeme gelmesine sebep olanlar aynı kişiler. Yandaş müteahhidin offshore hesapları, apalak oğlanın vakıfları konuştuğumuz. Kâğıt toplayıcılarını bile leydilerin önde gideninin kâr hırsı nedeniyle tartakladılar, hapse attılar. Hırsları öylesine büyük, öylesine vahşi. Kaçan paranın haddi hesabı yok haliyle. Kamu mallarına çökmüşler, ballı ihalelerle hazinenin içini boşaltmışlar, o arada doğayı yağmalamışlar, denizi kirletmişler, nehirlere pislemişler, toprağa tüy dikmişler. Sonunda böyle böyle biriken para ya vakfın kasasını boylamış ya offshore hesaplarının. Sonrası belirsiz. 

Belirli olanları sıralayalım: İktidar tarafından peydahlanan, desteklenen, kullanılan TÜGVA, TÜRGEV, EDEP, Ensar Vakfı, İlim Yayma Vakfı, ÖNDER ve İlim Yayma Cemiyeti, AKP'nin arka bahçesi aslında. Bu örgütlere sunulan kamu desteğinin denetimi yapılamıyor haliyle.

İstanbul Büyükşehir Belediyesini soymuşlar. Şehrin temel belediye hizmetlerine, toplu taşımaya, afetlere karşı alınacak önlemlere, itfaiye teşkilatına, yeşil alanlara gitmesi gereken bütçesinin önemli bir bölümü bu vakıflara aktarılmış. 
Gaz şirketlerini soymuşlar. Üstelik soyguna Kızılay’ı da alet etmişler. Başkentgaz’ın Kızılay’a bağışlar gibi yaptığı 7 milyon 925 bin Dolar, Kızılay’a uğramadan Ensar Vakfı’na uçurulmuş mesela. Başkentgaz yaptığı bağışı vergiden düşmüş. Yani sonuçta Ensar’a giden para Ankara Vergi Dairesi’nin kasasından uçmuş. Ne olmuş peki uçurulan o para? New York'un gözde mahallesi Manhattan'da “Türken Vakfı” tarafından inşaata dönüştürülmüş. Kamu kaynağının çaktırmadan hortumlanmasıdır. Kızılay’dan gazı özelleştirmeden ucuza kapatan şirkete herkes hırsızlığın suç ortağıdır. Kolektif hırsızlıktır. 

***

Aramızda kalsın, vergi cennetine falan kaçan bu cehennem zebanileri zaten hiçbir vergi ödemiyorlar. Son 20 yılda vergi muafiyeti tanınan 43 vakıf yukarıda saydıklarımızla aynı kalemden. Yandaş müteahhitlere de düzenli olarak vergi avantajları sağlanıyor. Yani gerici, faydasız ve hortumcu hepsi. Başka türlüsünün yaşamasına izin vermiyorlar zaten. 

Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması üzerine düzenlenen törende Diyanet Başkanı elde kılıç şöyle dedi hatırlarsınız; “Fatih Han bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır. Dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar.” Vakıfları kapatanları lanetlediler, güya Fatih’in vakıf belgesine dayanarak müzeyi alıp camiye dönüştürdüler. 

Vakıf kapatılmaz falan diye fetva veriyorlar ama daha dün yaptıklarını unutuyorlar. 23 Temmuz 2016 tarihli 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 1125 dernek ve vakfı kapattılar. Her türlü mal varlığına el koydular ve sonunda utanmadan o malları da yandaş vakıflara aktardılar. Yani bazen vakıf kapatmak sevap bile olabilir!

***

2018’de seçim vardı. Yukarıda adı geçenlerin de aralarında olduğu 281 vakıf, dernek ve “sivil toplum kuruluşu” Erdoğan ve AKP'ye destek açıklaması yaptı. MÜSİAD, TÜMSİAD, İGİAD, Memur-Sen, HAK-İŞ, KADEM, TÜRGEV, Türkiye Gençlik Vakfı (TUGVA), SETA, Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, ÖNDER İmam Hatip Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği, 15 Temmuz Derneği, İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı ve İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı'nın (IHH) da aralarındaydı. Sebeb-i Hikmetlerine desteklerini sunuyorlardı. 

O kadar ballı bir iş ki bu, AKP döneminde servetine servet katan Mehmet Cengiz bile vakıf kurdu. İstanbul’da mal varlığı 1 milyon lira olan bir “Mehmet Cengiz Eğitim ve Kültür Vakfı” var artık. Vakıf senedine göre bu 1 milyonluk vakıf eğitim, bilimsel, araştırma ve geliştirme, sağlık, sosyal, yardım, kültür, doğa ve çevrenin korunması ve ağaçlandırma konularında kamuya açık olarak devletin kamu hizmeti yükünü azaltıcı faaliyetlerde bulunacak. Bozduğunu düzeltmek, yağmaladığını yerine koymak istiyor yani. Olur mu, olur! 

Kaynakları sınırsız. Yakınlarda Gezi Parkı’nın içinde bulunduğu alanın mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğünün kararı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınarak olmayan bir vakfa, “Sultan Beyazıt Hanı Veli Vakfı”na devredildi. Sadece Gezi Parkı mı? Şişli Etfal Hastanesin arazisi de içinde olmak üzere Pera Palas Otel, Vefa Lisesi, Sait Halim Paşa Yalısı gibi kamu malları aynı vakfa devredildi. E cumhuriyet devirmişti hani padişahları? Siz onu peşkeş çekildi diye okuyun.
Hep öyle değil miydi zaten? Osmanlıda vakıf, kitabi anlamına göre kişi mülkü olan toprağın, kamu yararına kişi mülkiyetinden çıkarılması anlamına geliyor. Bu yola kişi tekelini kaldırmak için başvuruluyor yani. Uygulamada ise tam tersi oluyor. Kamu mülkiyetinde bulunan mirî topraklar vakıflar aracılığıyla kişisel mülkiyete geçiriliyor. Çoluk çocuğa miras kalması da garanti altına alınmış oluyor. Vakıf zamanın “offshore”udur, Osmanlı usulü hırsızlıktır. 

***

Kamu mallarını yağmaladılar, kaçırdıkları kıyı bankalarında, kaçıramadıkları vakıflarda. Sorsan “ahlaklı ve dindar gençlik” yetiştireceklermiş. “E çalmışsın halkın parasını, ahlak neresinde bunun” desen suç. 

Koca ülke sırtlarına yapışmış bu asalak sürüsüyle meşgul haliyle. Yoksulluk derinleşti. Öyle bir eşitsizlik ortaya çıktı ki Türkiye’nin en zengin yüzde 10’u toplam servetin yüzde 82’sine sahip. Geriye kalan yüzde 90’ın payı yüzde 18. Nüfusun en zengin yüzde 1'lik kesiminin servetten aldığı pay yüzde 43. En alttaki yüzde 20’ye düşen pay yüzde 6. Yoksulluk kıtlıktan değil, yağmadan, hırsızlıktan… Bu düzen hala ayaktaysa yoksulların suskunluğundan.

Vakıf kurmuş, deniz aşırı hesap açmış, gelmiş din-iman anlatıyor bize. Gidinin offshore gavuru!