Aynı yazgıyı paylaştıklarımızla birlikte kolları sıvayıp işe koyulmaktan başka bir çıkış yolu hiç olmamıştır. Biraz uzunca, çokça zahmetlidir; ama sonu sağlamdır.     

Seçim neye yarayacak?

Epeydir bir erken seçim lafıdır ortalıkta dolaştırılıyor. Ancak, dolaştıranların pek ısrarcı oldukları söylenemez. Ayrıca tekrar etmenin ötesinde bir zorlayıcılıkları da yok. Sadece, kimi zaman, laf cambazlıklarıyla dikkat çekmeye çabaladıkları oluyor. Zorlamanın başka yolunu pek duymamışlar ya da o tür yolları demokrasi anlayışlarına uygun bulmuyorlar, kim bilir!

Bu olasılığın hangi düzeyde olduğunu, daha önemlisi, neye yarayacağını şöyle bir irdelemek, yeni yeni başlayan ve daha da uzayacağa benzeyen atışmaların ne kadar kayda değer sayılabileceğine ilişkin bir fikir verir, umarım.

Herhalde en başta erken seçimin buna karar verecek konumda olan koalisyon ortaklarının nesine yarayacağına bakmak gerekir. Küçük ortağa yarar sağlamak ne söz, zarar vereceği hemen görülebiliyor. Sadece gereğinden çok önemsenen kamuoyu anketlerinin sonuçlarına göre değil. İçinden kopan parçanın çok daha becerikli çıkıp palazlandığı küçük ortak, git gide silikleşiyor ve parlamentodaki önemli önemsiz oylamalarda velinimetinin peşine takılıp onu rahatlatmaktan öte bir işlev görmüyor. Belki, bir de, kendi açısından bile neye yaradığı belirsiz sokak dövüşleri çıkartıyor. Sonuç olarak, erken ya da zamanında herhangi bir seçimde yüzde 10 barajının altında kalacağına ilişkin yaygın tahminleri doğrulamayı bekler durumda.

Büyük ortağın ise doğrudan doğruya seçimin kendisine, propaganda döneminden oy kullanım ve sayımına kadar bütün aşamalarına ilişkin yeterince etkili yenilikler getirilmedikçe, herhangi bir seçimin çok riskli olduğunu göremediğini düşünmek, iki on yıldır şöyle ya da böyle bu ülkenin kaderinde rol oynayabilen bir parti ve siyasetçiyi gereğinden fazla küçümsemek olur. Hele bir erken seçimin dertsiz denemese de hiç değilse şimdilik idare edip giden başına dert almak anlamına geleceği bellidir ve bunun anlaşılamadığını ileri sürmek, o küçümsemeyi ileri boyutlara taşımak olur. Daha önlerinde iki yıl var. Bu süre zaten imkânsızlık ölçüsünde güçleşmiş olan geçici bir toparlanma sağlamak bakımından çok kısa, ama seçimi kaybetme riskini azaltacak düzenlemeleri yapmak için yeterince uzun bir süredir.

Öyleyse, bir ara sonuç yazılabilir: Erken seçim iktidardaki partiler ve oluşumlar açısından, intihar etmeye benzetilebilecek kadar riskli bir adımdır. Bu ara sonucu biraz daha yumuşatarak belirtmeyi gerektirecek durumlardan biri ise olağan dışı bir olasılığın ortaya çıkması, örneğin, muhaliflerin bayrakları indirmesini sağlayacak bir dış düşmanın açık açık saldırması ya da saldırtılması olabilir. Bu durum, erken seçim bir yana, zamanında seçimi de erteletebilecek bir olasılıktır. Dışişleri bakanının Gazze’deki İsrail vahşeti bağlamında dillendirdiği birkaç gün önceki “Ümmet bizden liderlik bekliyor” yollu açıklaması, reisten tümüyle habersiz yapıldığını düşünmek biraz safdillik olacağından, bu türden denemeler için kanıtlayıcı bir veri değil ama, şimdilik uzak bir işaret sayılabilir.

Bu arada geleceğe ilişkin belirsizliği artıran olaylar da çoğalıyor. Son günlerin entrika ve heyecan dolu dizisinde  mafya-ticaret-siyaset-devlet ilişkilerinin ortaya dökülüşü kontrolden çıkarsa, bu gelişmenin iki yanı keskin bir kılıç işlevi görmesi mümkündür. Erken değil baskın seçimi de uzun bir ertelemeyi de zorlayıcı etkiler ortaya çıkabilir.   

Buraya kadar daha çok partilerden söz ettik. Oysa, bütün partiler, sınıf (ya da sınıflar) mücadelesi temelinde hareket ederler. Sınıflar arasındaki mücadele olmasa siyasal partiler de olmazdı, denilebilir; en azından bu kadar çok ve çeşitli güç düzeylerinde partiler olmazdı. Sınıflar mücadelesi dediğimiz olgu ise sınıfların birbirleriyle ve kendi içlerindeki mücadelelerden oluşuyor. Böyle bakıldığında, bütün olarak siyaset sahnesinde önemsiz olmayan, hatta zaman zaman sınıfların kendilerini gölgeleyecek kadar ön plana çıkan kişiler arasındaki mücadeleyi de doğru anlamak kolaylaşır. Kişiler ya da siyasetçiler arasındaki sık sık çok sertleşen, hiç değilse öyle bir görünüme bürünen kavga da, aslında ve daha çok, sınıf içi mücadelelerde ortaya çıkar, önem kazanır. 

Bu noktada ikinci bir ara sonuç olarak şunu yazabiliriz: Bütün bunların birlikte ve karşılıklı etkileriyle bugün için akla gelmeyen, gelse de olabilir görülmeyen olasılıklar gerçekleşmedikçe, erken seçim bir yana, zamanında seçimi de bir yolunu bulup ötelemek bugünkü iktidar ortakları ve dayandıkları sınıflar açısından daha uygundur. Kazanılan zamanda durumu toparlama umudundan çok, çaresizlik içindeki her canlı varlık için doğal olan biraz daha ömrünü uzatma içgüdüsünün etkisiyle… 

Öte yandan, egemen sınıflar ittifakı ve özellikle burjuvazi açısından, kârlarını ve öteki çıkarlarını korumanın da ötesinde geliştirmeyi engelleyen ürkütücü bir güncel sorun söz konusu değildir.  Gerçi daha uzun erimli sıkıntılar bulunmaktadır, ama bugünkü kârlarını sürdürebildikçe o sorunlarla uğraşmak, deyiş uygunsa, bu sınıfın genlerinde yoktur.

Emekçilere gelince, onların yararına olabilecek bir seçimin asgari koşulları bulunmuyor. Bu koşullar arasında, temsili demokrasinin birincil öğesi durumundaki genel ve eşit oy ilkesini dolaylı yoldan çöpe atan aşırı yüksek seçim barajının sıfırlanmasının yanı sıra siyasi partiler ve seçim yasalarındaki düzen partileri lehine yasaklarla kuralların değiştirilmesini ilk ağızda sayabiliriz. Böylece, başkalarını da sıralayıp ayrıntılara girmeye gerek kalmaz.

İki ara sonuçtan sonra bir de sonuç yazıp bitirmiş olalım.

Diyelim seçim oldu, hatta erken seçim oldu ve cumhur koalisyonunun yerine millet koalisyonu geldi. Emekçi halk için bu ne anlam taşır, neye yol açar?

Önce, başlangıçta, yirmi yıl sürmüş bir karabasandan sonra herkes çok bunalmıştır nereden bakılsa, belli bir rahatlama olur. Dahası, belki bayram şenlikleri bile yapılır bir süre.

Ardından ne olacağını az çok kestirmek için ortalıkta dolaştırılan alternatif figürlere bakmak yeterlidir. Olasıdır ki, halkımızın önemli bir bölümü daha bugünden onlara bakmakta ve kendini alıştırmaktadır. Bu alıştırma işinin ulaşacağı boyutlara göre, o bayram şenliklerine katılımın da ya sınırlı olacağı yahut kısa süreceğini tahmin etmek mümkündür. Öyle ya, kimler yok ki…

Görkemli seçim başarılarından sonra belediye başkanlığı performansları yere göğe sığdırılamayan İmamoğlu ile Yavaş var; ilki resmen göreve başlarken Kur’an okutmuş ve Allah adını hiç dilinden düşürmemiştir, öbürü ise milliyetçi camiadan yetişip geldiğini hiç unutmamıştır. Sonra Asena hanımefendi var, Çiller’in Cumhuriyetimizin yetiştirdiği bir kadın olarak ilk kez oturduğu koltuktan daha yücesine oturan ilk kadın sıfatıyla her Cumhuriyetçiyi heyecanlandıracağına inanan bulunmaz mı? Daha da olmadı, ikna edilir ve kabul buyurursa  Kılıçdaroğlu var, yüce Tanrı’nın izniyle gelecek o kurtuluş  gününde dirayetli liderliğiyle sağladığı zafer tacına hak kazanmış olacaktır. Hiçbiri olmasa, ne sürprizler çıkarılır daha, Ekmeleddin buluşunu unutan olmuş mudur?

Burada bırakırsak umutsuzluğun değirmenine su taşıma suçlamasını hak edebiliriz. Anlatılmak istenen şudur: Yaşamak zorunda bırakıldığımız çürümüş düzenin sınırlarına hapsolup kalmakla, birilerinin neye yaradığı çoktan anlaşılmış sandığı önümüze koyup buyur istediğini seç diyeceği günün gelmesini beklemekle, silleyi yedikçe sövüp saymakla olmaz. Olduğu hiçbir zaman görülmemiştir, bu kez de görülmeyecektir. Aynı yazgıyı paylaştıklarımızla birlikte kolları sıvayıp işe koyulmaktan başka bir çıkış yolu hiç olmamıştır. Biraz uzunca, çokça zahmetlidir; ama sonu sağlamdır.