Demokrasiye falan buladılar ama esası bir dinciler-tarikatçılar kavgasıdır. Darbeye kalkışanlar Nakşibendiliğin eteklerinden gelip palazlanan Nurculardı.

Seccadeli Süperbadem’in olağanüstü maceraları

Eski AKP'li vekil ve tabii “profesör” Mazhar Bağlı, “15 Temmuz'da insanlar 11. kata çıktı, alçaktan uçan F-16'lara kafa atarak şehit oldu” dedi. F-16 dediği savaş uçağı. Tank versiyonu da var bunun; direnişçi AKP’liler egzozuna çaput tıkayarak durdurmuşlardı koca aletleri. Neden olmasın? “Reis göklerden uçarak geldi, olaya el koydu” deyip, dediğine inanlar da var. Uçağı aradan çıkarıyorlar tabii, bir tür Süpermen tarif ediyorlar anlatırken. Pelerin yerine seccadeye sarılmış badem bıyık nev zuhur bir Süperbadem’dir bu. Başkahraman Süperbadem olunca yan karakterleri uçağa kafa, tanka tekme atar haliyle. Kurşunlar delip geçer, büyük yaralar açar ama hepsi ölümsüzdür. 15 Temmuz “gazisi” Adviye İsmailoğlu, “G3 mermisi sırtımda 15 santimlik delik açtı” dedi mesela. Ufak tefek bir kadın, sırtının tamamı olsa olsa 20 santim civarında. Geriye kalan beş santimin inancıdır bu. Biliyoruz, hepsi birer Şerife Boz vakasıdır, bir tür her şeyhin “Seyyit” olması halidir. İslamcılara bir hikâye lazımdı, buldular, çeşitlendiriyorlar.

Din kültürü böyledir. Abartılı hikayelerle ve masallarla sürekli beslenmesi gerekir. Hendek ve Uhud gibi küçük çaplı kabile kavgalarından destan anca böyle çıkarılabilir çünkü. Bedir, hepi topu 84 kişinin öldüğü bir kervan kavgasıdır. Uhud’da toplam ölü sayısı yüz civarındadır. 15 Temmuz’da 250 kişi öldü, demek ki bütün din savaşlarından daha büyüktür. Ama 80 milyon nüfus düşünüldüğünde devede kulak bile değildir. Abartmaya, hasarı büyütmeye, kurşunların sayısını arttırmaya, hikâyeyi tanklarla uçaklarla beslemeye ihtiyaç var. 15 santimlik öldürmeyen yanalar böyle ortaya çıkıyor. Aksi halde işin aslının bir kervan kavgası olduğu ortaya çıkacak.

***

Demokrasiye falan buladılar ama esası bir dinciler-tarikatçılar kavgasıdır. Darbeye kalkışanlar Nakşibendiliğin eteklerinden gelip palazlanan Nurculardı. Mağdurları Nakşibendi uzantılarıydı. Sonuçta tarihte pek çok benzeri olan tipik bir Nakşibendi darbesi-kalkışmasıdır.

Tipik çünkü Nakşibendilerin Aydınlığa yönelik düşmanlıkları devletle anlaştıkları 1826 yılına dayanıyor. Bir askeri darbeyle, Vakayı Hayriye, iktidarın ortağı oldular. Sonra her fırsatta darbeye kalkıştılar. 1859 yılında İstanbul’da padişahı devirmek için hareketlenen Kuleli Vakası nedeniyle sorgulanan 41 sanığın 15’i Nakşibendi’ydi. Şüphelilerin Padişah Abdülmecid'i öldürerek daha şeriatçı bir yenisini tahta oturtmayı amaçladığı iddia ediliyordu. Abdülhamit bu ilişkiyi taçlandırdı, fırsatını buldukça devlete yedeklenen bu tarikatı muhaliflerine karşı kışkırttı.

Nakşilerin en büyük ayaklanması 1909'da Hürriyet’e karşı oldu. II. Meşrutiyet ile hesaplaşma istekleri, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul'da 31 Mart gerici ayaklanması olarak adlandırılan büyük bir kalkışmaya yol açtı.

Kurtuluş Savaşı sırasında da pek çok ayaklanma başlattılar. Şeyh Eşref, Birinci-İkinci Bozkır, Konya, Birinci-İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci-İkinci Düzce, Birinci-İkinci Yozgat ve Zile ayaklanmalarında öncülük Nakşilerdeydi.

Cumhuriyetin kurulmasında sonra ayaklanma girişimleri sürdü. 1924 Şeyh Sait Ayaklanması, 1925 Rize Ayaklanması, 1930 Menemen Ayaklanması, 1933 Bursa
Ayaklanması, 1935 Şeyh Halid ayaklanması, 1935 Çorum İskilip Şeyh Kalaycı ayaklanması Nakşibendilerin marifetiydi.

Nakşibendilik Osmanlı yönetim aygıtının çok önemli bir parçasıydı, bir tür yarı resmi tarikattı. Bu nedenle çok politize oldular ve bu düzeni değiştirmeye yeltenen her harekete düşmanlık beslediler. Laik Cumhuriyet en büyük hedefleridir. Haliyle Şeyh Sait’ten AKP’ye uzanan siyasi çizgideki Nakşibendi rengi tartışmasızdır.

15 Temmuz son Nakşi kalkışmasıdır. Kalkışanlar Nakşiliğin Nurcu koludur. Devirmek istedikleri Nakşiliğin İskenderpaşa Cemaatindendir. Esası Nakşilik ve Nurculuk kavgasıdır.

***

İslamcı devletin kucağında büyümüştür, devletsiz İslamcı düşünemiyoruz. Devletten bağımsız tarikat da imkansızdır. Nurcuların hikayesi böyle başlıyor. 1970’li yıllardan bu yana devletin yedeğinde palazlandılar. Devlet güçlenen sol karşısında siyasal İslamcılara yaslanmak istiyordu. Komünizmle Mücadele Derneği içinden gelen iş birliğine yatkın imam Fethullah Gülen bu politika için biçilmiş kaftandı. Gülen hem devlete yakın oldu hem de gizli örgütlenmeyi devam ettirdi. Işık Evleri ve dershaneler üzerinden devlet içinde kadrolaşmayı sessizce sürdürdü. Şehir şehir gezerek anti-Komünist ve tabii Evrime Teorisine karşı vaazlar verdi. “Sızıntı” dergisi bütün bu sızma halinin bir yansımasıydı. Dershaneler ve okulların yanında “ışık evleri” oluşturuluyor ve buralardan cemaate kadro devşiriliyordu. Işık evlerine giden öğrencilere cemaat disiplini veriliyor, “mehdi” Gülen’e sonsuz bir bağlılıkla hizmet etme amacı aşılanıyordu. Bu örgütlenmeye her dönem devletin örtülü-açık desteği vardı. Kenan Evren, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Bülent Ecevit Fethullahçı kuruluşları devletin bir uzantısı olarak görüyorlardı.

12 Eylül’e hazırlıklıydı. Ankara Başsavcılığı’na göre, Gülen, istihbarat örgütleriyle irtibatlıydı ve gerekli bilgileri alıyordu. Gülen ve örgütü, darbeden sonra hiçbir adli takibata uğramadı, hakkındaki yakalama kararı 6 yıl boyunca uygulanmadı. Gülen askeri mekânlar da dahil serbestçe dolaşıyor ve müritlerine yakalanmamasını “bir keramet” olarak anlatıyordu. Nihayet Bursa’da yakalandı ancak yakalayan timin komutanı “Komünistle uğraşıyoruz, bir de masum Müslümanlarla uğraşmanın anlamı yok” diyerek serbest bıraktı. 1986’da Burdur’da teslim oldu ve bir gün sonra İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nca serbest bırakıldı.

Gülen, 12 Eylül’ü heyecanla karşılamıştı, Kenan Evren’e sevgisi büyüktü. “Evren, 12 Eylül sonrası seçmeli din derslerini zorunlu hale getirmekle çok yararlı bir iş yaptı. Bu iş, öyle büyüktür ki hiç sevabı olmasa da bu icraatı ona yeter, Evren cennete gidebilir” demişti bir söyleşisinde. Haklıdır, bu tarikatlar cennetini Kenan Evren ve arkadaşları yaratmıştır.

***

Öyleyse tekrar edelim; 15 Temmuz son Nakşi kalkışmasıdır. Kalkışanlar Nakşiliğin Nurcu koludur. Devirmek istedikleri Nakşiliğin İskenderpaşa Cemaatindendir. Esası Nakşilik ve Nurculuk kavgasıdır.

“Uçağa kafa attık” palavrası boşuna değildir yani. Nurcuların uçak taarruzu karşısında Nakşilerin atacak boş kafalardan başka bir şey yoktu. Hava Kuvvetleri Nurcuların elinde geçmişti çoktan beri. Sanırım havadaki İskenderpaşa müridini düşürmemelerinin nedeni de bu kuvvetlerine dayalı özgüvenleriydi. Canlı yakalayıp aşağılamak istiyorlardı. Başaramadıklarını biliyoruz.

Başaramadılar amma Seccadeli Süperbadem için de yolu açmış oldular. Ülke Fethullahçıların yönetimindeki jetlerin gürültüsüyle sindirilirken, İskenderpaşalı Süperbadem’in İstanbul’a ayak basar basmaz olup biteni “Allah’ın büyük lütfu” olarak değerlendirmesi bu nedenleydi. Nurcular kaybetti, Nakşiler kazandı. Nurcular kazansa ülke kararacaktı, Nakşiler kazandı ülke yine karardı.

Bizim ise Aydınlığa ihtiyacımız var. Seccadeli Süperbadem’in olağanüstü maceraları karşısında işçi sınıfının nasırlı elleriyle düzene devrimci dokunuşu basit sıradan bir operasyona dönüşmüştür artık. O dokunuşla tarikatlar çağının kapısını yeniden kapatabiliriz. Aydınlığı getirebiliriz, yapabiliriz, biliyoruz.