Kur veya faiz; bir gün inerler, iki gün çıkarlar. Yapısal sorunlar ise bakidir. Kriz mutlak ve süreklidir.

Mortem II – Gözlerimin İçine Bak

Kur garantili TL mevduatı açıklamasının ardından iki gündür ulusal para değer kazanıyor. AKP cenahından pervasız bir sevinç narası yükseliyor. Öte yandan sosyalist olmayan muhalefet ise sanki bir süredir elinde tuttuğu inisiyatifi yitirmiş gibi, uygulananın başka bir tür çöküşe yol açacağını sadece ima eden kısık bir ses tonuyla konuşuyor. Yeni bakan Nebati ise gülücükler dağıtıyor ve gelen soru üzerine “gözlerimin içine bak, orada sevinci göreceksin” diyor. Gözlerinin içinde ne olduğunu bilemeyiz ancak eğer sevinç ise boş bir sevinçtir. Neden mi? Bir kere daha vurgulayalım; Türkiye kapitalizmi uzunca bir süredir varoluşu itibariyle bir krizden ibarettir; çıkışı yoktur, umarı yoktur ve nefesi yoktur. Kendisi bir krizdir, atılan tüm adımlar kısa vadeli bir nefese, ve takiben uzun vadeli başka bir tıkanmaya yol açmaktadır. Buna yol açan da ne merkez bankasının bağımsız olamaması, ne de küresel kapitalist rasyonaliteye uygun adımların atılmamasıdır. Sorun bizatihi Türkiye’de sermaye birikiminin dinamiklerinden kaynaklanmaktadır.  Şimdi biraz göstergelere dönelim. 

Burada yapacağımız sunum aslında temel bölüşüm göstergelerinin sermaye lehine seyretmesine rağmen sermayenin yapısal krizinin derinleştiğini gösterecektir. Önce en temel bölüşüm göstergelerine bakalım.

Malum TÜİK ulusal geliri, GSYİH’i, gelir yöntemiyle de hesaplamaktadır. Bu yöntemle kabaca ulusal gelirin emek ile sermaye arasında nasıl bölüşüldüğünü görebiliriz. Ancak TÜİK’in hesaplamalarında ciddi bir eksiklik var. TÜİK hesaplama yönteminde kendi hesabına çalışanların üretimlerinden gelen tüm geliri “işletme artığı/karma gelir” başlığı altında toplamaktadır. Böylece devasa kapitalist işletmelerin kârlarıyla küçük köylünün tarımsal geliri, ve hatta kentlerdeki mahalle berberlerinin ya da terzilerinin gelirleri aynı başlık altında toplanmış olmaktadır. Oysa sayıları 4 milyonun üstünde olan bu kendi hesabına çalışanların gelirlerinin bir bölümü bu kişiler aynı zamanda doğrudan kendi emek güçlerini kullandıkları için ücret geliridir. 

Başka bir ifadeyle kendi hesabına çalışanların gelirlerinin hem bir ücret hem de bir kâr bileşeni vardır. Hatta Türkiye’de çoğu kendi hesabına çalışanın geliri asgari ücretin bile altındadır, diğer bir ifadeyle kendi hesaplarına çalışarak emek harcayan bu geniş kitle aslında kâr geliri elde etmemektedir. Ancak biz artık (kâr, faiz ve rant) ile ücret arasındaki paylaşıma bakarken kendi hesaplarına çalışan kitlenin ücret gelirlerini net artık/karma gelir kategorisinden çıkardık ve bunu ücret kategorisine ekledik. Burada her bir kendi hesabına çalışanın gelirinin asgari ücrete kadar olan bölümünü ücret, kalanını ise kâr olarak kabul ettik.  Kendi hesabına çalışan sayısını aylık asgari ücret ve üç ile çarparak (her yıl için sadece III. Çeyrek değerlerini karşılaştıracağımız için) bu meblağı ücret ödemelerine ekleyerek net artıktan düştük. Aşağıdaki grafikte 2014’ün III. çeyreği ile 2021’in III. çeyreği arasında hem TÜİK’in hesaplamasına göre, hem de bizim düzeltilmiş hesaplamamıza göre ücret ve artık (sermaye ve servet gelirleri) paylarının gelişimini vermektedir. 

Görüldüğü gibi ele alınan dönem içinde emekçilerin ve çalışanların payı özellikle 2019’dan sonra hızla aşınmıştır. Aslında daha uzun zaman boyutuna bakıldığında dalgalanma gösterse de emeğin payının eğilim olarak giderek azaldığı görülecektir. 

Dolayısıyla temel bölüşüm göstergelerinde her şey sermayenin lehine işlemiş gibi görünmektedir.  

Ancak bu sadece ilk izlenimdir ve ilk izlenimler genelde yanıltıcıdır. Şimdi de daha belirleyici göstergelere bakmak gerekiyor. Aslında kapitalist devletin ürettiği istatistiklerden emek sömürüsünü hesaplamak zahmetli bir iştir (malum istatistikler kaba burjuva iktisadının kategorilerine göre derlenir ve sunulur). Bazı varsayımlar yapmak zorundayız. Örneğin Türkiye’de kendi hesabına çalışanların çok büyük bir bölümü emekçileşmiş ya da emekçileşmenin eşiğindedirler. Bu kitlenin önemli bir bölümü (yarısı kadarı) köylüdür, ve bu köylülerin çok ama çok küçük bir bölümü (70 -80 bin civarı) sürekli bir şekilde emekçi çalıştıran tarımsal kapitalisttir. Geri kalanı çok da büyük olmayan toprak parçalarında aile tarımı yapan (ya da çok kısa bir süreliğine, örneğin yazları, mevsimlik tarım işçisi kiralayan) çalışanlardır. Kentli kendi hesabına çalışanların da çok büyük bir bölümü yine ücretli emek kullanmayan kitledir. Çok küçük bir bölümü (örneğin serbest çalışan doktorlar, avukatlar, muhasebeciler…) kentli profesyonel olarak çalışan ayrıcalıklı bir kitledir. Dolayısıyla bu küçük azınlıkları yok sayarak kendi hesabına çalışanlar sayısını ücretli istihdama katmalıyız. 

Bunun yanında bir de özellikle köylü hanelerde sayısı bol bir şekilde bulunan (kentli hanelerde de bir miktar mevcuttur) ücretsiz aile emekçileri vardır. Bu kitle çift katmanlı sömürülmektedir. Önce kendi haneleri onların ürettiği artığa el koymaktadır, ikinci katmanda ise bu artığın çok önemli bir bölümü genelleşmiş sermaye birikimi döngüsüne aktarılmaktadır. Bu kitle böylece önce hane, sonra da sermaye tarafından sömürülmektedir. Bu kitle de (sayıları uzunca bir süredir azalış göstermektedir) genel emekçi kitlesine katılmaktadır. Bu iki eklemeyle birlikte Türkiye’de en geniş anlamıyla emekçi kitlesinin büyüklüğüne ulaşmış bulunmaktayız. 2021’in üçüncü çeyreği için emekçiler toplamı yaklaşık 27 milyon kişidir.  

Şimdi yukarıdaki analizde kullandığımız düzeltilmiş ücret ve artık toplamını toplam emekçi kitlesine bölerek her yılın III. çeyreği için emekçi başına ücret ödemesini ve emekçi başına artığı bulalım. Bulduklarımız nominal değerler olduğu için bu değerleri fiyatların etkisinden arındırmak ve reel değerlere ulaşmak için bir fiyat endeksiyle bölmemiz gerekiyor. Biz burada önemli olanın sermaye birikimi açısından emekçi maliyeti ve emekçinin ürettiği artık olduğu varsayımıyla Yurtiçi Üretici Fiyatları endeksini (ÜFE) tercih ettik. Reel hale getirdikten sonra her bir değişkenin belirli bir yılda aldığı değeri analizimizin ilk yılı olan 2014 için o değişkenin değerine bölerek, kısacası 2014’ü 100 kabul ederek bir endekse dönüştürdük. Ayrıca emekçi başına artığı emekçi başına ücrete bölerek kabaca sömürü oranını da bulduk. Bu bize her bir emekçinin ürettiğinin ne kadarına kendisinin, ne kadarına ise sermayenin el koyduğunu gösteren bir orandır.  Kabaca sömürü oranını göstermektedir. Grafik 2 bu endeks değerlerini göstermektedir. 

Özellikle 2021’de hem çalışan başına reel ücrette, hem de çalışan başına reel artıktaki çöküş çok çarpıcıdır. Örneğin reel ücrette çöküş % 25 dolayındadır. Reel ücretteki erime reel artıktaki erimeden daha yüksek bir oranda gerçekleşmiştir. Sömürü oranı ise 2016’nın III. çeyreğinden 2021’in aynı çeyreğine kadar, 2019’daki düşüş hariç, artış göstermektedir. Emekçiler giderek daha fazla sömürülmektedirler. Emek verimliliği ise 2021’in III. çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre % 10’dan fazla bir düşüş göstermiştir. Peki öyleyse Türkiye kapitalizmi bu dönem içinde nasıl dolu da % 7,4 büyüdü? Onu da devletin resmi istatistiklerini yayınlayan kuruma sormak gerekir. 

Gelelim daha uzun bir vadede Türkiye’de sermaye birikiminin izlediği yola. Grafik 3 TCMB verilerinden hesaplanan reel sektör kârlılığını göstermektedir. Görünen o ki sermaye birikimin kâr oranlarında düşüş eğilimini uzunca bir süredir yaşamaktadır. Sırf bu birikim krizi nedeniyle sermaye bulabildiği tüm yabancı ve yerli kaynağın üstüne çökmektedir. AKP ise politikalarıyla buna aracılık etmektedir. Ancak vurgulandığı gibi kendisi krize dönüşen yapıda her kısa soluklanma uzun süreli boğulma anlamına gelmektedir. Kur veya faiz; bir gün inerler, iki gün çıkarlar. Yapısal sorunlar ise bakidir. Kriz mutlak ve süreklidir. Gerçekten sunucu bakanın gözlerinde ne gördü ki acep?