'Ne kulluğa izin vereceğiz öyleyse ne köleliğe. Ne merhamet dileneceğiz ne sadaka isteyeceğiz. Hüsamettinleri kovalayacağız.'

Küçük Hüsamettin’e 'kul hakkı' dersi

Çok tuhaf, laik cumhuriyete karşı son kalkışma 2001’de başladı. TÜSİAD, generaller eşliğinde ayaklandı, DSP’nin üçüncü adamı Hüsamettin Özkan’ı başbakan yapmak istiyorlardı. Özkan, çok etkili olmakla birlikte çok silik bir tipti. Kimse ne olduğunu, nereden geldiğini, ne düşündüğünü bilmiyordu. Bir tek Turgay Ciner’in kayınpederi olduğundan haberdardık. Yapamadılar ama o günden sonra yükselmek için Hüsamettin Özkan’a benzemek şart oldu. Şimdi her yer Hüsamettin Özkan doldu. Maliye ve Hazine’nin, İçişleri’nin, Milli Eğitim’in başında birer Hüsamettin oturuyor. Devleti Hüsamettinler yönetmektedir. 

Tabii CHP’nin başına oturtmasalar olmazdı, 2010’dan beri Hüsamettin tarafından yönetilmektedir. Demek ki, 2010’da, bir operasyonla, CHP’nin başına oturtulması karşı devrimin son hamlesidir. CHP Hüsamettinleştirilmeden karşı devrim tamamlanamazdı. Tamamlanmıştır. Muhalefeti de Küçük Hüsamettin yönetmektedir.

Şimdi “kul hakkı” diye devlet kurumlarının kapısına dayanmaktan başka fikri ve eylemi kalmamıştır. Ancak karşı devrim olmuştur ve devlet sultanın mülküne geçirilmiştir. Sultan dışında herkes kuldur, Hüsamettin de kuldur, düzenin esası kulluktur. 

Haliyle hızla laik yasalardan uzaklaşıyoruz, aynı hızla şeriata yaklaşıyoruz. Artık tek bir kitap var, esası kulluktur. Kulluk, karşı devrimin alamet-i farikasıdır. 

***

Öyleyse kulluktan devam ediyoruz. “Abd”, Arapçada kul anlamına geliyor. Tabii bir tanrıya kulluk dışında bildiğimiz “köle” anlamını da içermektedir. Kullanıldığı dönemde kölelik yerini köylülüğe bırakmak üzereydi ve kölelik düşerken köleliğin gönüllü ve teorik bir biçimi inanç çerçevesinde yeniden üretilmişti. Yeni din köleliği ortadan kaldırmıyordu ancak köle sahiplerine kullarına daha merhametli davranmasını öğütlüyordu. Yazdık, tekrarlıyoruz.

Kul, dinsel açıdan özgür olmayan, mülk sayılan, alınıp satılabilen dişi (cariye) ve erkek (abd) insan anlamında kullanılıyordu. Mal söz konusu olduğundan, tabii, bir hukuku da vardı. Şöyle özetleyebiliriz; köle, “memlük”tür, yani “mülk” kapsamındadır, sahip olanın malıdır. Hukuku da sahibine tabidir. Efendisi dilerse onu âzâd edebilir. Fakat bu da yol olup düzeni sıkıntıya sokmaması için sıkı kurallara bağlanmıştır, yani zor iştir. Çünkü köle değerli bir maldır. Yanlışlıkla adam öldürmenin veya bozulan bir andın kefareti olarak aralarından birini azat etmek gerekebilir. Esası budur. Tabii, kitapta kullara, abd veya cariye, iyi davranmak da öğütleniyordu. Merhamet ve iyilik, zalimin ve zenginin erdemidir.

“Kul hakkı”, o geçiş döneminin bakiyesidir. Kul çoktu ve ister istemez sahipleri bazı haklarını tanımak zorunda kalmıştı. Ama tek yanlı bir tanımaydı bu. İsterse uyuyorlardı, keyfe göre uygulandığının işaretleri var. 

Hukuk varsa görevler de vardır. Bunları, kölelerin görevlerini, “kulluk” başlığı altında toplayabiliyoruz. Hem dünyevi hem uhrevi (ibadet) görevleri vardı kulların. Kulluklarını yerine getirdiklerinde sevap kazanırlar ve ödüllendirilirlerdi, tersinin getirisi günah ve cezadır. 

Toplamı, insanlar ve cinlerdir. Tuhaf, insanlarla birlikte cinler, yaratana kulluk etmeleri için yaratılmışlardı. İnsan ve tabii cinler, demek ki doğuştan kuldu. Cumhuriyet ise tam tersine doğuştan hür olduklarının kabulüyle işe koyulmuştu. Laiklik bunu mümkün kılmanın biricik yoludur. Aklı özgürleştirmeden kulluktan kurtulmanın yolu bulunmamaktadır. Özgür olmak için aydınlanmış olma şartı var. Başladığımız yerdeyiz.

Anlaşılacağı gibi, din büyük insanlık ailesinin kazanımlarını tersine çevirmeye imkân verir, büyük bir aşkla sarılmaları bundandır.

Demek ki “kul hakkı” sanıldığı gibi “sözün gelişi” bir lakırdı değildir. Kazanımlarımızı silmek ve hepimizi insanlıktan çıkarmak için Ortaçağ karanlığından devşirilmiş bir eski silahı yardıma çağırıyorlar. Hüsamettinleştirme, bunun içindir. 

***

Osmanlıda da kulluk çok yaygındı, oradan türettik, çok geniş bir “kul külliyatımız” var. “Kulluk” eskiden karakol yerine kullanılırdı. Yeniçeri Osmanlının gözünde kuldu. Onların bulundukları yer de “kulluk” veya “küllük”tü. Tabii “kulluk hakkı” da var, yalnız burada kul Tımarlı Sipahilerden alınan bir vergiye deniyordu. Kula hak veriyorlardı ve karşılığında kuldan hak alıyorlardı. Yani Osmanlı'da alt sınıflar gibi orta sınıflar da kuldu. Sultan varsa, cumhuriyet yıkılmışsa istisnasız herkes kuldur. 

Cariyelikten gelme kadınları “kul cinsi” tabir ediyorlardı. Bu da kulluk külliyatımızdandır. Devlet büyükleri ile zenginler, evli oldukları halde, haremdeki kalfalardan birini gizli odalık seçerlerdi. Bazen, odalıkların çocukları olduğundan, evlenmek icap ederdi. Bu halde bile kul cinsi olanlara “hanım” yerine “kadın” denilirdi. 1908 Temmuz Devrimi geldi, kaldırdı. Devrim varsa Hüsamettin de kul da yoktur. İnsan olmamızı devrimlere borçluyuz. 

***

Köleliğin anlamı çok açıktı ve çok bulanıklaştırdılar. Sorumluluğu dine sosyal bir işlev yüklemeye çalışanların omuzlarındadır. Bir kez daha not edelim öyleyse: Kitapları özel mülkiyete karşı değildir. Toplumsal eşitsizlikleri mesele etmez, hatta tavsiye eder ama bunun yanında ilahi hüküm karşısında servetin faydasızlığını vaaz etmekten de geri durmaz. Kölelik gibi ücretli çalışmaya da bir itirazı yoktur, ikisinde de çalıştırana veya mülk sahibine merhametli ve hakkaniyetli davranmasını öğütler. Ticaret veya kazanç peşinde koşmak neredeyse kutsaldır. Tabii bu işleri de dürüstçe yapmak gerekir. Dürüstlük eşitsizliğe engel değildir. Muktedire toplanan vergilerin ve bağışların bir kısmını yoksullara dağıtmayı öğütler. Zengine malının küçük bir miktarını, zenginleşmesine halel getirmeyecek bir miktardır bu, muhtaç olanlara vermesini emreder. Sonuçta hepsi sadakadır. Merhamet gibi sadaka da varsılların ve yoksulların, ezenlerin ve ezilenlerin varlığını varsayar.

Geldiler, hızla zenginleştiler ve aynı hızla genişleyen bir sadaka ağı kurdular. Yoksul halktan toplanan vergileri yağmalayıp, tabakta kalan artıkları yoksul halka dağıtmaya “hayır” dediler. Kızılay bile görev değil “iyilik” yapıyor artık. Bu bir kullar düzenidir. Küçük Hüsamettin de geride kalanları, kullar düzenine uymayanları, direnenleri kullaştırma görevini üstlendi. Hukuk kafasından sildi, anayasanın ilga edildiğini biliyor, kafasına vurulunca “kul hakkı” diye feryat ediyor. Bunlar kurdukları düzen kitabına uygundur. Sorun bu düzenin kitaba uyması ancak hayata uymamasıdır.

***

Ahlaksız, kuralsız, ölçüsüz, adaletsiz bir düzen kurdular, dinle tahkim ettiler, Hüsamettinsiz yönetemiyorlar artık. Yasa yok, anayasa yok, yargı yok, yalnız kul hakkı var. Merhamet muktedirin keyfine bağlı, adaletsizliğin cezası günah. 

Oysa cumhuriyetin çocuklarıyız biz. Kralın ve dayanağı tanrının kafasını uçurarak işe koyulduk. Kokuşmuş düzenlerine vura vura yurttaş olduk. Bu ülke bizim, bu toprağın sahibi biziz, kul değiliz. 

Ne kulluğa izin vereceğiz öyleyse ne köleliğe. Ne merhamet dileneceğiz ne sadaka isteyeceğiz. Hüsamettinleri kovalayacağız. Soymak, yağmalamak, çalmak gibi sömürmeyi de yasaklayacağız. Kitabına ister uysun ister uymasın!

Laiklik ve cumhuriyet yıkılmışsa geriye kalan ya kul olmaktır ya ayağa kalkmaktır. Yıl döndü, yeni bir güne uyandık hep birlikte. Bize yeni bir cumhuriyet lazım şimdi. Ayağa kalkacağız öyleyse!