Türkiye toplumunun bu kadere mahkûm olmadığını açıklamak, yaymak bugün Sosyalist Sol’a düşmektedir.

Faşizm sonrasının sorunları

Türkiye’nin bugünkü tuhaf rejim içinde yönetilemez bir duruma geldiği, herhalde ortadadır. Son bulacaktır; ama nasıl? Ve sonrası? 

Bu soruları Oğuz Oyan (“Kriz Potansiyelleri”, BirGün, 20 Haziran) ve Ergin Yıldızoğlu (“Yeni Bir Durum Başladı- Cesaret Gerekiyor”, Cumhuriyet, 21 Haziran) soruyor; tartışıyorlar.

Ben de bu iki arkadaşımızın tespit ve değerlendirmelerinden hareket ederek “sohbete” katılacağım. 

Niçin sürdürülemez?

Oğuz Oyan’ın tespitleriyle başlayalım: “Tüm çevreler, iktidar partisinin önümüzdeki seçimlerde ne yapacağına kilitlenmiş durumda. ‘Ne yapacağı’ sadece seçim başarısı bakımından sorulmuyor. Seçimleri çalabilmek için neleri planlayacağı; seçimleri kaybettiği gizlenemez bir gerçekliğe dönüştüğünde durumu suhulette kabul edip etmeyeceği de soruluyor.” 

Oyan’a göre halk sınıfları ekonomi politikalarının sonuçlarından öylesine bunalmıştır ki, Saray, “normal” koşullarda iktidarı   kaybedecektir. Ama, bunu göze alamıyor; zira, sonrasında hukukî yaptırımlar gündeme gelebilecektir. Parlamenter muhalefetin “devri sabık yaratmayacağız” güvencesi yeterli değildir. Bu nedenle “kaybetmenin bedeli çok büyük. Her durumda, mevcut siyasi yönetim barışçı bir iktidar geçişine rıza gösterecek gibi durmamaktadır. Şu kadar ki bir barışçı geçişi zorlayacak dış ve iç etkenler birleşmesin.” 

Ergin Yıldızoğlu’na göre Saray, emperyalist sistem içinde öylesine bir “çıkmaz sokağa” sürüklenmiştir ki, salt bu nedenle dahi “iktidarını sürdürmesi hızla olanaksızlaşmaktadır.” Üstelik, geniş kitlelerin iktidarı algılama biçimi değişmektedir: “Peker videolarının da doğruladığı, yolsuzluğa, talana, yasadışı keyfi yönetim pratiklerine ve bu yollarla edinilmiş devasa servetlere, mafya karşısında büyük yükümlülüklere boğazına kadar batmış bir” iktidar tablosu açığa çıkmıştır. 

Yıldızoğlu’nun ulaştığı sonuç, Oğuz Oyan’la aynıdır: “Karşımızda sürdürülemez, ama aynı zamanda da terk edilemez bir iktidar şekillenmesi var.”  Bu ikilem, “süreç olarak faşizm ile kaba faşizm” arasında yalpalamak anlamına geliyor. 

Bana kalırsa, 2021 Türkiye toplumunun gelişkinlik düzeyi, karmaşık yapısı, son 75 yıllık tarihsel birikimi dikkate alındığında kaba faşizm seçeneği denenebilir; ama kalıcı olamaz.  Bugünkü uluslararası dengeler içinde de sürdürülemez. Nedenlerini ayrıca tartışabiliriz.  

“Yumuşak geçiş” senaryosu… 

Faşizm sonrasına geçiş nasıl olacak?

Tartışılan, bugünkü Millet İttifakı ve uzantılarının kazanacağı bir seçim senaryosudur. Sonrası için muhalefet bir “yumuşak geçiş” tasarlıyor. Genişletilecek İttifak’ın sağ kanadı, AKP/MHP koalisyonunun bazı “türevleri”ni içeriyor; faşizmle kesin kopuşu engelleyecek türevler… “Sol” kanat ise, CHP yönetimi sayesinde kesin, hatta “fanatik” uzlaşmacıdır. 

Bu “yumuşak geçiş senaryosu”nun tehlikeleri iki başlık altında sıralanabilir:

1). Önceki dönemin sorumlularına karşı “devr-i sabık” yaratılmayacaktır. Demek ki, geçmiş dönemin siyasal bağlantılı ağır suçları, astronomik yolsuzlukları yargıya taşınmayacak; “hesap sorulmayacaktır”. Bunlara dönük TBMM komisyonları, Yüce Divan dışlanacaktır. Bakanlar, yardımcıları, herhalde Cumhurbaşkanlığı dışında kamu yönetimi olduğu gibi korunacaktır. 

Bu yöneliş, Peker ifşaatının açığa çıkardığı siyasal çürümenin, devlet aygıtındaki yozlaşmanın kalıcı olması anlamına gelir. İslamcı faşizm, kadroları ve cemaat-tarikat yapılanmaları ile devlette, toplumda varlığını sürdürecektir. İlk fırsatta iktidarı devralmaya hazırdır.

2). Millet İttifakı’nın siyasal programı, bence, AKP iktidarının yenik düştüğü 2015 Türkiyesi’ne dönüş perspektifidir. Saray iktidarının “günahları”, o seçim sonuçlarının devlet şiddeti yoluyla geçersiz kılınması, sonraki OHAL uygulamaları, 2017 Anayasa değişikliği ile  sınırlı  görülüyor. O kadar… 

Ne var ki, AKP iktidarının ilk on dört yılı (2002-2015), üstyapıda, ekonomide üç boyutlu bozulmalar içeren bir dönemdi. 

Birincisi, esasen gerici bir darbenin ürünü olan 1982 Anayasası, AKP’nin istekleri doğrultusunda gerçekleşen 2007 ve 2010 değişiklikleriyle daha da bozulmuştur.

İkincisi, AKP’nin Siyasal İslam programı, Cumhuriyet’in laik kazanımlarını eritmeye, eğitim sisteminden başlayarak kamu yönetimine yerleşmeye, giderek toplumda kök salmaya başlamıştır. 

Üçüncüsü, AKP’nin 2002’de aynen devraldığı ve on üç yıl büyük ölçüde sadakatle sürdürdüğü neoliberal program ekonomiyi biçimlendirmiş; yerleşmiştir. 

Millet İttifakı’nın en güçlü bileşeni olan CHP’nin tabanı, seçmenleri, “Cumhuriyetçi Sol” nitelik taşır; bu üçlü bozulma ile barışık değildir.  Parti yönetimi ise tabanındaki bu eğilimleri, talepleri, İttifak programına taşımaktan ısrarla uzak durmaktadır. 

Türkiye’nin kaderi bu miskin, uzlaşmacı eğilime teslim edilmemelidir. 

Sosyalist Sol’un sorumluluğu 

Bu durumda “yumuşak geçiş” senaryolarına karşı muhalefet yükümlülüğü Sosyalist Sol’a düşecektir. Toplumuzun ilerici kesimlerini, halk sınıflarını, Türkiye için daha köktenci bir yenilenme mücadelesine çağırarak…  

Düzen-içi muhalefetin “yumuşak geçiş” tasarımını reddeden mücadelenin ana öğelerinde Sosyalist Sol’un akımları fiilen birleşmiş durumdadır. Halkımıza dönük bir çağrı içinde de birleşebilirler. Olası vurgulamalara değinelim:  

Siyasal yeniden yapılanma, geniş katılımlı bir seçimle belirlenen Kurucu Meclis tarafından üstlenilmelidir. Bana kalırsa 1961 Anayasası’ndan hareket edilerek… 

Genç kuşaklara, eğitimde, hukukta, kamu yönetiminde, toplum hayatında laikliğin değeri; İslamcı yobazlığın dar dünyasının çocuklarımızı işsizliğe, işlevsizliğe, karanlığa mahkûm ettiği hatırlatılmalıdır. 

Son yıllarda ağır bir toplumsal bunalıma sürüklenmiş olan tüm beyaz, mavi yakalı ücretlilere, köylülere, esnafa, bu durumun 2002’de AKP’nin devraldığı, sahiplendiği neoliberalizmin kaçınılmaz uzantısı olduğu anlatılmalıdır. Neoliberalizm, sıradan bir politika tercihi değildir. Sermayenin, özellikle finans kapitalin halk sınıfları üzerindeki tahakkümüne yol açmakla kalmamış; Türkiye’yi vurguncu, yağmacı, parazit bir katmanın yönettiği ilkel bir kapitalizme dönüştürmüştür. 

Toplumsal bunalımın kalıcı olarak telafisi büyük güçlükler, ağır maliyetler taşıyacaktır. İlkelleşmiş, parazitleşmiş kapitalizmi aşmanın yöntemlerini tartışmak, açmak zorundayız.

***

Türkiye toplumunun bu kadere mahkûm olmadığını açıklamak, yaymak bugün Sosyalist Sol’a düşmektedir. Cumhuriyetçi Sol’a da dönük bir “katılma çağrısı” da olarak… Bu çerçeve içinde diğer demokrat, milliyetçi akımlara hitap eder mi?  Bilemiyorum.

Bilebildiğim tek şey, bu çürümüş rejime kesinlikle son vermek için aktif muhalefetin gerektiğidir. Teslimiyete, uzlaşmaya karşı mücadelede (Yıldızoğlu gibi) “cesaretin önemini” hatırlatarak son vereyim.