Diyelim, bugünkü iktidar ile muhalefet, bir yıl ya da daha kısa bir süre sonra, yer değiştirdi. Neye bel bağlayacağını bilemez duruma gelmiş geniş emekçi yığınlar için değişen ne olacak?

Bir fantezi

Sözcüğün Fransızcadan dilimize geçtiği biliniyor. Orada da bizim dilimizde de birkaç farklı anlamından biri, “değişik düşünüş” olarak belirtiliyor. Alışılmışın, ilk bakışta olağan görünenin dışında düşünme ve bunun ürünü anlamında da kullanılıyor.

Neden başlarken böyle bir hatırlatma gereğini duyduğumu ise şöyle anlatabilirim: Benim şimdi üçüncü kez değinmeme yol açan bir olasılıktan söz edeceğim ve bu sırada fantezi sözcüğünü ilk akla gelen “olmayacak şey, sınırsız hayal ürünü” anlamlarının dışında kullanacağım.

İlk olarak geçen yılın 29 Ekim günü yazmışım, demek sekiz ay geçmiş aradan: “(…) bir devri sabık yaratılma olasılığı yüzünden onlara son derece ürkütücü görünse bile, AKP ileri gelenleri için iktidarın karşılarına çıkıp talip olanların eline geçmesi hiç de bir karabasan sayılmasa gerektir. Nedeni şu: Öteki koşullar değişmeden kaldığında, kısa bir süre sonra devlet kuşunun yeniden kendi başlarına konması ilk bakışta sanılabileceği kadar şaşırtıcı olmaz. Geçmiş iki onyılda yapılıp edilenlerle ilgili, şu anda akıllara geldikçe uykuları kaçırması doğal olan hesap sorulma olasılığının iç ve dış güvencelerle devre dışı bırakılmasının ise hiç de olağan görünmeyen panik durumundan kurtulmalarına yardımcı olacağı düşünülebilir. Zaten, onlar için de varlıklarını borçlu oldukları düzen için de asıl ürkütücü olan, (…) iktidarıyla muhalefetiyle her türlü marifeti içinde gerçekleştirdikleri düzenlerini hedefe koyarak mücadele edenlerin oluşturabilecekleri güçtür.”

Bu satırların yazılışının üzerinden daha iki ay bile geçmemişken de şunları eklemişim: “(…) emekçilerin kısa bir süre soluk almalarına yarayacağını sanabilecekleri birtakım kararlarla en çabuk seçime gidip, seçim öncesinde, sırasında ve hemen sonrasında alınabilecek ek önlemlerle ciddi bir kazanma şansı yaratacaklarını düşünebilirler. Oldu da en kötüsü oldu ve seçim kaybedildi. Kendilerine düşecek olan nedir: Daha da çaresizleşmiş bir ekonomiyle ve kestirimlere sığan sığmayan başka dertlerle baş başa kalacak bir yamalı bohça iktidarına karşı muhalefet yapmak. Her ne kadar yirmi yıllık bir iktidar döneminden sonra muhalefet yapmak, üstelik böyle bir deneyimi de hiç yokken, AKP için pek kolay görünmese bile, büsbütün imkânsız değildir.” 

Aynı yazıda, AKP çevrelerinden kaynaklanan bazı duyumlara göre, bu tür bir “çok da kötü sayılmayacak” olasılık üzerinde konuşulduğunu da Kemal Okuyan’ın o günlerde soLTV’de yer alan bir değinmesine dayanarak aktarmıştım. Ondan sonra benzer duyumların ortaya çıkıp çıkmadığını bilmiyorum.

Ama, aradan geçen altı ayda, oldukça eski olsa da bu kadar çok katmanlı bir nitelik kazanıp  uzayacağını herhalde kimsenin hesaba katmadığı Ukrayna krizi ve hem onun tetiklediği hem onunla doğrudan bağlantılı olmayan başka gelişmelerle birlikte, durumun çok daha kötüleştiği açık seçik ortada. Bunlara ek olarak, her yönden sıkışan iktidarın, değişik çevrelerce çok dillendirilen dış kaynaklı tehditlerle bunlara yönelik “milli dava” senaryolarını kullanıma sokması da yakın olasılıklar arasında sayılabilir. Yunanistan ile on iki adalar tartışmasına kadar uzanabilen atışmalar bir yanda, yeni Suriye operasyonu hazırlıkları bir yanda, iktidarın gündemi değiştirme ve dağıtma hesapları az çok başarıya ulaşabilir. Böylece, bu yazıya konu ettiğimiz fantezinin gündem dışına, hiç değilse sonuna atılması daha kolay olabilir. 

Olan bitenlerin hiç birinin kimseyi şaşırtmadığı bir zamanda biraz aşırı bulunabilecek bir tedbirlilikle hâlâ “fantezi” demeye devam ettiğim olasılıktan ikinci kez söz ettiğim o yazı 10 Aralık tarihini taşıyor ve şöyle bitiyordu:   

“(…) bir iki yılla anlatılabilecek bir yakın gelecek, ister iktidar ile muhalefet yer değiştirsin ister her biri yerinde kalsın, emekçi yığınlar için bugünden daha umut verici görünmüyor. Bunu söylemenin karamsarlık sayılması ne kadar yanlışsa, hemen sonrasında toplumsal mücadelenin gerçek bir yükseliş dönemine gireceğini öngörmenin temelsiz iyimserlikle eleştirilmesi de o kadar yanlıştır.”

Buradaki değerlendirme ve tahminin hâlâ geçerliliğini koruduğunu sanıyorum.

Diyelim, bugünkü iktidar ile muhalefet, bir yıl ya da daha kısa bir süre sonra, yer değiştirdi. Ne yapacağını, neye bel bağlayacağını, en ilkel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını bilemez duruma gelmiş geniş emekçi yığınlar için değişen ne olacak? Hiç, dememek için, köklü çözümlerin uzağında birkaç şey, denebilir belki. Soluk aldırabilir gibi görünen bazı vaatler zaman zaman ileri sürülebiliyor gerçi. Peki, art arda birkaç soru sorulduğunda, bunların burjuva politikacılarının tarihlerindeki “Ankara’ya deniz getireceğiz” türü mizah konusu vaatlerden daha inandırıcı olduğu söylenebiliyor mu? Hayır. Kendi düzenlerinin mantığı içinde biraz daha yapılabilir görünenlerin arkasında az çok güvenilir bir dayanak bulunabiliyor mu? Yine hayır. 

Birincisi bu.

İkincisi, ne zamandır geliyor, gelecek, az kaldı denilenin emekçi halk açısından asıl önemi, sadece çok uzun sürmüş bugünkü iktidarın değil, çok daha uzun sürmüş düzenin kendisinin de barutunu tükettiğinin her zamankinden daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkışı olabilecektir. Bu tükenmişliğin bugünkünden daha yaygın biçimde anlaşılması kolaylaşacaktır. Böyle bir durumun toplumsal mücadelede benzeri az görülmüş, belki de hiç görülmemiş bir yükselişe yol açmasını beklemekse, nesnel göstergelerin desteklediği ve yakın gelecekte yeni göstergelerin de ortaya çıkabileceği bir öngörü olsa gerektir.

Seçimlerin siyaset yapmak bakımından başka dönemlerden farklı, küçümsenmeyecek  birtakım fırsatlar sağladığı, genel kabul gören bir düşüncedir. Bunu göz ardı etmemekle birlikte, Ali Rıza Aydın’ın dünkü yazısına başlarken yaptığı çok yerinde saptamayla, “seçim sözcüğünü duya duya yorulan insanları” daha fazla yormamak gerektiği ortadadır. Onların enerjilerine, asıl, seçimler sonrasında ortaya çıkma olasılığı yüksek görünen gelişmelerle birlikte ihtiyaç artacaktır; hem o zaman hem de öncesinde ve sonrasında. Başlangıcı bugün ya da yarın, sonu ise şimdiden bilinemeyecek bir süre boyunca en önemlisi, hazırlıksız yakalanmamaktır; hemen başlaması gereken bir hazırlanma dönemi, birçok açıdan belirleyici olmaya adaydır. Yeni koşullara uygun örgütlenme biçimleriyle, yeni seslenme ve mücadele araçlarıyla, yeni iletişim kanallarıyla, belki şunu da eklemeli, yaşamayı ve çalışmayı yönlendiren yeni alışkanlıklarla…