Türkiye solunda ayrımlar o kadar derindir ki, kimsenin solun tamamı üstünde hegemonya kurma ihtimali kalmamıştır.
Başlığı görünce herhalde demişsinizdir, soldan söz edecek… Doğrudur.
Ancak karşımızda bildik olan değil, başka bir birlik sorunu durmaktadır. Bu, birlik olmayan solun birlikmiş gibi davranması biçiminde kendini gösteren bir sendromdur.
Sendromun TKP üzerinden dışa vurulması rastlantı değildir. En özet haliyle, solda yakın geçmişte ortaya çıkan bir yönelime göre, TKP “birlik bozucu” davranmaktadır: Arayıp sormaz, burnunun dikine gider, kendi başına kararlar alır durur!
Solu izleyenler, yakın zamanda yaşanan iki örneği hatırlamışlardır. İki sol partinin birer yetkili ismi, TKP’nin yerel seçim adaylarına ilişkin kararlarını kendi başına almasını eleştirmişlerdir.
Korkmayın, Kemal Okuyan’ın bir soru üzerine TKP’nin Sesi’nde “gereksiz tartışmalara girmemek” gerektiği, halkı ilgilendirmeyen ve halkın ilgilenmeyeceği sol içi meseleleri ulu orta konuşmanın yararlı olmadığı uyarılarını çiğnemeyeceğim. Ben başka bir sorundan söz ediyorum. Birtakım tartışmaların üstüne gitmekte değil, ama soldaki durumu sakin sakin aydınlatmakta yarar görüyorum.
Yeri gelmişken, bu yazı az önce sözü edilen iki açıklama üstüne yazılmış değildir. Konumuz yerel seçim adaylıkları, hiç, değildir.
Keşke öyle olsaydı… Sorun çok daha büyüktür.
Türkiye’de siyasetin “konvansiyonel”, yani kabul edilen, varsayılan, alışıldık, geleneksel formatı çökmüş bulunmaktadır. Aslında bize özgü olmayan bu gelişmenin öncesinde, siyasal mücadeleler şöyle bir rota izlerdi:
Güçlenmekte olan veya güçlenmeye çalışan bir siyasi hareket düşünelim. Ne yapar bu hareket? Yol alıp almadığını nasıl test eder?
Öncelikle toplumun bütününe değil, kendi “semtine” bakar. Milliyetçiyse o kulvarda bir hegemonya mücadelesinde ne kadar mesafe aldığına bakar. Liberalse diğer liberallerin önüne geçmeli, onlara alan kapatmalıdır. Solcuysa, yine benzer biçimde öncelikle diğer solcuları, kendisine göre pozisyon almak zorunda bırakmalıdır.
Amiyane tabirle kendi “mahallesinin kralı” olmayan bir hareket için, toplumun bütünü üzerinde etkisini güçlendirmeye sıra gelmeyecektir…
Siyaset coğrafyasının diğer kıtalarını boş verelim. Ben, soldaki iç rekabeti, kariyerizmle, benmerkezcilikle değil, bu zeminde anlamaya, anlamlandırmaya çalışalım, derim. Solda hegemonik unsur haline gel ki, emekçi halk yüzünü sana dönsün; giderek toplumun bütünü emekçilerin sesi, sosyalizmin öznesi olarak seni bellesin… Halk sola döndüğünde beş benzemez değil, öne çıkan, temsiliyeti sırtlanan bir odak görebilsin.
Öncelik buydu. Çöken de budur.
Türkiye solunda ayrımlar o kadar derindir ki, kimsenin solun tamamı üstünde hegemonya kurma ihtimali kalmamıştır. Hegemonya ne; farklı yakalarda yaşayanlar birbirlerinin sesini bile duymamakta, duysalar da anlayamamaktadır.
Sol içi süreçleri sadece kariyerizmle açıklayıp toptan olumsuzlayanlar olduğu gibi, bu kopukluğu “diyalog eksikliğine” bağlayanlar da çıkabilmektedir. Kendi payıma, solda kariyerist olmaz veya solda diyaloglar mükemmeldir diyecek değilim. Meselemiz, sorunun bunlar olmadığıdır.
Cumhuriyetçi sol ile cumhuriyet karşıtı sol birbirini duymaz.
İşçi sınıf’çı sol ile toplumsal hareket’çi sol geçmişte kavgalıydı, artık toplumsal hareketçilik sınıflar üstü varsayımlara teslim olup fazlasıyla popülistleşmiştir ve iki kesim birbirini algılayamamaktadır.
Türkiye’yi kökten değiştirmek isteyenlerle bu ülkenin baştan gayrimeşru olduğu kabulünden yola çıkanların birbirlerine söyleyecek sözü yoktur.
İdeolojik ve politik polemikler aynı şeyi düşünenler arasında değil, birbirine mesafeli akımlar arasında gerçekleşir elbette. Bu anlamda yukarıda “farklılıklardan” söz etmedim. Farklılık olacak; ama bir de ortak zemin olacak ki, bir akım veya partinin diğerleri üstünde hegemonya kurma ihtimali olacak. Kah ikna edecek. Kah örgütlenerek veya düşünsel üstünlüğü sayesinde daha önemli hale gelecek. Kah ön alacak ve diğerlerinin önünü kesecek. Paylaşılan bir ortak düş olacak ki, birinin öne çıkması diğerlerini boşa düşürsün… Bu genel model geçmişte Sovyet yanlısı partilerle Maoistler arasında bile belli ölçülerde işlemiştir.
Şimdi farklı seslerin birbirine değmemesiyle karşı karşıyayız. Lakin kamuoyuna sorsak bu benzemezlerin hepsi “sol” sayılır. Solun genel olarak güçsüz olması, sol içi sayılan ayrımlar konusundaki bilgisizliğin temelidir.
Burada üstünde durduğum konunun açıklaması ise başka bir noktadadır. Solda kimi akımlar, sol dışı politik adreslere öylesine eklemlenmişler, eklemlenme ilişkisini tabiyete çevirmişler ve bunu o kadar ilkeselleştirmişler ki, solcuların arasına sol olmayan birtakım yapılar girmiş, duvarlar çekilmiş bulunuyor. Açık konuşalım, soldaki CHP’cilik geçmiş on yıllarda önce cumhuriyetçilikle sonra sosyal-demokratlıkla aklanmıştı. Bugün CHP sağ, liberal, hatta ne olduğu bilinmeyen bir gayya kuyusudur. Soldaki Kürtçülük, geçmişte mazlum bir halkın özgürlükçülüğüyle ilişkilenmek olarak aklanmıştı. Bugün kah Amerikancılık, kah dincilik, kah patronseverliktir aklanan.
Tekrar edersem, kendini solcu sayanların arasına birbirini görmelerini önleyen duvarlar dikilidir. Aynı havayı soluduğumuz bile artık geçersiz bir varsayım haline gelmektedir.
İşte solda kimileri kamuoyunda yaygın, ama gerçeklikle bağı çoktan kopmuş algıyı bir varsayım haline getirmektedirler. Solun, üstünde anlaşılan bir tanıma ve hedeflere sahip olduğunu kabul ediyor ve bunların üstüne ilginç bir bina inşa ediyorlar: Niye kendi başınıza iş yapıyorsunuz, neden danışmıyorsunuz, neden birlik yapmıyorsunuz?
Sözüm bunları dile getirenlerden dışarı, ama sol olarak kabul edilen karmaşık meclisten de içeri!
Emperyalistlerin himayesine girip girmemek danışılamaz. Düzen partileriyle gizli pazarlıklar hep birlikte yapılmaz. İşçi sınıfı temelli bir sosyalizmi, bugün birbirini duymaz olanlardan tamamen uzakta, bağımsız örgütlemek zorunludur.
O halde… Sol, mahallenin en güçlü sesinin etrafında toparlanmayacaktır. Böyle bir birleşme olanaksızdır. Zaten söyledim ya, benzer olmayanların bir mahalle oluşturması söz konusu değildir.
Madem öyle, deyim yerindeyse, solda güç kazanmanın yolu, cesareti toplayıp karşı mahalleye geçmektir. “Önce solun temsiliyetini almak gerekir” efsanesini unutup emekçi halkı örgütlemek, doğrudan doğruya toplumla yüzleşmektir doğrusu. Hem o zaman görülecektir ki, sol siyasetin işi diğer solculara değil emekçi kitlelere yöneliktir. Doğrusu gerçekten de budur.