Oğuz Oyan’ın bu kitabı meraklılar arasında oldukça farklı rüzgârlar estirerek “ciddi” iktisat tartışmalarına yeniden dönülmesine önemli katkılar yapacaktır.

Bilge iktisatçı Oğuz Oyan hocamın yeni kitabı: 'Vergi – ordu sistemleri ve geçiş tartışmaları'

Uzun zaman oldu. Hem de çok uzun zaman. İnsan zayiatı yüksek neoliberal ideolojinin saldırısı başlayalı nerede ise 40 yılı geçti. Bu arada iktisat dediğimiz sosyal bilim dalı, saldırı karşısında havlu atarak insansız / yurttaşsız, toplumsal sınıfların olmadığı, tarih ve sosyolojinin adeta dışlandığı bir anlatıya dönüştü. Öyle dönüştü ki; slaytlar, formüller, minnak hücreli kocaman tablolar ve eğrilerden mürekkep “arttı – azaldı – aynı kaldı” lakırdıları iktisat olarak anlatıldı ve bunun adına da “ana akım iktisat” denildi. Oldukça kuruyan sosyal bilimler alanını bu ana akım iktisat iyice çölleştirdi.

İşte bu çölleşen ortamda sevgili hocam Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın yeni kitabı, “Vergi – Ordu Sistemleri ve Geçiş Tartışmaları” raflardaki yerini aldı ve inanın iktisat yazınına yeniden “lezzet”1 de geldi. Mevzunun tarihsel perspektifi, sosyolojik temelleri, toplumsal katmanları bir arada olunca gözlerimiz açıldı. Yıllardır “kolalanmış” beyin kıvrımlarındaki kireçlenmeler adeta çözüldü. Ve anlamanın, kavramanın yollarının nereden geçtiği yeniden hatırlanmış oldu.

Kitap, sevgili Oğuz Hocamın farklı zamanlardaki beş “baba” makalenin beş bölüm hâlinde bir araya getirilmesinden oluşmuştur. Bu makalelerden/ bildirilerden biri 1998’de, diğer dördü ise 2017-2021 döneminde yazılmıştır.

Ekonomi politik geleneğinin izlerini taşıyan bu kitapta önemli olduğu kadar zor ve karmaşık sorulara yanıt aranmaktadır. Örneğin kapitalizm öncesinin sınıflı toplumlarında ordu oluşturma sistemleri ile vergi sistemleri arasında karşılıklı belirlenme ilişkisi var mıdır? Varsa, bu ilişki farklı tarihsel dönemlerde, farklı üretim tarzlarında ve bunların farklı aşamalarında hangi biçimleri almıştır? Hititlerden Eski Yunan’a ve Roma’ya, oradan Franklara, Bizans’a ve Osmanlı’ya kadar değişimin doğrultusu ne yöndedir?

Meiji Dönemi Japonya’sı, tarımsal artığın sanayileşmenin finansmanına aktarılması bakımından tipik bir iktisadi kalkınma örneği iken aynı dönemin Osmanlı Devleti bunun tam zıttında yer almıştır. Bunun tarihsel / sınıfsal nedenleri nelerdir? Cumhuriyet Türkiye’si bunu telafi edebilmiş midir? 

Osmanlı’da büyük çiftlikler ile kapitalizme geçiş arasında farklı dönemlerde ve değişik bölgelerde ne gibi bağlantılar oluşmuştur? Osmanlı tarımında kapitalizme geçiş tartışmaları hangi noktadadır? Balkan ülkelerinde köklü toprak reformlarına gidilirken Cumhuriyet’te 1950’lere kadar çiftliklerin nüfuzu neden kırılamamıştır?

Kitapta ayrıca, önde gelen iktisat tarihçilerimizden İşaya Üşür’ün kapitalizme geçiş tartışmalarına yaptığı katkı üzerinde de duruluyor. M. Dobb, H. Pirenne, W. Sombart ve M. Weber de tartışmaya dâhil edilerek İşaya Üşür’ün görüşlerinin eleştirel bir değerlendirmesi yapılıyor.

224 sayfalık eseri oluşturan makalelerin ortak noktası, iktisat ve maliye tarihi alanına ve özellikle de Antik ve Orta Çağ̆ toplumlarının askerî-tarımsal- vergisel sistemlerinin karşılıklı etkileşim biçimlerine yönelik olmasıdır.

***

Beş bölümden oluşan yapıtın, Kapitalizm Öncesi Toplumlarda Ordu Teşkil Sistemleri İle Vergi Sistemleri Arasındaki Tarihsel İlişkiler Üzerine başlıklı birinci bölümünde öncelikle, ekonomik / tarımsal artık meselesine, neolitik tarım devrimine, ilk sınıflı toplumların ve devlet yapılarının ortaya çıkışına, toplumsal iş bölümlerinin gelişme çizgisine, vb. hızlıca göz atılmaktadır. Daha sonra, kapitalizm öncesi toplumlarda vergi sistemleri ile ordu oluşturma sistemleri arasında bir bağlantı kurulup kurulamayacağı konusu ele alınmaktadır. Tarımsal artığın ağırlıklı olduğu bu tür toplumlarda tarım sistemleri ile vergi sistemleri arasında doğrudan / dolaylı çok sayıda bağlantının varlığı bilinmektedir. Bazı savaş̧ vergileri ile savunma / savaş harcamalarının finansmanı da iyi incelenmiş̧ alanlardandır. Yakın tarihimizde yer alan Osmanlı örneği üzerinden de bunlara yabancı olmayabiliriz. Fakat farklı ordu oluşturma yöntemleri ile vergi sisteminin nicelik ve niteliği arasında bağlantılar kuran ve bunu uzun dönemli ve mukayeseli tarih analizi çerçevesinde ele alan çalışmalar pek yoktur. 

Nitekim özgür köylü̈ / özgür yurttaş temelinde kurulan ordular ile yerli ve / veya yabancı paralı askerlere dayalı orduların benzer bir mali sistem çerçevesine sığdırılmaları pek güçtür. Bu farklı ordu tipleri farklı vergi ağırlıkları gerektirecektir. Keza, feodal askerî yükümlülüklere dayalı eyalet / taşra ordularının önemli bir ağırlık kazandığı devlet yapılarının ihtiyaç duyacağı vergi yükü ile hem eyalet ordusunu hem de profesyonel bir ücretli orduyu birlikte barındıran bir devletinki aynı olabilir mi?2

Üstelik bütün bunların somut tarihsel toplumlar düzlemine taşındığında ne büyük bir çeşitlilik arz edeceği; kaldı ki her somut toplumsal formasyonun kendi içinde kuruluş, serpilme ve çözülme dönemlerinde farklı yapılanmaların ortaya çıkabileceği; hatta Roma-Doğu Roma /Bizans “devamlılığında” görüldüğü üzere Antik ve Orta Çağlar boyunca sürebilen bir toplumsal formasyonda köleci-feodal üretim tarzlarının birbirini izlediği bir tarihsel ortamın oluşabileceği dikkate alınmak durumundadır. 

Ayrıca bu toplumların gelişme dinamiklerinde teknolojik gelişmelerin, atın bir üretim ve savaş aracı olarak devreye girmesinin, demografik yapıların / değişimlerin oynadığı roller ve bütün bunların emek verimliliğini / tarımsal artığın hacmini, savaş stratejilerini etkileme dereceleri gibi konulara mümkün olduğunca girilmesi gerekliliği de vurgulanmaktadır. 

“Kapitalizm öncesi toplumlar” denilerek bir tür zaman / nitelik sınırlaması yapıldığında bile karşımıza başa çıkılması pek güç, nerede ise uçsuz bucaksız bir araştırma nesnesi çıkmış olacaktır. Dolayısıyla, mekân ölçeğinde de bir sınırlandırmaya ihtiyaç vardır. Kitapta bu sınırlama Akdeniz coğrafyasıyla, hatta burada hüküm sürmüş̧ devletlerin simgesel bazı tarihsel örnekleriyle yapılmış ve Hititler, Antik Yunan, Antik Roma, Doğu Roma / Bizans, Franklar ve Osmanlıların tarımsal-askerî-mali sistemlerinden örnekler verilmiştir.

Kamu gelirleri sisteminin ve bunları tahsil yöntemlerinin bir bütün olarak ele alınıp bunlardaki tarihsel değişimlerin belirli ordu teşkil sistemleri ve bunlardaki dönüşümlerle ilişkilendirilmesi hem bir soyutlamayı gerektirmekte hem de doğrusal olmayan oldukça karmaşık bir ilişki türüne karşılık gelmektedir. Bu ilişkilendirmeleri, somut tarihsel formasyonlar bağlamında bin yıllık süreçler çerçevesinde temellendirebilmek ise, maliye tarihi açısından ufuk açıcı yeni bir çalışma alanına işaret etmektedir. Dr. Oyan, bu bölümü bir giriş denemesi olarak görmekte ve yeni çalışmaları tahrik edebilirse amacına ulaşmış sayılacağını isabetli bir biçimde not etmektedir. 

Meiji – Osmanlı- Türkiye: Vergi Politikasına İktisadi Kalkınma Sorunsalından Bakış, ikinci bölümün başlığıdır. Bölümde, Japonya’da 1868-1912 Meiji döneminin ortaya çıkışını hazırlayan tarihsel koşullar kısaca ele alındıktan sonra, kapitalizme geçişi hızlandırıcı bir rol oynayan “Meiji Devrimi”nin temel özellikleri incelenmektedir. Üstyapıda evrimci, iktisadi temelde ise “devrimci” sayılabilecek olan Meiji dönüşümü modern (kapitalist) Japonya’nın inşasında belirleyici bir öneme sahip olmuştur. Bilindiği üzere bu dönemin temel iktisat politikası aracı, tarımın uzun vadeli potansiyel verimini esas alan bir arazi vergisi olmuştur. 20. yüzyıl ortasına doğru önemi azalmakla birlikte bu vergi tarımsal ekonomik artığın sanayiye aktarılmasında3, başka açıdan ise iktisadi kalkınmanın finansmanında etkili bir araç olabilmiştir. 

Peki, Japonya’nın çağdaşı Osmanlı Devleti açısından Meiji dönemi ile çakışan aynı yarım yüzyılda neler olmuştu? Aslında Osmanlı Devleti de aynı dönemde ulaştırma ve maliye sistemlerini modernleştirerek eskiye göre daha fazla tarımsal artığın merkezileştirilmesini sağlayabilmişti. Oğuz Oyan’a göre iki temel sorunu vardı: Birincisi, devletin ciddiye alınabilecek bir sanayileşme politikası bulunmuyordu; alttan gelen bu yönde güçlü bir dalga da yoktu. Kaldı ki bu yönde bir eğilim hem yukarıdan hem aşağıdan ortaya çıkmış olsaydı bile, 19. yüzyılın son çeyreğinde giderek daha fazla mali bağımlılığın cenderesine sıkışan, ödenemeyen Osmanlı dış borçlarını tahsil etmek üzere kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’nin Osmanlı maliyesinin etki alanını iyice daraltmasına ses çıkaramayan, savaş ve saray harcamalarının baskısından kurtulamayan bir Osmanlı düzeninden hayır gelmesi beklenemezdi4.

Oğuz Hoca, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1920’ler ve 1930’lardaki kuruluş dönemlerinde bu soruna farklı yanıtlar verildiğini ve hem birinci sanayi devriminin hem de kalkınmanın finansmanında tarım ve tarım dışı araçlar kullanılmaya çalışıldığı tespitinde bulunmaktadır. Bütün bunlar, anti-feodal hukuki, idari ve kültürel devrimlerin içiçe geçtiği yoğun bir kesintisiz “inkılaplar” dönemine koşut olarak ortaya çıkabilmiştir. Dr. Oyan bu ikinci bölümü, 1923 Atatürk devrimi birçok bakımdan 1868 Meiji Devrimi’nden daha radikal olmasına karşın, sermaye birikiminin tarihsel kaynakları bakımından çok daha geriden geldiği tespiti ile noktalamaktadır. 

Üçüncü bölüm, İmparatorluk’tan Cumhuriyete Geçiş Döneminde 1950’li Yıllara Kadar Çiftliklerin Evrimi başlığının taşımakta ve Osmanlı tarımında kapitalizme geçişte çiftliklerin oynadığı rol anlatılmaktadır. Bölümde 16. yüzyıldaki ilk çiftlik dalgasına da yer verilmekle birlikte, asıl 19. yüzyıldaki evrime ve oradan da 20. yüzyıla ve Cumhuriyet dönemine taşınan çiftlik yapılarına ve bunların siyaset düzlemindeki etkilerine yoğunlaşılmıştır. 1920’lerden itibaren çok önemli siyasi ve iktisadi değişimlere konu olmasına ve kapitalizme geçişin önünü radikal hukuk devrimleriyle açmasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Jakoben sayılabilecek kurucu devrimci kadroları, köklü bir toprak reformuna girişebilecek gücü kendilerinde görseler bile yaptıkları ileri hamleler sonuçsuz kalmıştır. İki savaş arasında Osmanlı’dan kopan bütün Balkan devletlerinde (ve elbette Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinde) az veya çok radikal toprak reformlarına girişilmişken, Türkiye bunların olumsuz istisnasını oluşturmuştur. Oğuz Hoca, 1945’te girişilen ve çok gecikmiş olduğu kadar çok da törpülenmiş olan bir “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” nun da doğru dürüst uygulanma olanağı bulamadığını, tam tersine, 1950’de kurucu siyasi iktidarın değişmesinde tarımın hâkim sınıfı olan büyük çiftlik sahiplerinin önemli payları olduğunun altını çizmekte ve 1950 Tarım Sayımı’nın sonuçlarına bakıldığında, Türkiye’de büyük toprak mülkiyetlerinin göreli öneminin hâlâ ne kadar hassas olduğunun görülebileceğini vurgulamaktadır. 

Aynı konunun uzantısı olarak düşünülebilecek olan ve Osmanlı Tarımında Kapitalizme Geçiş Tartışmaları başlıklı dördüncü bölümde, Osmanlı döneminin çiftlik hareketine “kapitalizme geçiş tartışmaları” bağlamında dönülmektedir. Bölümün ilk kısmında aynı zamanda feodalizme ve Asya üretim tarzına ilişkin tartışmaların 1960’larda ve 1970’lerde gecikmiş̧ bir biçimde Türkiye’nin akademik ve siyasi ortamına giriş yapması üzerinde durulmaktadır. Tartışmaların temel kaynakların yetersiz çevirisi / okunmasına bağlı olarak ilkel bir birikimle yapılmasının yol açtığı sorunların başında ise, Osmanlı Devleti’nin feodal mi yoksa Asyatik mi sayılması gerektiği konusunun akademik bir tartışmadan ziyade dönemin siyasi konumlanmalarına göre yapılan kısır tartışmalara malzeme olması gelmiştir. Oğuz Hoca bölümü, “üzücü olan, bu konuda 1980’lerde kalem oynatanların bir kısmının dahi bu sığ tartışma düzeyini aşabilecek çabayı yeterince göstermemesi olmuştur” tespiti ile nihayetlendirmektedir. 

İşaya Üşür ve Geçiş Tartışmaları başlıklı beşinci ve son bölüm, 2020 yılında yitirdiğimiz değerli dost, meslektaş ve benim de doktora tez danışmanım / hocam – ağabeyim İşaya Üşür’ün 1992 gibi geç bir tarihte Türkçe olarak yayınlanan Maurice Dobb’un Kapitalizmin Gelişimi Üzerine İncelemeler başlıklı başyapıtına yazdığı, “Kapitalizmin Gelişmesi Üzerine İncelemeler’ ve Geçiş Tartışmaları: Bir Takdim” başlığını taşıyan çok kapsamlı makalesinin eleştirel analizine ayrılmaktadır. 

Oğuz Oyan’a göre, İşaya Üşür 1980’lerde sürdürülen tartışmalara katılmamakla birlikte, Maurice Dobb’un kitabının 1950’lerde Marksist tarihçiler arasında yol açtığı geçiş tartışmalarını iyice sindirerek ve geniş bir kaynak taraması yaparak konuya girmiş gözükmektedir. Dr. Oyan’ın değerlendirmeleri İşaya Üşür’ün “Takdim” yazısında dile getirdiği görüşlerin ve eleştirilerin büyük bölümüyle örtüşmekte ve fakat feodalizmin tanımı üzerine ayırdığı geniş bölümün bazı çelişkili sonuçlarıyla hemfikir olamadığı ve bunun nedenlerini de bu bölümde ayrıntılı olarak belirtmektedir. Oğuz Hocam, kapitalizme geçiş sorunsalının ucu açık bir tartışma konusu olduğunu ama ne yazık ki sevgili İşaya ile bu tartışmayı artık sürdürebilecek durumda olmadığını belirterek Prof. Dr. Üşür’ün bölüme konu teşkil eden kapsamlı makalesinin birçok tartışmayı kışkırtacak nitelikte kalıcı bir entelektüel miras olarak akademik yazında yerini aldığının altını çizmektedir.

Yazının girişinde de belirttiğim gibi Oğuz Oyan’ın bu kitabı meraklılar arasında oldukça farklı rüzgârlar estirerek “ciddi” iktisat tartışmalarına yeniden dönülmesine önemli katkılar yapacaktır.

  • 1. Bu “lezzet” meselesini sakın hafife almayın. Kupkuru, didaktik metinlerden sonra elimizdeki kitap gerçekten iktisat alanını yeniden zenginleştirdi.
  • 2. Görünür gelecekte Türk Silahlı Kuvvetlerine dair “yeni” tartışmalar yapılırken bu hususlar hatırlanmalıdır.
  • 3. İç ticaret hadleri meselesi.
  • 4. 21. Yüzyılın altıncı ayında, farklı bir ifade ile Cumhuriyetin 100. Yılındaki Türkiye Ekonomisinin hal-i pür - melâline ne kadar da benziyor değil mi?