"Gericilikle mücadele ediyoruz ve sosyalist bir cumhuriyet istiyoruz. Yine yeni bir 'yön' tayinine ve yeni bir 'devrime' ihtiyacı var vatanın. Bir de tabii dört başı mamur bir hazırlığa."

Benim üniversitelerim

İlk baskısı 1968’de. Ben aldığımda “1984 Yaz” notu düşmüşüm üzerine. Demek ki kapısına dayanmamız üniversite yıllarındadır. 12 Eylül karanlığı çökmüştü ülkenin üzerine. Üniversitede üniversiteyi arıyorduk. Yalçın Küçük’ü bulmuştuk, tek başına üniversiteden fazlasıdır. Oradan Doğan Avcıoğlu’na uzandık. “Osmanlı toplumu” tartışıyorduk, “Türklerin Tarihi” bu konuda da çok farklı şeyler söylüyordu, üniversite kalitesindedir. Haliyle bizler, üniversiteyi karanlıkta el yordamıyla bulanlar, Doğan Avcıoğlu ve Yalçın Küçük üniversitelerinden mezun olmayanın vatanı anladığına inanamayız. Üniversitelerimizdir ve tabii aydın tarihimizin iki önemli basamağıdır. 1968’li “Türkiye’nin Düzeni” ise hâlâ yaşsızdır. Düzenin alt başlığı “dün, bugün, yarın”dır ve biliyoruz, yazılanlar dünden çok yarına ilişkindir.  

Yazarak olmaz tabii bunlar, yazdığına inanmak, haliyle uygulamaya teşebbüs etmek gerekir. Bizim için üniversite, aynı zamanda pratik bir iştir çünkü. İkisi de teşebbüs etmiştir, başarıp başarmadıkları konusu ayrı, tartışırız, vaktimiz var. Bunun ötesinde iki portredir ve şimdi tek portre olarak okuyabileceğimizi biliyoruz. 

“Doğan’la bir tarihte
Bu, şimdi yaşadığım mor sahillerde
Üçer beşer yaşındaki oğullarını gördüydüm
Dudaklarında birer kibrit çöpü
Ve elleri arkalarında
Yürüyorlardı kumları tekmeleyerek
Babalarının arkasından…

Babaları da arkasında olup bitenden habersiz
Dudaklarının ucunda cigara, sarkmış öyle külü
Elleri arkasında yürüyordu kumsal boyunca
Düşünceli düşünceli
Memleketi nasıl kurtarayım diye
Ölmek için…”

Portresinin Can Yücelcesidir bu, memleketi kurtarmak için ölmeye hazır bir aydın portresidir, yerindedir. 

Tabii, memleketi kurtarırken ölmeyi düşleyenler kurşunla ölmeyi hayal eder. Ama Doğan Avcıoğlu’nu kurşundan önce kanser yakalamıştır. “Hep cepheden bir kurşuna karşı önlem aldım, kanserle arkamdan hançerlendim” demiştir öğrenince. Arkadan hançerleyen düzendir, kanser, yapılmamış, yapılamamış devrimlerin bedelidir. 

Ama devrim yapılamamış olsa bile hazırlıkları var. Hazırlıkları ise bizim üniversitelerimizdir. 

***

Devrimsiz üniversite olur mu? Doğan Avcıoğlu bir devrimciydi. Yönünü kaybetmiş ülkesine yön arayışıydı hayatı. Sonunda yönü bulmuş ve vatanın yola ancak devrimle sokulabileceğini görmüştü.

Çok çalıştı, çok üretti. Sadece kitapları ile değil kurucusu ve yazıcısı olduğu dergilerle bir döneme damgasını vurdu. “Yön” ile büyük bir aydın hareketinin öncüsü ve taşıyıcısı oldu. “Devrim” ile bir aydın hareketi yaratmaya koyuldu. Araştırırken ve yazarken hep devrimi düşünüyordu. Genç cumhuriyetin eksik bıraktığı “Türklere bir tarih oluşturma” işini neredeyse tek başına omuzlamıştı. Kurtuluş Savaşı'nın tarihini yazmak gibi devasa bir işin altından başarıyla kalkmış, “Türkiye’nin Düzeni” ile Tanzimat’tan bu yana ülkenin yön arayışının çarpıcı bir tablosuna yapmıştı. Bütün bu dönem boyunca sadece yazdıkları ile değil, yaptıkları ile de aydın hareketinin en önemli figürlerinden oldu. 1960’lı yıllar, ancak Doğan Avcıoğlu ile birlikte bakıldığında anlaşılabilir. 

***

Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdu. Nüfus kütüğüne göre adı Mehmet Erdoğan. Babası ve annesi öğretmendi. Bursa Erkek Lisesi’ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Paris Siyasal Bilimler Okulu’nda mastır yaparken bir yandan da Aydın Yalçın’ın “Forum” dergisine yazdı. Paris’ten sonra bir süre Londra’da kaldı. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan oldu dönüşte. 1956’dan itibaren Metin Toker’in haftalık “Akis” ve “Kim” dergilerinde, sonra “Ulus” gazetesinde makaleler yazdı. 1957’de CHP Araştırma Bürosu’nda çalıştı. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra Kurucu Meclis’in Temsilciler Meclisi’ne üye seçildi. 1961 Anayasası’nın hazırlanmasına katkıda bulundu. 1961’de Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüpoğlu’yla birlikte kurduğu haftalık Yön dergisiyle siyasal düşünce ortamının yeniden şekillenmesinde etkin rol oynadı. Yön dergisi “Kemalist Sosyalizm”in izindeydi. Kemalist devrimin kazanımlarını savunan ve bunu sosyalizme taşımayı amaçlayan görüşleri büyük bir aydın hareketine dönüştü. 20 Aralık 1961’de, derginin ilk sayısı için hazırlanan ve 1042 kişinin imzaladığı “Yön Bildirgesi” ülkenin siyasal tarihinin en önemli aydın çıkışlarındandır. 1962’de kurulan Sosyalist Kültür Derneği’nin önde gelen isimlerinden biriydi. Ona göre “Yön” bir arayıştı; zamanla yönün ne olduğu belli olmuştu. Ülkeye yeni bir devrim gerekiyordu. 1969’da haftalık “Devrim” dergisini çıkarmaya koyuldu. Devrim’de, devrimin Kemalist aydınların yol göstericiliğinde ve Kemalist “genç subayların” öncülüğünde geniş bir cephe tarafından Milli Demokratik Devrim olarak gerçekleştirilebileceğini söylüyordu. 

Ancak, o sırada, Kemalizm çoktan tarihin dehlizlerinde yitip gitmişti. Avcıoğlu devrime hazırdı, ne var ki ülke bambaşka bir yöne doğru meyletmeye başlamıştı. Karşıdevrimci güç daha hazırlıklıydı, 1960’ların ilerici dalgası, 12 Mart’ta bir askeri darbeyle durduruldu. Darbenin ardından orduyu başkaldırmaya teşvik ettiği iddiasıyla tutuklandı, Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne tıkıldı. Yattı, çıktı. O hayal kırıklığıyla, 1973’te, “pratik” işlerden çekildi. 1960’lı yılların dalgası henüz geri çekilme noktasında değildi. Gelişmeler o askeri darbenin setini de yıkıp geçecekti. Bambaşka bir isyandı bu. Arkasından 12 Eylül geldi; devrimci doğanları yutacak uzun gericilik döneminin kapısı sonuna kadar aralanmıştı. Doğan’ı işte o karanlık yıllarda kaybettik. Demek ki benim bulmam kaybedişimizin ardındandır. 

***

Üniversite dememiz abartı değil. Hep yol açarak ilerledi. Cumhuriyetin devrimci döneminin kapanmasıyla baş gösteren ağır bir gerici karanlık dönemin içinden sıyrılıp geldi. Solcu olmanın, ilerici bir tutum takınmanın cezasının işkence, işsizlik, açlık, sürgün, hapis olduğu o dönemde bize Sosyalizmi, Kürt sorununu, Nâzım Hikmet’i öğretti. Cumhuriyetin yarım bıraktığı işleri hırsla, inatla, ölümüne çalışarak tamamlaya çalıştı. “Milli Kurtuluş Tarihi”, “Türkiye’nin Düzeni”, “Türklerin Tarihi”, bunlar bir halk yaratmanın, ulus olmanın büyük entelektüel arayışıydı. 

Avcıoğlu cumhuriyetin ilerici birikimlerinin bir temsilcisiydi. Gericiliğin Türkiye’deki egemen sınıfların temel tercihlerinden biri olduğunu her fırsatta söylüyor, yazıyordu. O bunları anlatmak için çırpınırken ülke hızla gericileşiyor, düzen cumhuriyetin kazanımlarından vazgeçiyordu. Çünkü kapitalizmin yoluna girmiş, emperyalizme bağımlı olmuştu. Öyleyse gericileşmenin durdurulmasının yolu emperyalizme ve kapitalizme direnmekten geçiyordu. O şartlarda istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti doğmuştu, müdafaa etti. Doğan Avcıoğlu fikriyatı ve pratiği budur.

Şöyle demişti yıllar önce: “Atatürk devrimleri hızını kaybettiğinden beri, Türkiye’yi, başta bulunanlar kim olursa olsun, toplumun en muhafazakâr kuvvetleri idare etmektedir. İsmine ister kasaba eşrafı deyin ister toprak ve sermaye ağası deyin mutlu azınlık deyin, bu kuvvet siyasi hayatımıza hâkim. Çok partili hayat bir dereceye kadar halka sesini duyurma imkânı getirdiği için ilerici bir adım olmakla beraber, esas itibariyle muhafazakâr kuvvetlerin durumunu sağlamlaştırmıştır. Bütün siyasi partiler onların nüfuzları altında. Parlamentoda onların türküleri çağrılıyor.”

İçinden geçtiğimiz karşı devrim, tezlerinin ne kadar güncel olduğunun delilidir. Bugün de bütün siyasal partiler gericiliğin nüfuzu altında, parlamentoda, okulda, sokakta, kışlada, camide onların türküleri çalınıyor. Bugün de istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti yakıcı bir sorun olmayı sürdürüyor. Ve dün olduğu gibi bugün de bu gerici dalgayı durdurmanın yolu emperyalizme ve kapitalizme karşı direnmekten geçiyor. Yarının Türkiye’si işte bu amansız mücadeleden çıkacak. Ya savrulan, duraklayan, gerileyen devrim tamamlanacak, ya da gericilik devrime galebe çalacak. 

***

Doğan Avcıoğlu devrimci doğmuş bir cumhuriyetçiydi. Yazarken ve yaparken, devrimin izinden hiç ayrılmadı haliyle. 

“Devrim” ne hoş bir kelime. 1876’dan bu yana gericileşmiş, çürümüş düzenleri devirmek istedik. Fakat hazır değildik ve düzen düşündüğümüzden daha dirençliydi. 1908’de Hamit’i devirenlerin İstanbul’da bir bağlantıları yoktu. Talat devrimden sonra koştu geldi, İstanbul’da örgüt kurdu. Şaka değil, başkentte örgüt devrimden sonra kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı dağılmış bir ordu ile kazanıldı. Cumhuriyet, kurucularının çoğu için bile büyük bir sürprizdi. Tarihimiz hazırlıksız yapılmış devrimlerin tarihidir. Doğan Avcıoğlu da devrim istiyordu ancak örgütsel bir hazırlığı yoktu, haliyle karşı devrim çaldı kapıyı. 

Bıraktığı yerdeyiz ve başladığı noktadayız şimdi. Gericilikle mücadele ediyoruz ve sosyalist bir cumhuriyet istiyoruz. Yine yeni bir “yön” tayinine ve yeni bir “devrime” ihtiyacı var vatanın. Bir de tabii dört başı mamur bir hazırlığa.

Dün, Eskişehir’de bir müze-kütüphane açtık adına. Müze anısını, kütüphane fikirlerini yaşatmak içindir. Devrimi yaşatmanın ise, ne yazık ki, böyle bir yolu yok. Onun için sınıfa yaslanmak ve örgütlenmek gerekir. Hazırlanmanın, bildiğimiz, biricik yoludur. 

Şansımız ise aydınlarımızdır. Işıklı, çalışkan, cüretkâr ve inatçı aydınlarımız hep oldu. Doğan Avcıoğlu bu türün en parlak örneklerinden biridir. Biliyoruz, devrim saati yaklaştığında o da yattığı yerden kalkıp aramıza katılacaktır!