Artık medyayı AKP'ye iyice iliştirdiler

Son dönem ülkenin gündemine gelen kritik gelişmelerde medyanın aldığı tavır, noktayı koydu: Artık Türkiye'de yandaş bile değil, iliştirilmiş gazetecilik var.

İliştirilmiş (embedded) gazetecilik, ABD'nin Irak'ı işgali sürecinde işgali meşru gösteren haberciliğin tanımı olarak ortaya çıkmış, savaşın bir parçası haline gelmişti. Dürüst habercilik yerine savaş propagandası yapılması Irak işgali ile başlatılabilecek yeni bir olgu olmasa da, iliştirilmiş gazetecilik kavramı, bu olguda gelinen bir eşiği ifade etmişti. Irak ve sonrasında Afganistan işgalleri üzerine yapılan haberler, ABD ordu birliklerine dahil olan muhabirlerin, ellerine tutuşturulmuş metinleri ve önceden hazırlanmış görüntüleri gazetelerine geçmeleriyle hazırlandı.

Türkiye'de ve bugün, iliştirilmiş gazetecilik, AKP iktidarına yamanmış bir şekilde yayın yapmanın adı oldu. Özellikle son dönemde, AKP'nin bütün kritik hamlelerinde tek ses halinde yayıncılık yapıldığı gözlemlenirken, AKP iktidarını övücü yandaşlığın yanı sıra, KCK operasyonları, Suriye'ye dönük saldırganlık yüklü ve "PKK-Esad bağlantısı" türü yalan haberler gibi örneklerden anlaşıldığı kadarıyla, medya aynı "haber kaynakları"nı kullanıyor, deyim yerindeyse, tek elden çıkıyor.

Hakkâri baskınının hemen ardından Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında, "terörle ilgili haberleri hazırlarken dikkat edilmesi gerekenler" konulu olduğu belirtilip konuşulanlar hakkında ser verilip sır verilmeyen, medya sahipleri ve temsilcilerinin katıldığı toplantının ürünlerini verdiği, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun da genel yayın yönetmenleri ile yaptığı toplantının ardından Suriye'yle ilgili haberlerin manipülatif niteliğinin arttığı gözleniyor.

KCK-Suriye bağlantısı iddiaları eşliğinde savaş naraları
KCK operasyonlarında en son 70 avukatın da olduğu 100'ü aşkın kişinin gözaltına alınmasının ardından, operasyonların Suriye'ye dönük emperyalist saldırganlığın bir aracı haline getirilmesi kararı alındığını ve bu plana medyanın da ortak edildiğini düşündürecek bir haber, dün tüm gazete ve televizyon kanallarının başlıca gündemiydi.

Abdullah Öcalan'ın avukatlarının ofisinde, Öcalan'la İmralı'da yaptıkları görüşmelerin kayıtlarının "ele geçirildiği", sözkonusu kayıtlardan 12 Mayıs 2010 tarihli olanında Öcalan'ın Beşar Esad'a bir mektup yazılmasını, 18 Mayıs 2011 tarihli görüşme kaydında ise Esad rejimini desteklemek amacıyla PKK'nın Suriye’ye kadro aktarmasını istediği, bunlardan yola çıkarak PKK'nın Suriye ile bağ kurduğu ve Türkiye'yi tehdit ettiği iddiaları hemen hemen tüm gazetelerde yer aldı.

PKK-Suriye bağlantısı üzerine spekülatif içerikli haberlerin ilki olmamakla birlikte istihbarat birimlerine en çok yamanmış olduğu izlenimini doğuran dünkü haber, olanca tutarsızlığıyla da tepki çekti. Abdullah Öcalan ile avukatları arasındaki görüşmeler devlet tarafından kayıt altına alındığı halde, 12 ve 18 Mayıs 2010 tarihlerinde yapılan görüşme kayıtlarının "ele geçirilmiş" kanıtlar olarak sunulması, medyanın devlet birimlerinin sözcüsü haline geldiğini, görüşmelerin içeriğinin Suriye'ye dönük saldırganlığı kamuoyu nezdinde meşrulaştırmak için medyanın kullanımına sunulduğunu gösteriyor. Anılan tarihlerde ise AKP yönetiminin Beşar Esad'la arasından su sızmıyor oluşu, dolayısıyla AKP tarafından Öcalan'ın görüşme kayıtlarının tehlike sinyali olarak görülmediği, nedense dikkate alınmıyor.

En "iyimser" bakış, medyanın bu basit muhakemeyi bile yapamayacak denli çapsız olması ise de, medyanın bir bütün halinde AKP'ye övgüde sınır tanımayan haberciliği nedeniyle, AKP iktidarına tamamen yamanmış olduğu gerçeği gözlerden gizlenemiyor.

AKP'nin silahlı Suriye "muhalefeti" ile ilişkisinden ne haber?
"Suriye Ulusal Konseyi" gibi yapılar Türkiye'de kuruldu, haber oldu. Müslüman Kardeşler'in Suriye teşkilatı sık sık İstanbul'da basın toplantıları düzenledi, haber oldu. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Suriye yönetimine dönük tehditleri de çarşaf çarşaf yayımlandı. Medya bunları, AKP Türkiyesi'nin Ortadoğu denkleminde önemli bir yere sahip olduğu iddiası ve AKP övgüsü için kullandı.

Ama, "Özgür Suriye Ordusu" adlı silahlı çetenin yönetici kadrosunun Hatay'da barındırıldığı hatta silah sağlandığı yönündeki bilgiler sessizce veya yorumsuz bir şekilde geçiştirildi. Suriye'nin Türkiye'ye yönelik uyarılarında önemli bir payı olan bu durum, şimdi de Suriye'nin "PKK'yı topraklarında barındırdığı", PKK ile Suriye'nin Türkiye'ye karşı ortak bir saldırı yürüttüğü "haberleri" ile dengelenmeye çalışılıyor. KCK operasyonları bir de bunun için kullanılıyor.

Fakat Türkiye medyasının "titizliği", savaş çığırtkanlığı yapan uluslararası basının Türkiye kamuoyunu doğal olarak pek dikkate almadığı haberleri nedeniyle boşa çıkıyor. En son dün AFP'ye Hatay'dan telefonla açıklama yapan, Türkiye'nin himayesinde Suriye'de silahlı eylemler düzenleyen ve sayılarının 20 bin civarında olduğunu ve giderek arttığını söyleyen "Özgür Suriye Ordusu"nun komutanı Riyad el Esad, Batılı ülkelere "Suriye'nin stratejik hedeflerini vurun" çağrısı yaptı.

"İliştiremedikleri" de oldu
AKP iktidarına övgü düzmek söz konusu olduğunda, bir dönem öncenin yandaş/merkez medya ayrımının epeydir kullanımdan çıktığı, ABD'nin emperyalist politikalarının bire bir yansıtıldığı bir yayın politikası güdülmesi konusunda ise ikirciksiz bir şekilde ortaklaşa davranıldığı görülüyor. Bu gelişmeler yaşanırken ise, gazeteciliğin evrensel ilkelerini tartışma gündemine sokmak medyanın tektipleştiği şu dönemde daha da elzem hale geliyor.

Temel ve genel kabul görmüş gazetecilik ilkeleri yerlerde süründürüldüğüne göre, AKP iktidarının iliştirilmiş gazetecilik kavramını da öğreten sansürünün, bilgi kırıntılarının bütünlüklü bir çerçeveye oturtulduğu yaratıcı yöntemlerle aşılması, büyük sermaye sahiplerinin kontrol ettiği medyadan dürüst ve ahlaklı habercilik beklemek saflık gibi görünmekte birlikte, halkın doğru haber alma hakkının savunulması gerekiyor.

Burada akla, AKP hükümetinin Irak'ın işgaline ortaklık tezkeresini Meclis'ten geçiremediği 2003 yılı Mart ayında yaşanan bir olay geliyor. Savaş çığıtkanlığı yapan medyanın tepkisini çeken gelişme, vicdan sahibi basın emekçilerinin anlamlı bir eylemine konu olmuştu. Nisan ayında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın Ankara'da Başbakan Erdoğan'ı ziyareti sırasında Başbakanlık binası önünde sayıları az da olsa bir grup protesto gösterisi yaptı. "Türkiye satılık değil", "Katil ABD" sloganları atan grubun eylemi sırasında asıl sürpriz muhabirlerden geldi. Başbakanlık muhabirleri, Irak'a saldırıyı ve gazetecilerin öldürülmesini protesto etmek için Powell'a sırtlarını döndüler. Savaş destekçisi köşe yazarları, eylemci muhabirleri, "eylemlerinin gazetecilikle bağdaşmadığı"nı ileri sürerek kınamış, gazeteciliğin böylelerine men edilmesini önermişlerdi. Türkiye medyası Irak işgal edilirken de sevinç çığlıkları atmış, Bağdat'ın teslim edildiği gün, bugün de Suriye'ye müdahale için didinen Cengiz Çandar, "canım Bağdat'ta olmak istiyor" başlıklı bir sevinç yazısı kaleme almıştı.

El Zeydi'yi hatırlamak ve bir TRT muhabiri...
Yıllar sonra, işgal döneminin ABD Başkanı George Bush Irak'a 2008 Aralığı'nda veda ziyareti düzenlediğinde, basın toplantısına katılan Iraklı gazeteci Muntazam El Zeydi ABD'nin Irak işgaline tepki olarak Bush'a ayakkabısını fırlattı. Daha sonraları yaptığı bir açıklamada, Bush'a soru sormamaları için baskı yapıldığını belirten Iraklı gazeteci, "Bush'a neden soru sormadığım merak ediliyor. Bize 'Bush'a soru sormayın' diye emir verildi. Biz sadece haberi aktarmakla yükümlüydük" demiş, eylemiyle uluslararası destek gören El Zeydi, bir ülkenin egemen medyasının davranış kalıplarının "özgürleştirilmiş" Irak'ta olduğu kadar Türkiye'de de geçerli olduğunu gayet iyi bilen Türkiye medyasında, "gazetecilik ilkeleri" hatırlatılarak ve "eylemini soru sorarak yapabilirdi" denilerek kıyasıya eleştirilmişti.

El Zeydi ve benzerleri bir yanda dururken, bir TRT muhabiri, Şubat 2010 tarihinde Başbakan Erdoğan'ın, Bulgaristan Başbakanı ile yaptığı toplantıda ısmarlama olduğu anlaşılan doğal gaz zammı ile ilgili bir soruyu yanlışlıkla Erdoğan'a değil, Bulgar Başbakan'a sorması üzerine Türkiye'de medyanın durumunun ne olduğu açık bir şekilde kanıta bürünmüştü. Şaşalayan Bulgaristan Başkanı ne olup bittiğini anlayamadı ama Erdoğan, muhabire o sorunun kendisine sorulmak üzere görev verildiğini bildiği için hiçbir rahatsızlık duymadan "cevap verdi". TRT muhabiri skandal hakkında yaşanan tartışmalara yönelik, "soruyu sorma görevinin Başbakanlık Basın Ofisi tarafından kendisine verildiği, fakat 'Başbakana sorulacak' yerine 'Bulgaristan Başbakanına sorulacak' şeklinde yanlış notlandığı, söz konusu soruyu sorması için ilk olarak CNN TÜRK muhabirine iletildiğini, ancak muhabirin 'haklı bir gerekçeyle' bu talebe hayır yanıtı verdiği, nihayetinde TRT muhabiri olarak soruyu sorma işinin kendi üzerine kaldığı" açıklaması yaptı.

(soL-Haber Merkezi)