AKP, medyayı toptan kontrol altına aldı

Uludere’de yaşananlardan sonra medyanın konuyu yazmak için adeta izin beklemesi, yayın yapmaya başlayınca da katliamın “iddia”dan ibaret olduğunu vurgulaması, AKP’nin medya temsilcileri ile yapılan toplantının ardından gazete ve televizyonları tamamen kontrol ettiğini akla getiriyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin F-16 jetlerinin sınırda kaçakçılık yapan köylüleri vurmasından sonra medyanın içine girdiği suskunluk hali, gazetecilik adına utanç vericiydi. Katliamı görmezden gelen medya, adeta hükümetten talimat aldıktan sonra Uludere ile ilgili haberler yapmaya başladı. Ancak yapılan haberler çok kontrollü bir biçimde, ya köylülerin infazını “iddia” olarak dile getirildi ya da uygun bir formatta sunularak ortada sıradan bir operasyon varmış gibi yansıtıldı. Üstelik, gazeteler “iddia” diye verdikleri katliam haberini, köylülerin cesetlerini gösteren fotoğraflarla birlikte yayınlıyorlardı!

Medyanın bu denli “tek sesli” hale gelmesinde, Başbakan Erdoğan’ın ve bazı bakanların yaptıkları “medya toplantıları”nın da hayli etkisi oldu.

Başbakan'ın Dolmabahçe'de yaptığı medya toplantısına katılan isimlerden Mehmet Ali Birand ile Yiğit Bulut arasında geçtiğimiz günlerde Birand'ın, Bulut'un Erdoğan'dan sansür talebini ifşa etmesiyle başlayan bir tartışma başlamıştı. İlgili soL haberimiz için: Yiğit Bulut ve M. Ali Birand'dan karşılıklı 'kişilik analizleri'

‘Ortak akıl oluşturalım, hepimiz aynı yazalım!’
Çukurca saldırısının ardından medya temsilcileri ile bir araya gelen Recep Tayyip Erdoğan, toplantı sonrası yaptığı açıklamada, “"terörle mücadele konusunda son durumu aktarma fırsatı bulduklarını” dile getirmiş ve şöyle devam etmişti:

“"Terörle mücadele millet olarak topyekün yürütülmesi gereken, uyum ve koordinasyon içinde yürütülmesi gereken bir mücadeledir. Terör nasıl siyaset üstü bir meseleyse çözümü de siyaset üstü olmalıdır. Terörle mücadelede başarı sağlayan ülkelere baktığımızda üniversite, medya, STÖ’ler dahil ilgili tüm kesimlerin birlikte hareket ettiğini görürüz."

Süreçte medyanın rolüne de değinen Erdoğan, basının "sorumlu yayıncılık" anlayışıyla hareket ettiğini iddia etmesine rağmen, daha fazlasını istemişti. Toplantıda, "medyanın terörün propagandasını yapmaması" konusunun değerlendirildiğini söyleyen Erdoğan, "Elbette bir müdahale arzusu içinde değiliz. Biz oto kontrol yoluyla medyanın milli bir duruş sergilemesinin mücadeleye güç katacağına inanıyoruz." demiş ve şöyle devam etmişti:

"Şehidinin başında ağlayan anne görüntülerini tekrar tekrar yayınlamak terör örgütünden başka kimseyi sevindirmez. Çatışma dilini körükleyici bir üslup kimseye hizmet etmez. Medyamız bu meselede gerçekten duyarlı bir tutum sergiledi. Biz bu duyarlılığın daha da artması için önerilerimizi tekrarladık."

Toplantıya Aydınlık, Cumhuriyet, Sözcü, Yeniçağ, BirGün ve Evrensel'den kimse çağrılmamıştı. Erdoğan’ın bunun için bir gerekçe sunmaması bir tarafa, Akşam gazetesi yazarı Ali Saydam konuya hemen açıklık getirmiş ve adı geçen gazetecilerin toplantıya davet edilmemesini “yaptıkları muhalefet tarzı”na bağlamıştı.

Bu toplantıdan sonra, medyanın Çukurca haberleri bıçakla kesilir gibi kesilmiş, daha sonra sınır ötesi operasyona dair, sınırın geçildiğine dair birbiriyle tutarsız birçok haber yapılmış ve bu haberler Genelkurmay tarafından yalanlanmıştı.

Medya artık ‘tek elden’ haber yapıyor
Medya’nın iyice AKP’lileştiğini gösteren en büyük örneklerin başında, Suriye’ye dönük müdahale çığlıkları ile PKK-Suriye ilişkisinin gündeme getirilmesi geliyor. Suriye’deki silahlı muhalefetin açıkça kendi toprakları içerisinde barınmasını es geçen Türk medyası, Suriye’ye dönük düşmanlık üretmek için PKK ile Suriye arasındaki bağlantıya dair hiçbir kaynağa dayanmayan ya da maniplatif haberler servis ediyor.

Bu tarz habercilik, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “Suriye günleri”ne dair fotoğrafların yayımlanmasıyla başlamıştı. Fotoğraflarda Öcalan havuzda veya doğum günü kutlamalarında gözüküyor ve yıllar önce Türkiye ve Suriye ile gerginliğe sebep olan mevzu, Suriye’ye dönük emperyalist kuşatmanın yoğunlaştığı ve Türkiye’nin de müdahale çığırtkanlığı yaptığı bir dönemde servis ediliyordu.

Diğer bir örnek ise, KCK operasyonundaki “avukat dalgası”nın ardından, Abdullah Öcalan'ın avukatlarının ofisinde, Öcalan'la İmralı'da yaptıkları görüşmelerin kayıtlarının "ele geçirildiği", söz konusu kayıtlardan 12 Mayıs 2010 tarihli olanında Öcalan'ın Beşar Esad'a bir mektup yazılmasını, 18 Mayıs 2011 tarihli görüşme kaydında ise Esad rejimini desteklemek amacıyla PKK'nin Suriye’ye kadro aktarmasını istediği, bunlardan yola çıkarak PKK'nin Suriye ile bağ kurduğu ve Türkiye'yi tehdit ettiği iddiaları hemen hemen tüm gazetelerde yer aldı.

PKK-Suriye bağlantısı üzerine spekülatif içerikli haberlerin ilki olmamakla birlikte istihbarat birimlerine en çok yamanmış olduğu izlenimini doğuran bu haber, olanca tutarsızlığıyla da tepki çekti. Abdullah Öcalan ile avukatları arasındaki görüşmeler devlet tarafından kayıt altına alındığı halde, 12 ve 18 Mayıs 2010 tarihlerinde yapılan görüşme kayıtlarının "ele geçirilmiş" kanıtlar olarak sunulması, medyanın devlet birimlerinin sözcüsü haline geldiğini, görüşmelerin içeriğinin Suriye'ye dönük saldırganlığı kamuoyu nezdinde meşrulaştırmak için medyanın kullanımına sunulduğunu gösteriyordu.

Erdoğan’ın hastalığı
Medya’nın AKP tekelinde olduğuna dair bir diğer gösterge de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçirdiği hastalık ve ameliyat sonrası, medyanın neredeyse bir “yayın yasağı”na uyması oldu. Bir ülkenin başbakanının ciddi bir hastalığa sahip olması ve bundan dolayı bir operasyon geçirmesi dünyanın her yerinde önemli bir haberken, basın konu üzerine özellikle yazmamayı tercih etti.

Konu üzerine yazanlar ise, çok büyük oranda “hastalığın iktidarı da muhalefeti de birleştirmesi gerektiği” üzerine kalem oynattılar. Bunu yazanlar bile, neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda.

(soL - Haber Merkezi)