SÖYLEŞİ | 'Nagehan Alçı fotoğraftaki en önemsiz ayrıntıdır'

'Nagehan Alçı fotoğraftaki en önemsiz ayrıntıdır. Yalısının borçları var, çeşmenin akmaya devam etmesi lazım. Kokuyu alıyor, yeni dönemde çeşmeye yakın olmaya çalışıyor. Fotoğrafın özeti budur.'

Haber Merkezi

Düzen siyasetinin ve siyasetçilerinin gazetecilerle kurduğu ilişki her dönem tartışma konusu olurken, özellikle AKP iktidarında yaratılan yandaş ve havuz medya ve bu kurumların "çalışanları" söz konusu tartışmayı başka bir seviyeye çıkarmıştı.

AKP ile özdeşleşen bu isimlerin bazılarının geçtiğimiz günlerde Ekrem İmamoğlu'nun Karadeniz seferinde yer alması büyük tepki konusu olurken, uçağına ve otobüsüne gazeteci alan siyasetçiler ne amaçlıyor sorusu yeniden masada.

Söz konusu tartışmayı deneyimli gazeteci ve yazarımız Orhan Gökdemir'e sorduk.

'Nagehan Alçı fotoğraftaki en önemsiz ayrıntıdır'

Ekrem İmamoğlu'nun 'gazetecilerle' birlikte yaptığı Karadeniz turu ve orada bulunan bir isim çok tartışıldı, Nagehan Alçı... Ama siz bunun ötesinde bir tabloya işaret ettiniz. Özellikle Özkök ve Akif Beki'yi kastediyorsunuz sanıyorum. Neler söylersiniz bu kareye ilişkin?

Ben o karede başka ilişkiler de görüyorum. Geçen yılın Ekim ayında Diyarbakır’da halay çektiği için gündeme gelmişti karedekilerin birkaçı, malum. Her çağrıya icabet ederler, gazetecilikten çok icabetle iştigal ederler, çağrıyı emir kabul ederler, koşa koşa giderler. Arkalarda bir yerde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “basın ve halklar ilişkiler” sorumlusunu görüyorum. Ülkeye verdiği tahribat yeterli görülmemiş olacak ki, devam etsin diye CHP basınında iş verdiler. Sonra bir TÜSİAD Başkanının danışmanı ile birlikte işten kovdular. Çok eğlenceli, onu geri çağırmadılar ama TÜSİAD danışmanını geri çağırdılar.

Akif Beki’yi hatırlattınız. Kulakları çınlasın Yalçın Küçük ona “Akif Dediki” diyordu, tarihteki en önemli işi “Tayyip Bey dedi ki” ile başlayan cümleler kurmasıdır. O sayede yükseldi, AKP iktidarının bilinen ilk sözcüsüdür. Şimdi azgın muhalif, 6’lı masanın bacaklarından birinin “dediki”sini açıklıyor halka. Mühim bir görevdir.

Bakın, TÜSİAD bağlantısı “muhalif gazetecilik” için önemli bir referans haline geliyor. Ertuğrul Özkök de vaktiyle TÜSİAD üyesiydi. Düşünsenize, eleman artık yazılarını özel not defterine yazabiliyor ama bu bile onun mühim gazeteci sayılmasına yeterli. Uçaklarda, otobüslerde kendine yer açabilmesi, teslim edelim, bir mucize bile sayılabilir. Kendisini de iyi lanse ediyor! Lanse demişken, o karede yer aldığı gün Mehmet Cengiz açıklaması yaptı, “sizin çete olarak lanse edilmeniz doğru değil” dedi. Bu bir gazeteci açıklaması değildir, TÜSİAD açıklamasıdır. Haliyle bizim gibi alt sınıfın gazetecileri biri hakkında hüküm verirken üzerine sinmiş TÜSİAD kokusu var mı önce ona bakar.

Bunun o fotoğraf karesi için şöyle bir önemi var. O kareyi Ekrem İmamoğlu oluşturmamıştır, TÜSİAD aklı ve seçimidir o. Hatırlarsınız ben İmamoğlu ile TÜSİAD’ın başını çeken Koç ailesi arasındaki ilişkileri ele alan birçok yazı yazdım soL’da. İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan çok Koç ailesinin seçimidir. Kılıçdaroğlu Ali Koç olsun istiyordu, aileye gitti, aile de ona İmamoğlu’nu işaret etti.

Nagehan Alçı fotoğraftaki en önemsiz ayrıntıdır. Yalısının borçları var, çeşmenin akmaya devam etmesi lazım. Kokuyu alıyor, yeni dönemde çeşmeye yakın olmaya çalışıyor. Fotoğrafın özeti budur.

'AKP’den çok Özal icat etti bu tür gazeteciliği'

Uzun yıllardır gazetecilik yapıyorsunuz. İktidar-gazeteci ilişkileri hep çok tartışılan bir konu. Bu başlık AKP döneminde özel bir yön mü kazandı, diğer dönemlerde de benzer bir tablodan söz edebilir miyiz?

Yoo hep öyleydi. AKP’den çok Özal icat etti bu tür gazeteciliği. Özel televizyonlar o dönemde açılmıştı, ANAP kendisine yakın gazetecilere çuvalla para ve şan şöhret dağıtıyordu. Böylece önemli gazetecileri ANAP’ın basın ve halkla ilişkilerine dönüştürdü. Ertuğrul Özkök oralardan süzülüp geldi. Zaman zaman işlerin tersine döndüğü de oluyordu. Hatta Aydın Doğan Başbakan Mesut Yılmaz’ı villasının kapısında pijama ve terlikleriyle karşılamıştı vakti zamanında. Artık iktidarın kime verileceği basın patronlarının holdinglerinde belirleniyordu.

Hürriyet Gazetesi bir gazete olmaktan çok bu ilişkilerin kotarıldığı bir basın ve halkla ilişkiler faaliyetiydi. İktidarın yolu oradan geçiyordu, Özkök de o yolun başını tutuyordu. Kimin adına peki? Tabii ki patronunun, onun ötesinde TÜSİAD’ın, yani büyük sermayenin.

AKP bunun en uç noktaya taşıdı. TMSF aracılığıyla büyük basına el koydu, sonra onları müteahhitlerine iktidar lehine kullansın diye rehin bıraktı. Böylece hem basını, hem de büyük patronları kendisine bağladı. Ama bu arada basını basın olmaktan çıkardı. Basın dediğimiz artık büyük bir halkla ilişkiler organizasyonudur. Emekçiler dışında içinde gazeteci yoktur.

'Onlar iktidarın basın ve halkla ilişkiler elemanlarıdır'

Özal'ın gazetecilerle kurduğu ilişkilerin Erdoğan'ın kurduğu ilişkilere çok benzer olduğu söyleniyor, bu doğru mu?

Özal İslamcı bir liberaldi, Erdoğan liberal bir İslamcıdır. Bu farkı önemsiyorum. Birinin belirleyici niteliği liberal, ötekinin İslamcı olmasıdır. Aralarındaki farkı da bu oluşturuyor. Özal arada muhalif ve solcuların olmasına göz yumardı, tahammül ederdi. Erdoğan hiçbir sızıntıya izin vermiyor, tahammülsüzdür. Ama onların onayladıkları gazetecilik yapabiliyor sonuçta. Onların onayladıkları da gazeteci olmaktan çıkıyor. Onlar iktidarın basın ve halkla ilişkiler elemanlarıdır.

“Büyük resme” bakmak gerekir. Bugün nasıl bir parlamentoya ihtiyaç kalmamışsa, özgür-bağımsız basına da ihtiyaç kalmamıştır. Düzen bu ayak bağlarından büyük ölçüde kurtuldu.

'Bu düzeni yıkmadan yeni, özgür ve bağımsız bir basın kurulamaz'

Bu düzende gazeteci-iktidar ilişkilerinin bu çemberin dışına çıkması bir mücadele konusu sanıyoruz, buna dair değerlendirmeniz ne olur?

Bu düzende artık gazetecilik mümkün değildir. Bu basını orasından burasından çekiştirerek düzeltemeyiz. Bu yozlaşmaya yol açan şey sermaye ve iktidar ilişkisinin ta kendisidir. Bu düzeni yıkmadan yeni, özgür ve bağımsız bir basın kurulamaz. Yani bu mücadelenin yolu artık düzene karşı mücadeleden geçiyor. Gazeteciler ancak o mücadelenin yanında yer alarak, o mücadelenin bir parçası olarak “işine” devam edebilir. Bu düzeni yıkacağız ve eşit-özgür bir yeni düzen kuracağız. Basın da o gün insanlığımızla birlikte dizlerinin üzerinde doğrulacak, ayağa kalkacak.