Orta gelir tuzağı ve güneşimizi çalanların sofrası

Bir taraftan 'yoksul' bir ülke olduğumuz 'kaynak sorunumuz' olduğu iddia ediliyor, bir tarafta da Forbes dergisinin yayınlandığı milyar dolar zenginleri listesinde girenlerimizin holdingleri var.'

EVİN NAGEHAN

Erdoğanlı AKP iktidarı dönemi boyunca en çok dillendirilen iddialardan biri de aynı gemide olduğumuzdu. Bu iddiaya sadece Erdoğan’ın partisi değil, aynı zamanda düzen muhalefeti de sahip çıkıyor, 15 Temmuz 2016 sonrasında olduğu gibi, AKP’yle yan yana gelip resim vermekten de çekinmiyordu. Bu yaklaşıma göre dış politika ve iç politika da ayrı meselelerdi. Dışarıya karşı Türk milleti bütün iç husumetlerini bir kenara bırakıp aynı geminin güvertesinde kol kola girmeliydi.

İşçisiyle patronuyla aynı geminin yolcuları olduğumuza dair iddia sadece siyasi değil ekonomik düzlemde de sürekli yeniden üretiliyor. Liberal ve milliyetçi ideolojilerin çeşitli ölçülerdeki karışımlarından türeyen ekonomik yaklaşımlara göre sınıfsal meselelerimiz yok, çünkü zaten işçi sınıfı ve kapitalistler diye bir ayrım yok. Finansal ve finansal olmayan şirketler, hanehalkları, devlet ve dünyanın geri kalanı var. Ya da başarılı girişimciler ve başarısız olanlar var. Bu çerçeveden dünyaya bakmamızı isteyenlere göre ekonomik sorunlar ulusal, kurumsal, bireysel, kültürel, coğrafi nedenlerden, eğitim eksikliğinden, demokrasinin gelişmemesinden kaynaklanıyor.

Fakat 2008 ve 2020 krizlerinden sonra daha çarpıcı bir şekilde gündeme gelen yoksulluk, gelir ve servet eşitsizliği, işsizlik, enflasyon gibi meseleler sermaye sınıfıyla emekçi halkın aynı gemide olmadığını her zamankinden daha güçlü bir şekilde hatırlattı. Hatırlatmakta ve unutmamakta fayda var, ülkemizde ve dünyada kapitalizmin ortaya çıkardığı eşitsizlik inanılmaz boyutlara ulaştı: Türkiye’de 2021 yılında en zengin yüzde 1’lik dilimdeki ortalama kişi en düşük gelirli yüzde 50’lik dilimdeki ortalama yurttaşın 66 katını kazandı. Bu en zengin dilimde yer alan ortalama kişi, aynı zamanda Türkiye’nin en düşük gelirli yarısında yer alan ortalama yurttaşın 580 katı servete sahip. Çeşitli kriterlere göre hesaplanan yoksulluk oranı ise yüzde 9 ile 29 arasında değişiyor.

Muhalefetin dilinde işlevsel bir kavram: Orta gelir tuzağı

Liberal ve milliyetçi ideolojilerin bir amalgamını benimseyen iktisatçıların icat ettikleri kavramlar ve teoriler çoğu zaman yoksulluk, eşitsizlik, işsizlik gibi meseleleri açıklayabildikleri için değil, bunların esas sebeplerinin üzerinden atlayıp tartışma düzlemini düzenin sahipleri için yeterince güvenli bir alana çektikleri oranda akademik alanda rağbet görüyor ve gündemimize girmeyi başarıyorlar. 2008 krizinden bir süre önce ortaya atılan ‘orta gelir tuzağı’ kavramı da bu işlevselliğiyle ön plana çıkanlardan. Altılı Masa’nın Ortak Mutabakat Metni’nde de dillendirilen, İYİP, CHP ve DEVA’nın kendi metinlerinde de altı çizilen bu kavrama yakından bakalım.

Dünya Bankası’na göre ülkeler belli bir metodolojiye göre hesaplanan kişi başına düşen gayri safi milli hasılalarına (GSMH) göre düşük, alt-orta, üst-orta ve yüksek gelirli diye tasnif ediliyorlar. Birçok Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkesi ile birlikte Türkiye’nin de üst-orta gelirli bir ülke olarak içine dahil edildiği, on yıllardır alt veya üst orta kategorisinde yer alan ve yüksek gelirli kategorisine çıkamayan ülkeler ‘orta gelir tuzağına’ yakalanmış sayılıyorlar. Bu haliyle pek bir şey açıklamayan, ilk defa 2007 yılında iki Dünya Bankası iktisatçısı tarafından kullanılan bu kavramın içi daha sonra farklı şekillerde doldurulmaya başlanıyor. Bu ‘içini doldurma’ işlemi ise pek de tutarlı ve sistematik bir şekilde gerçekleşmiyor. Anaakım/ortodoks/neoklasik/liberal iktisatçılar ülkenin orta gelir tuzağına düşmesini yüksek ücretler, tasarrufların düşük olması, teknolojinin yeterince gelişkin olmaması, ihracatın düşük katma değerli ürünlerle yapılması gibi nedenlere bağlıyorlar. Bunların orta gelir tuzağı olarak adlandırdıkları durumun tanımı mı yoksa sebebi mi olduğu ise belli değil…

Burada tek tek bu argümanları ele almayacağız fakat temel bir hatırlatmayla başlamamız gerekiyor. Bir ülkenin ne toplam geliri ne de kişi başına düşen geliri tek başına bu toplam gelirin nasıl dağıldığına dair bir bilgi vermez. Fakat bu gösterge aynı gemide olduğumuz hissini bize tekrar tekrar yaşatmak açısından işlevseldir. Ülkeler birbirleriyle karşılaştırılır, düzen siyasetçileri ‘milli gelirimizin’ arttığını her müjdelediklerinde biz de cebimize daha zengin olduğumuz yanılsamasına kapılırız. Oysaki zenginin daha da zenginleştiği bir küresel ekonomik düzende kişi başına gelirin artarken ücretlerin yerinde sayması veya düşmesi, emekçi halkın genel durumun iyiye gittiğinin değil, daha da fazla sömürüldüğünün kanıtıdır. Türkiye’nin ‘orta gelir tuzağına yakalandığı’ söylemi ise bu sömürüyü gizlemeye yaramaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Meselenin bir de emperyalizm boyutu var tabi ki. Türkiye ekonomisinin yüksek teknolojili ürünler üretememesinin nedenleri beşerî sermaye, demokrasinin gelişmemesi, girişimciliğin eksik olması vs. gibi nedenlere bağlanırken ülke ekonomisinin dünya kapitalizmiyle ilişkisi ve kapitalist iş bölümü dikkatlerden kaçırılıyor. Orta gelir tuzağıyla söze başlayanlar, Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığının, AB(D) emperyalizminin güdümünde şekillenen bir sanayi altyapısının kurulmuş olduğunun, yine bu doğrultuda tarımın tasfiye edildiği ve hizmet sektörünün şişirildiği gerçeklerinin üzerinden de atlıyorlar.

Tuzağa yakalanmayanlar

Oysaki ülkemizde nedense(!) herkes bu ‘orta gelir’ tuzağına düşmüyor. Bir ülke olarak tuzağın içinde hapsolduğumuz ve aynı gemide olduğumuz iddia edilse de gemisini küresel denizlerde yüzdüren niceleri var. Bir taraftan ‘yoksul’ bir ülke olduğumuz ‘kaynak sorunumuz’ olduğu iddia ediliyor, bir tarafta da ‘gurur duymamız gereken’, Forbes dergisinin yayınlandığı milyar dolar zenginleri listesinde girenlerimizin holdingleri, o holdinglerin sahibi sülaleler var. Devir belki uzun bir süredir Erdoğan’ın ve yeni zengin ettiklerinin de sülalelerinin devri. Lakin ondan daha köklü olan, Erdoğan’ı öne sürüp daha büyüğünü götüren sülaleler adlarının geçmemesinden memnunlar, kendilerini anmayanlardan da…

Forbes dergisinin 2023 verilerine göre küresel zenginler listesinde yer alan 2640 dolar milyarderinden 26 tanesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. ‘Orta gelir tuzağı’ kavramının emekçi halkımız için neden hiçbir anlam ifade etmediğini göstermek için Dünya Bankası’nın yüksek gelir kategorisinde yer alan bazı ülkelerdeki milyarderlerin sayısına bakalım: İspanya 27, Norveç 12, Avusturya 11, İrlanda 9, Finlandiya, Polonya ve Şili 7, Romanya ve Yunanistan 6, Belçika 4, Macaristan 3, Umman 2, Portekiz 1. Demek ki emekçi halkımız dünya ölçeğinde bakıldığında orta gelir seviyesinde kalırken, Türkiyeli dolar milyarderlerimiz çoktan küresel zenginler liginde yerlerini almışlar.

Tablo: Forbes 2023 Listesi’ndeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dolar milyarderleri

Listede aynı aileden olanlar veya aynı servetin ve holdingin ortakları ayrı ayrı ele alındığı için en başta Koçların en başta yer almamış olması yanıltmasın. 2021 yılında Türkiye’nin en büyük 10 şirketinden 4’ü olan Tüpraş, Ford, Arçelik ve Tofaş Koçların…Tüpraş ise AKP iktidarı tarafından Koçların sülalesine verilene kadar 2006 yılına kadar halkımızındı.

Güneşin değil güneşimizi çalanların sofrası

Yazımızı bitirirken iki çift sözümüz var. İlki, orta gelir tuzağına yakalanmayıp Forbes’un küresel dolar milyarderleri listelerine girerken emekçi halkımıza yoksulluğu, eşitsizliği reva gören tekellerin sahiplerine:

“Yoldaşlar, bize ışığını veren güneşi seviyoruz, fakat zenginler ve saldırganlar güneşi tekellerine almaya kalkarlarsa şunu söylemeliyiz: Güneş sönsün, sonsuz gecede karanlık hüküm sürsün!’.”

Troçki bu sözleri 1918 Eylül’ünde Kızıl Ordu’nun Kazan’a girmesinden sonra Kazan Tiyatrosu’unda halka seslenirken söylüyor. Bu satırların hemen öncesinde ise şu cümleleri:

‘Bilime, sanata, kültüre değer veriyor ve bunları tüm okul, üniversite ve diğer kurumlarıyla beraber halk için erişilebilir kılmak istiyoruz. Lakin sınıf düşmanlarımız bütün bunların halk için değil de sadece kendileri için olduğunu bir kez daha göstermeye kalkarlarsa, şunu söylemeliyiz: ‘Bilim ve sanat yok olsun, tiyatro yok olsun!’

Bu ikincisi de bu tekellerin en önemlilerinden olan, 12 Eylül 1980’nin darbesinin lideri Kenan Evren’e mektup yazıp ‘Emrinize amadeyiz’ diyen Vehbi Koç adına verilen ödülü alan Genco Erkal ve güneşimizi çalanların sofralarına oturan diğerlerine…