Kobane davası: Arka planı neydi, olaylar nasıl gelişti, taraflar ne diyor?

Yıllara yayılan Kobane Davası bir kumpas olarak yorumlanıyor. Duruşmalar birer miting kürsüsüne dönüşürken genel kanı yargılama sürecinin siyasi olduğu yönünde. Kobane davasına yakından bakıyoruz.

Özkan Öztaş

2014, IŞİD'in en etkili olduğu yıllardan biriydi. On yıl önce İslamcı örgüt Türkiye'nin güney kara sınırını neredeyse tamamen kuşatmıştı. Türkiye'nin sınırlar fiilen ortadan kalkmış, IŞİD militanlarının geçiş güzergahı haline gelmişti. 

İşte Arapça adıyla Ayn el Arab, Kürtçe adıyla Kobane de IŞİD'in Suriye'nin kuzeyinde, Kürtçe ifadesiyle Rojava bölgesinde IŞİD'in almak istediği kritik yerlerden birisini oluşturuyordu. IŞİD'in operasyonunu yürütmek için seçilen IŞİD komutanı da Ebu Hattab el-Kurdi adı verilen bir Kürttü. Kobane IŞİD için önemliydi. Çünkü ilçeyi ele geçirince hem sınırdan militan geçişini daha rahat sağlayacağı bir alanı var edecekti hem de sınırda Suriye kontrolünde olan Kamışlı dışındaki yerlerin tamamının denetimini sağlamak anlamına gelecekti. 

Kobane, YPG'nin temsil ettiği, Suriye'deki milliyetçi Kürt hareketi için de önemliydi. Sözde Arap Baharı sürecinde Suriye iç savaşa sürüklendiğinde ilk silaha sarılanlar, İslamcı örgütler olmuştu. Suriye hükümetiyle bunlar arasındaki çatışmada ilk haftalarda tarafsız kalan Kürt hareketi, çatışmaların yoğunlaştığı Halep'te muhalif güçlere lojistik destek vermekle yetiniyordu.

Ancak kısa süre sonra Suriye'deki Kürt hareketi, savaşın Suriye devleti aleyhine sonlanacağına kanaat getirdi ve ittifak siyasetini değiştirdi. İslamcı grupların bir kısmıyla çatışmadan kaçınıldı, ABD'yle ilişkileri geliştirmenin yolları arandı. Asıl değişiklikse Türkiye'de oldu. Devletle geliştirilen "çözüm süreci", zımni olarak Suriye'nin kuzeyinde kurulacak bir Kürt bölgesinin Türkiye'nin hakimiyet alanı içerisinde olmasını, böylece Türkiye devleti ve Kürtlerin birlikte "sınırlarını genişletmelerini" öngörüyordu.

Nüfus yapısı bakımından bu sırada "Rojava" olarak adlandırılabilecek, kesintisiz bir bölge yoktu. Üç büyük yerleşimde Kürt nüfus ağırlıklıydı, ancak bunlar arasında kalan bölgede diğer etnik grupların yoğun yaşadığı çok sayıda köy bulunuyordu. Kürt hareketi, çatışmalar döneminde buralarda da hakimiyet kurmanın yollarını aradı. Yine de en kritik parça Rojava'ydı.

Başka etmenlerin yanında IŞİD'in yükselişi bu tabloyu kökten değiştirdi.

Kobane Urfa'nın Suruç ilçesine yürüme mesafesi sayılabilecek kadar yakın bir konumda yer alıyor.

Olaylar nasıl gelişti?

Kobane, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde yaşayan Kürtlerle akrabalık ilişkileri içinde olan bir şehir. Üstelik ilgili kuşatma ve savaş, Suruç'a yürüme mesafesi sayılabilecek bir uzaklıkta yaşanıyordu. Haliyle bölge halkı yaşananlara sessiz kalamadı ve yardım koridoru oluşturulması, Kobane'de yaşayan sivillerin kurtarılması için eylem çağrısı yaparak sokaklara çıktı. 

Erdoğan'ın tam da bu günlere denk gelen, 7 Ekim 2014 tarihinde Islahiye'de yaptığı konuşmasında "Kobani düştü düşüyor" demesi üzerine, bölgede yaşayan halk yapılan yardım çağrılarının görmezden gelindiğine ve Kobanelilerin (yani Suruçluların sınırın Suriye tarafında kalan akrabalarının ve yakınlarının) gözden çıkarıldığını ve ölüme terk edildiğini düşündü. Bu haliyle bakıldığında eylemlerin ve protestoların fitilini Erdoğan'ın bu açıklamasının ateşlediği düşünülüyor. 

Recep Tayyip Erdoğan'ın Gaziantep mitingi sırasında "Kobani düştü düşüyor" demesi sokak eylemlerinin fitilini ateşledi.

Erdoğan'ın bu ifadesi üzerine öfkeyle sokaklara çıkan insanlar 35 il, 96 ilçe ve 131 yerleşim yerinde eylem ve protestolar yaptı. Yapılan eylemlerde sokağa çıkan 46 kişi hayatını kaybetti, 761 kişi de yaralandı.

Hükümet ve yargı makamları, tüm ölümlerin sorumlusunun dönemin HDP yöneticileri olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle "Kobane Davası" sürecinde aralarında eski HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da olduğu 18'si tutuklu 108 sanık yargılanıyor. Davanın iddianamesinde olayları organize edip yaymakla suçlananlar arasında Ayla Akat Ata, Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel, Ayhan Bilgen, Sırrı Süreyya Önder, Emine Ayna, Ertuğrul Kürkçü gibi isimlerin yanı sıra Irak ve Suriye'deki silahlı örgütlerin yöneticileri Murat Karayılan, Salih Müslim gibi isimler de "firari sanık" olarak yer alıyor.

Mahkeme ne diyor? Neyi yargılıyor?

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianameye göre IŞID'in Suriye'deki Kobane kentine saldırmasının ardından, HDP ve PKK'nin ortak bir kararla "sokağa çıkın" talimatı verdiği ifade ediliyor ve ülke genelinde 35 il, 96 ilçe ve 131 yerleşim yerinde meydana gelen gösteri, eylem ve yürüyüşlerde yaşanan şiddet olayları soruşturmanın ana eksenini oluşturuyor. 108 sanık ise 6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşanan bu olayların tamamından sorumlu tutuluyor.

3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede HDP'li siyasilere “devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ve 37 kez “insan öldürme” suçlarından toplamda binlerce yıl ağırlaştırılmış hapis cezası talep ediliyor. Ceza talebine HDP resmi sosyal medya hesabından yapılan eylem çağrısı delil gösteriliyor. Bu paylaşımı ve ilgili tüm planlamaları PKK'nin yaptığı ve HDP'ye uygulaması için "tebliğ ettiği" iddia ediliyor. 

HDP (DEM Parti) ne diyor? 

İki yıl önce kabul edilen iddianame kadar yargılama sürecinin kendisi de epey tartışıldı. Mahkemede ifade veren kişilerin çelişkili beyanları, "ihbar edilen" ya da olayların sorumlusu olarak tarif edilen kişilerin olay yerinde olmamalarını görmezden gelen mahkeme heyeti, gizli tanık ifadelerinin bir tür bilirkişi raporu gibi ele alınması gibi pek çok husus eleştiri konusu oldu. 

HDP (DEM Parti) ise bu gerekçelerle yapılan yargılamanın hukuki değil siyasi bir yargılama olduğunu ifade ediyor ve ilgili yargılamaya "Kobane Davası" yerine "Kobane Kumpası" adını veriyor.

Zira yargılama sürecinde hukuki sınırları aşan birçok uygulamaya şahit olunurken, gece yarısı açıklanan tutanak kayıtları, savunma makamının susturulmak istenmesi ya da salonun dışına çıkmalarına zorlanması gibi örneklerle karşılaşıldı. 

HDP (DEM Parti) sokağa çıkma olaylarının Erdoğan'ın açıklamasından sonra geliştiğini ve yaygınlaştığını, süreç zarfında dönemin Eş Genel Başkanı Demirtaş'ın provokasyonlara dikkat çektiğini ve sükunet çağrısı yaptığını, yine dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın "Kontrol edemediğimiz güçler var" dediğini hatırlatarak yargı makamının delillerden ziyade sahte beyanlar ve asılsız iddialar üzerine yargılamayı devam ettirdiğini savunuyor. Aynı zamanda eylemlerde yaşamını kaybedenler arasında balistik incelemeler sonucunda vücudunda polis kurşunu çıkan kişilerin de olması bu iddiaları kuvvetli hale getiriyor.

Yine eylemlerde hayatını kaybedenlerin önemli bir çoğunluğunun HDP üyesi ya da yöneticisi olması ve cinayet işleyen kişilere dair iki örnek dışında somut olarak herhangi bir kişinin yargılanmaması çelişkili durumlardan biri olarak görülüyor. Hayatını kaybeden eylemlerden sadece iki kişi hakkında "adam öldürme" davası açıldığını belirten Saruhan Oluç, diğer tüm cinayetlerin hukuken incelenmesi ve dava açılması için verdikleri soru önergelerinin de reddedildiğine dikkat çekiyor. 

 

HDP (DEM Parti) sokağa çıkma olaylarının Erdoğan'ın açıklamasıyla geliştiğini ve yaygınlaştığını, süreç zarfında dönemin Eş Genel Başkanı Demirtaş'ın provokasyonlara dikkat çektiği ve sükunet çağrısı yaptığını hatırlatıyor.

'Dedikodu' delil sayıldı

Mahkemede dikkat çeken bir diğer ayrıntı ise "dedikodu" ifadesi. Gizli tanık Ulaş ismiyle konuşan şahsa "HDP MYK toplantısına KCK'li olduğu iddia edilen kişiler katılıyor muydu?" sorusuna, gizli tanık ifadesinde "Bir konu hakkında dedikodu, söylenti varsa onun gerçeklik payı yarıya yakındır" cümlesini mahkeme heyeti veri kabul etmişti. Bu tür örneklerin mahkumların "tutukluluk devam gerekçelerine" veri oluşturmasına DEM Partili avukatlar itiraz ediyor. 

Gizli tanık ifadelerinin büyük kısmı verilerle çürütülmüş ve iddialar yalanlanmış olmasına rağmen, mahkeme heyetinin bu ifadeleri baz alarak süreci sürdürmesi, yargılama sürecinin hukuki değil siyasi bir içerikle sürdürüldüğüne dair verileri güçlendiriyor. Zira Kobane Davası'nın yargılama sürecini belirleyen kişilere dair HTS kayıtları ve tanık beyanları arasında ciddi çelişkiler olmasına rağmen mahkeme heyeti somut delilleri değil tanık ifadesini baz alıyor. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok örnekte yargılananlar lehine karar verse de Erdoğan, bu kararı tanımadığını dile getirmişti.

Siyasi kürsüye dönüşen duruşmalar ve Demirtaş'ın savunmaları

AKP'nin HDP'yi (DEM Parti) engellemek adına bir hikayeye ihtiyacı olduğunu belirten DEM Parti Milletvekili Meral Danış Beştaş, "Kobane Kumpas Davası" ile bu hikayenin yazıldığını ve tüm yargılama sürecinin hukuki değil siyasi olduğunu belirtiyor. Beştaş, AKP'nin Dem Parti'yi sıkıştırmak için böyle bir hikaye yarattığını ifade ediyor.

Tüm yargılama süreçlerinde de siyasi kararlar belirleyici olunca her duruşma da bir miting kürsüsüne dönüşüyor. Savunma yapan siyasiler de "hukuki olmayan siyasi bir davaya karşı siyaseten cevap verme" yaklaşımı sergiliyor. 

Bu savunmalardan en çok bilineni ve öne çıkanı ise HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın savunması oldu. Demirtaş'ın savunmasında siyasal İslam içerikli konuşması çok tartışılmış ve gündem olmuştu. Demirtaş ifadesinde: “Bu toprakların medeniyeti İslam medeniyetidir. Türkiye sosyalistinin bir kısmı bunları bilmez, bilmediği için de topluma ulaşamaz. Bizi var eden bu topraklarda İslam medeniyetidir. 1300 yıldır hepimizi var eden İslam medeniyetidir. İslam medeniyeti geri falan değildir" demişti.

17 Nisan duruşması ve sürecin geleceği 

İlk gününden siyasi kısmıyla ilgi çeken Kobane Davası'nın 17 Nisan 2024 tarihinde yapılacak duruşma için bir tür karar duruşması olması bekleniyordu. 

Dava sürecini ilk günden bu yana yakından takip eden avukatlardan Nuray Özdoğan, mahkeme heyeti tarafından hem avukatlara hem de yargılananlara bir bilgilendirme yapılarak bu duruşmanın bir karar duruşması olmayacağı hakkında bir açıklama yaptığını belirtti. 

Kararın SEGBİS kayıtlarının henüz derlenmemiş olmasından kaynaklanan teknik bir neden olduğu ifade edilse de AKP'nin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra güç kaybettiği düşünülen bir dönemde böyle bir adımın atılması akıllarda soru işareti yarattı. 17 Nisan'da yapılacak duruşmada sadece yargılananların tutukluluk hallerinin değerlendireceği belirtiliyor. 

Yargılanan sanıkların davayı siyasi olarak yorumladığını ve kararın da yine aynı doğrultuda siyaseten çıkacağını düşündüklerini ifade eden Nuray Özdoğan, Artı Gerçek'te İrfan Aktan'a verdiği mülakatta, benzer duruşmalar için de sanıkların mahkemeye çıkmama eğiliminde olduğunu ifade etti. 

Sürecin neredeyse tamamının siyaseten belirlendiği davada, siyasi kararın ilerleyen süreçte nasıl şekilleneceği ise AKP'nin önümüzdeki dönemki yol haritasıyla şekilleneceğe benziyor. Olası bir yeniden barış süreci gibi tartışmaların davanın seyrini de etkileyeceği düşünülüyor.