Dışişleri Bakanlığı'nda Hakan Fidan’ın göreve başlamasının ardından beklenen "yeniden yapılanma" geçen cumartesi Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Aslında değişiklik hedefi "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"ne geçişle birlikte konulmuştu ancak gerçekleşmesi 6 yılı buldu.
Ana akım medya değişimin, Fidan'ın sıkça atıf yaptığı "zamanın ruhu"na uygun olduğunu vurguladı, kararnameyi "bilime, teknolojiye, istihbarata verilen önem artacak" diye duyurdu. Emekli diplomatların kamuoyuna yansıyan değerlendirmelerindeyse teşkilat işleyişine ilişkin sorunlar hatırlatıldı, değişikliğin olumlu sonuçlar getirmesi temenni edildi.
Ancak, 14 sayfalık değişiklik soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Bazı bölümlerden NATO'ya dair atıfların silinmesi kimilerince üzüntüyle karşılandı, "izahat" beklendi. Kararnamenin, Fidan'ın da yer yer öne çıktığı iç siyasete yönelik hedefleri merak konusu oldu.
soL, değişimin ayrıntılarını ve bir bütün olarak ne anlama geldiğini emekli diplomat Engin Solakoğlu'na sordu.
Kararname hakkında etraflı bir değerlendirme yapılmadı. Teknik değişikliklerden başlayacak olursak, genel müdürlük sayısı 14’ten 36’ya neden çıkarıldı? Bunun tek nedeni merkeze çekilen büyükelçilere yeni bir görev tanımlamak mıdır?
Dışişleri Bakanlığı’nın teşkilat yapısının değiştirilmesine dair Cumhurbaşkanlığı kararnamesi gerçekten de çok dikkat çekmedi, tartışılmadı.
Bu adımı incelerken iki farklı açıdan bakabiliriz. Birincisi yapılan değişikliğin ne ölçüde sembolik, ne ölçüde öze yönelik olduğudur. İkincisi ise bu hamlenin Türk Dış Politikasının yürütülme biçiminde bir değişiklik anlamına mı geldiği yoksa rejimin güçlü görünen siyasi aktörlerinden birinin Erdoğan sonrası pozisyon tutma çabasını mı yansıttığıdır.
Sırayla gitmeye çalışalım. Genel müdürlük sayılarının artırılması neyi hedefliyor? Bilmeyenler için açalım, geleneksel olarak Dışişleri’nde icracı birim Genel Müdür Yardımcılığıydı. Genel Müdürlükler ise bir tür eşgüdüm görevi yürütürlerdi. Bu sistemin kendi içinde şöyle bir mantığı vardı. Genel Müdür Yardımcısı henüz büyükelçi unvanı almamış orta kademe bir yönetici olarak, o unvanı elde edebilmek için deyim yerindeyse deli gibi çalışır, dosyasına hâkim olur, diplomatik seçenekleri olgunlaştırır ve yukarı doğru sevk ederdi. Bu eski sistem AKP iktidarının ikinci yarısından itibaren hızlanan ancak Başkanlık sistemi denen garabete geçildikten sonra daha da somutlaşan yetki ve inisiyatifin yukarıya doğru çekilmesi olgusuyla işlemez hale geldi. Genel Müdürler fiilen dosyanın sorumlusuna dönüştüler. Bu açıdan bakıldığından bu birimlerin sayısının artırılması fiili durumun kâğıda dökülmesi, resmileşmesi olarak yorumlanabilir. Elbette merkezde iş bekleyen büyük çoğunluğu ellili yaşlarda birkaç düzine Büyükelçiye istihdam sağlanması da bu uygulamanın pratik sonucu olacaktır.
'Tek kişiye hesap verilen hücre tipi bir yapılanma tercih ediliyor'
Peki sayısı artan genel müdürlükler hali hazırdaki koordinasyon problemini perçinlemez mi?
Genel Müdürlük sayısının artırılmasının koordinasyon bakımından olumlu veya olumsuz bir farklılık yaratacağı düşüncesinde değilim. Geçmişte genel müdür yardımcılığı seviyesinde yapılabilen veya yapılamayan eşgüdüm, icra biriminin bu kere Genel Müdürlük olmasından etkilenmez. Zaten değişikliğin ana hedefleri arasında bunun olduğunu da sanmıyorum. Bana kalırsa Fidan, eski mesleki alışkanlıklarının ve zamanın ruhunun da etkisiyle, Bakanlıkta eşgüdümden ziyade bütün birimlerin tek kişiye hesap vermesine dayanan hücre tipi bir yapılanmayı tercih ediyor.
Uluslararası arabuluculuk için ayrı bir genel müdürlük kurulmasına ihtiyaç var mıydı?
Bu genel tablonun ötesinde şu genel müdürlüğe ihtiyaç var mı yok mu tartışması çok anlamlı değil. Elbette yeni kurulan bir birimde Arabuluculuk sözcüğünün kullanılması sembolik bir siyasi mesaj sayılabilir. Büyük devlet, lider ülke söylemini güçlendirmeye yönelik olduğunu söyleyebiliriz.
Silah sanayi de bakanlığın görevleri arasına girdi. Bu alandaki temaslar artık bakanlığa tanımlı bir şekilde yürütülecek. Bu alan Baykar’dan ibaret değil ama son yıllarda ihracatta öne çıkan firma oydu. Bakanlık, Baykar’ın pazarlamacısı mı olacak?
Yapılan değişiklikler içinde savunma sanayiinin Bakanlık görevleri arasına dahil edilmesi ilginç. Şayet yanılmıyorsam bu iş geçmişte esas olarak Millî Savunma Bakanlığı’nın uhdesindeydi. Elbette bu silah alımı, satımı, ortak üretimi gibi konuların Dışişleri’nin ilgili birimlerinin görev alanı içerisinde olmadığı anlamına da gelmiyordu. Dışişleri Bakanlığı’nın görev tanımı zaten otomatik olarak bunların koordinasyonunu da kapsıyordu öteden beri. Şimdi ismen belirtilmesi MSB’den Dışişleri’ne yetki devri anlamına mı gelir, yoksa rejimin dış politikada olduğu kadar iç siyasette de tepe tepe kullandığı “savunma sanayii” argümanını mümkün olan her vesileyle cümle içinde kullanılması ihtiyacının bir sonucu mudur, uygulamada görürüz.
'AKP NATO’cudur, siyasi ömrünü tamamladığı güne kadar da öyle kalacaktır'
“NATO dairesi” olarak da bilinen “Uluslararası Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü”nün görev tanımından NATO’ya dair atıfların çıkarılmasını bir politika değişikliğine yorabilir miyiz?
Uluslararası Güvenlik Genel Müdürlüğü’nün görev tanımından NATO’ya dair atıfların çıkartılmasını da öze dair olmayan simgesel bir mesaj olarak yorumlamak mümkün. Türkiye’de belli çevrelerde “heyecan yaratması” beklentisiyle atılmış bir adım olabilir. Yoksa buradan “NATO’dan uzaklaşıldığı” veya başka bir kolektif güvenlik örgütüne göz kırpıldığı sonucu çıkmaz. AKP NATO’cudur, siyasi ömrünü tamamladığı güne kadar da öyle kalacaktır.
'Yunan-Türk sorunları Denizcilik-Havacılık biriminden ayrıştırılamaz'
Engin Solakoğlu'nun işaret ettiği unsurlar sorularımızla sınırlı değil. Dış politikanın 50 yıldır değişmeyen başlıklarından biri de Yunanistan ve Kıbrıs'la gerilim. Bu konu deniz ve havacılıkla ilgili birimden alınarak hukukla ilgili bir birime devredildi. Diğer ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları'nı esas alarak yapıldığı düşünülen değişiklik, Solakoğlu'na göre "vahim bir hata".
"AKP iktidara geldiğinden beri devleti yeniden tanımlamaya çalışıyor. Bunda büyük ölçüde de başarılı oldu. Yalnız yenisini, daha iyisini yapacağım diye hesapsızca yıktığınız şeylerin altında kalırsınız kimi zaman. Denizcilik-Havacılık biriminin Türk-Yunan ve Kıbrıs işlerine bakan genel müdürlük uhdesinden çıkartılıp Uluslararası Anlaşmalar ve Hukuk Genel Müdürlüğü’ne bağlanması tam da bunun örneği. O birim özellikle AKP döneminde uğradığı tahribata rağmen Türk diplomasisinin en önemli ve donanımlı kurumlarından biridir ve Türk-Yunan sorunlarından ayrıştırılması akılla izah edilebilecek bir eylem değildir. Buldozeri bir alana sokmuşsunuz çürük olduğunu düşündüğünüz bir binayı yıkıyorsunuz ama o arada gayet sağlam olan komşu binanın da çökmesine yol açıyorsunuz. Benim gözümde canlanan manzara bu. Umarım bir ana önce çekip giderler de bu vahim hatayı süratle düzeltme imkânı doğar."
'Kararname Fidan'ın hareket kabiliyetini artıracak'
Solakoğlu, sözü başladığı noktaya dönerek bitiriyor. Değişikliklerin sembolik olmanın ötesine geçeceğine işaret ediyor, bunu da iç siyasetteki dengeleri hesaba katarak yapıyor.
"Dış politikada özlü bir değişiklik mi, iç siyasete yönelik bir adım mı? Bence ikincisi. Hakan Fidan Dışişleri’ne geldiğinde çeşitli ortamlarda söylediğim, yazdığım bir iddia vardı. Özetlersem, Çavuşoğlu döneminde iyiden iyiye bir sekretarya rolüne indirgenen Dışişleri’nin yeni dönemde iktidar çeperine daha yakın hatta içinde bir kurum haline geleceğini iddia etmiştim. Bu son kararname o çeper içerisinde Fidan’ın hareket kabiliyetini artırmayı hedefleyen bir nitelik de taşıyor. Salt hareket kabiliyetini değil, Erdoğan sonrasında siyasi bir aktör olarak ortaya çıkmasının zeminini de genişletmeye matuf. Tutar mı, tutmaz mı bilemem. Zira Fidan’ın devlet içinde müttefiki çok ama halkta karşılığı çok tartışmalı. Bunu yerel seçim kampanyası için sokağa indiğinde biraz da gülerek izleme imkânı bulduk. Toparlamak gerekirse bu düzenlemelerin ana ekseninin iç siyasi hesaplara dayandığını, dış politik yönelimlerde kayda değer sıçrama anlamı taşımadıklarını düşünüyorum."