ÇEVİRİ | Belarus-Polonya sınırında yaşananların aslı ne?

'Sınırlar arasına sıkışmış mültecilerin durumu çok vahim. Birçok çocuk ve hamile kadın, yılın bu soğuk mevsiminde, açık alanda, çalı çırpı ateşinde geceleri geçirmek durumunda bırakıldılar.'

Prof. Dr. Tetsuya Sahara, Tokyo

Ekim 1938'de Naziler, Almanya’da yaşayan Polonya yurttaşlığı bulunan yaklaşık 17 bin Musevi’yi Polonya sınırına zor yoluyla sürgün etti. Yahudi aleyhtarı Polonya hükümeti de Yahudileri geri almayı reddettiği için, sınır dışı edilen insanlar iki ülke arasında dar bir alanda sıkışıp kaldılar, don ve açlığa maruz kaldılar. Seksen yılı aşkın bir süre sonra, bu kez Polonya sınırının diğer ucunda, benzer bir durum yaşanıyor. Yaklaşık iki bin mültecinin Polonya topraklarına girişi yasaklandı ve donarak adeta ölüme terk edildiler. Avrupalı liderler, bu yinelenen insanlık trajedisinde, atalarının seksen yıl önce takındığı tavrın aynısını alıyorlar.

Sınırlar arasına sıkışmış mültecilerin durumu çok vahim. Birçok çocuk ve hamile kadın, yılın bu soğuk mevsiminde, açık alanda, çalı çırpı ateşinde geceleri geçirmek durumunda bırakıldılar. Onlara su ve yiyecek sağlamaya yönelik her türlü girişim Polonyalı yetkililer tarafından engelleniyor ve gazetecilerin ve insani yardım çalışanlarının bölgeye girmesi yasak olduğundan, içinde bulundukları kötü durum dünya kamuoyundan gizleniyor.

Avrupalı ​​liderler, süregiden insani trajedi karşısında duyarsızlar. Savunmasız insanların durumunu hafifletmek amacıyla hiçbir girişimde bulunmayıp, sorumluluğu Belarus rejimine yüklemekle meşguller. Onlara göre, Afganistan ve diğer ülkelerdeki savaş ve yıkımdan kaçan insanlar insan değil, Belarus yönetiminin yerleştirdiği “hibrit/melez silah”tan başka bir şey değil. Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer, AB ülkelerinin "siyasi olarak örgütlenmiş göçün" oluşturduğu "hibrit tehdit" karşısında birlikte durulması gerektiğini söyledi. Le Monde, kimliği belirsiz bir NATO yetkilisinin yorumunu şöyle aktarıyor: "Lukashenko rejimi tarafından göçmenlerin hibrit bir taktik olarak kullanılması kabul edilemez." Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Belarus'u "mültecileri güvenliği baltalamak için hibrit bir şekilde kullanmakla" kınadı. Onlara göre, Belarus hükümeti göçmenleri Minsk'e ücretsiz uçuşlarla bir araya getirerek kitlesel sızmayı organize ediyor.

Sorunun kaynağını bu yılın başından bu yana sınır geçişlerindeki artışa tanık olunduğu ve görünüşe göre Taliban'ın ABD destekli hükümete karşı bir saldırı başlattığı Afganistan'daki durumun kötüleşmesine bağlayan bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Polonya sınırını geçmeye çalışmalarının temel nedeni, Avrupa ülkelerinin, 2015'teki krizin ardından, sınırlarını kapatması nedeniyle, mültecilerin AB'ye kara yoluyla girmeleri için tek seçeneğin Beyaz Rusya olmasıdır. Yakın zamana kadar göçmenler güvenle Minsk'e uçabiliyorlardı. Polonya veya Litvanya sınırına git, yaya olarak geç ve AB bölgesine gir. Sınır muhafızları, mültecilerin geçişine izin verdi ve onları özel mülteci konaklama bölgelerine gönderdi. Bu durum, yaz sonunda binlerce insan sınıra gelmeye başladığında değişti. Polonya ve Litvanya, transit yolcuları içeri almayı durdurdular ve sınırı dikenli tellerle güçlendirdiler. Mülteci akınının ani yükselişi, Beyaz Rusya'nın değil, Batı politikasının sonucudur. Polonya ve Litvanya da dahil olmak üzere Batılı ülkeler, 15 Ağustos'ta Afganistan hakkında ortak bir bildiri yayınladılar ve "tüm tarafları ülkeyi terk etmek isteyen Afganların güvenli ve düzenli bir şekilde ayrılmasına saygı duymaya ve kolaylaştırmaya" çağırdılar. Onlar ısrarla “ayrılmak isteyen Afganların bunu yapmasına izin verilmeli; yollar, havaalanları ve sınır kapıları açık kalmalı” dediler. Bu nedenle mülteciler, Polonya sınırına “açık kalmalarını” bekledikleri  AB “talimatı”na güvenerek yöneldiler.

“Hibrit silah” söylemi de yeni bir slogan değil. Temmuz ayı başlarında, Litvanya Dışişleri Bakanı Gabrielius Landsbergis, Belarus'a Avrupa Birliği'ni yaptırımları hafifletmeye zorlamak amacıyla savaşın parçaladığı ülkelerden gelen mültecileri "canlı kalkan" olarak kullandığını söyledi. Ona göre, "bu, Avrupa Birliği'ne karşı kullanılan hibrit bir silaht" ve AB’yi Belarus'a yönelik politikanı değiştirmeyi amaçlıyor. Litvanya medyası, Lukashenko rejiminin Ortadoğu'dan binlerce "yasadışı göçmen"e izin vererek sınırdaki durumu tırmandırdığını öne sürerek  bu durumu "hibrit silah" kampanyası olarak sundu.

AB komisyonu üyesi İçişleri Komiseri Ylva Johansson, Ağustos ayında Financial Times ile yaptığı röportajda aynı mantığı benimsedi. Pek çok Afgan insanının kendi ülkelerinde güvende olmaması gibi büyük bir risk olduğunu kabul etti. Ancak “bu, Lukaşenko'nun muhtemelen mülteci olmayan insanları kullanmasından tamamen farklı bir şey” olduğunu ileri sürdü. Ona göre, “Lukaşenko'nun yapmaya çalıştığı şey, AB'yi istikrarsızlaştırmak ve insanları bir saldırganlık eyleminde kullanmak"tır.  Johansson’a göre, Belarus ile AB sınırına akın eden mülteciler “gerçek mülteciler” değil, Lukaşenko'nun AB'nin kendisine uyguladığı “insan haklarını” ihlal ettiği için uyguladığı yaptırımları kaldırmaya çalıştığı “insani kalkan silahı”. Belarus cumhurbaşkanının AB'yi tehdit etmeye çalıştığını bile iddia etti, çünkü “Temel haklar konusunda, Belarus halkının özgür ve adil seçimler yapma hakkı konusunda sert davrandık” dedi. Dolayısıyla onun için en önemli şey Belarusya'nın Batı yanlısı seçmenlerinin özgürce seçilmesi ve Iraklı’ların ve Afganlar’ın sığınma ve hayatta kalma hakkı talebi ise siyasi entrikadan başka bir şey değildi.

Şu anda Litvanya'da siyasi sığınmacı olan Belarus muhalefet lideri Svetlana Tsikhanovskaya'nın şu sözlerini duyduğumuzda Baltık usulü demokrasinin temel bileşenlerini daha da merak ediyoruz: “Göçmenler silahlı adamlar tarafından sınıra itiliyor. Lukashenko, Polonya, Litvanya ve Avrupa Birliği'ne yönelik hibrit saldırıdan tamamen sorumlu. Göçmen kaçakçılığı, şiddet ve istismar sona ermeli. Güçlü bir tepki gerekiyor.” Ona göre “insan hakları” insanlığın evrensel bir değeri değil, “Avrupalılara özel” bir özelliktir.

Baltık muammasına bir başka örnek de aşağıdaki durumdur. Yaz başındaki mülteci anlaşmazlığının ortasında, Polonyalılar, Tokyo Olimpiyat oyunlarında antrenörleriyle tartışan Belaruslu bir kadın sporcuya cömertçe siyasi bir sığınma hakkı verdi. Bu, “insan silahı” olarak mahkûm edilen ve donarak ölüme terk edilen Afgan mültecilere yapılan muameleyle tam bir tezat oluşturuyor.

1938'de Naziler, Avrupa Yahudilerini önce temel insan haklarından mahrum bırakarak fiziksel olarak yok edilmelerinin yolunu açtılar. Seksen yıldan fazla bir süre sonra, güncel Faşistler, yoksul sığınmacıları “insan silahı” olarak tanımlayarak seleflerine öykünüyorlar. Polonya sınırının diğer tarafında, 10 binden fazla vatandaş Varşova caddesinde toplandı ve 11 Kasım'da Bağımsızlık Günü'nü "Cami ve sinagog istemiyoruz, sadece haçlı Polonya kiliseleri istiyoruz" diyerek kutladı.