AKP emekçilere ne vadediyor? -3/ AKP tipi muhafazakarlık: 'Hayırsever devlet'

'Bugün Türkiye’de ne kadar yönetilmeye çalışılsa da yönetilemeyen bir yoksulluk, popülizmin yetmediği derin bir ekonomik kriz ve muhafazakarlığın üstünü örtemediği bir sınıf realitesi vardır.'

Dilara İlbuğa Yıldırım

“AKP nasıl olup da 20 senedir iktidarda kalıyor?” sorusuyla başladığım yazıların üçüncüsü ve sonuncusu muhafazakarlık üzerine olacak.  En son yazıda değindiğim gibi, AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, emekçiler ile siyasi iletişimini ve bağını üç temel hattan kuruyor. Bu üç temel hat aslında bize AKP’nin "tercih edilebilirliğinin" yanıtını veriyor. İşçi sınıfı ve iktidar arasındaki iletişim neoliberal politikalar ile zayıflarken, muhafazakar politikalar ile zayıflayan iletişim bağları onarılıyor/yamanmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, iktidarın işçi sınıfı ile kurduğu iletişimde temel akslardan birini muhafazakar söylem ve pratikler oluşturuyor.

Muhafazakarlığı aktarmaya çalışırken AKP’nin işçi sınıfı ile kurduğu bağı salt dini propagandaya bağlamak mevcut durumu sınıf bağlamından koparacağı için dinsel söylem ve pratiklerin önemini göz ardı etmemekle birlikte, bu söylem ve pratiklerin sınıfsal çıkar ve çelişkileri ifade ettiğinin önemi unutulmamalı. AKP’nin iktidara gelişi dinsel ve kültürel birçok sebeple açıklanmaya çalışılsa da bu yazıda iktidarın sınıfla kurduğu iletişim, temsil ettiği sermaye sınıfının çıkarları ile açıklanacak.

Merkezde gerici saldırı, arka planda yönetilebilir yoksulluk

20 yıllık iktidarı süresince emeğe dönük saldırı ve emek karşıtı politikalarını hız kesmeden sürdüren AKP, toplumun her kesimine yaymaya çalıştığı muhafazakarlaşma ile emeği kuşatmaya çalışmaktadır. Açlık sınırının 7 bin lirayı, yoksulluk sınırının ise 21 bin lirayı aştığı Türkiye’de derin yoksulluk sarmalı ve gericileşme hız kesmeden sürmektedir. Toplumun merkezine gerici politikalar oturtulur/dayatılırken, arka planda yönetilebilir bir yoksulluk anlayışı yerleştirilmiştir. Peki iktidarın bu sistemi nasıl işlemektedir?

AKP’nin muhafazakar politikaları incelenirken, partinin geleneği ve Millî Görüş kökenine kısaca bakmak yararlı olacaktır. 28 Şubat 1997’de iktidardaki Refah Partisi’nin ordudan aldığı uyarı ile Türkiye’de hem siyaset tarzı hem de Milli Görüş hareketi değişti. Ardından Refah Partisi’nin kapatılması ve yerine kurulan Fazilet Partisi’nin 1999 seçimlerinde düşük bir oy oranı alması AKP’nin kurulduğu zemini açıklar nitelikte. 28 Şubat sürecinin Millî Görüş üzerindeki etkisi AKP’nin kendini bulması ve siyasetini şekillendirmesi açısından önem teşkil ediyor. Bu sürecin etkileriyle AKP, Millî Görüş kimliğini reddederek, “muhafazakar demokrasi” kimliğini kullandı.

AKP’nin kullandığı “muhafazakar demokrat” kimliğin elbette birden çok nedeni ve özelliği var. Bu kimlik, partinin kendisini siyasal İslamcı çizgiden kopardığına ve geçmiş sağ partilerden ayrıştığına işaret etmekte, aynı zamanda da özünden kopmadan dini değerlere saygılı, demokrat bir kimliğe sahip olduklarını vurgulamalarının bilinçli bir tercihi.

Bu muhafazakar demokrasi kimliğinin özünü dini bir hayırseverlik oluşturuyor. İktidarın muhafazakar kimliğiyle toplumu bir yandan gerici bir saldırı altına sokarken, diğer yandan sosyal politika üzerinde yaptığı dönüşümle Türkiye’de sosyal politikanın hızla sosyal yardımlara hatta sadaka kültürüne dönüşmesine de zemin hazırladı. AKP, iktidar partisinden ziyade elindeki şahsi servetini yoksullara dağıtan ve karşılığında da hiçbir şey beklemeyen hayırsever bir siyasi özneye dönüştü. Sosyal yardımlar ile neoliberalizme ve piyasaya hizmet edilmeye başlandı fakat neoliberalizme hizmet edilirken bir yandan da işçi sınıfıyla iktidar arasında ortak bir dil geliştirildi. AKP, dini araçsallaştırarak emekçi kesimler üzerindeki “hak” olgusunu aşındırdı ve bunlar yerine “hayırseverlik”, “yardım” gibi kavramları getirdi.

Bu doğrultuda, sosyal politikadan devlet çıkarılırken yerine AKP ve tarikatları getirildi; iktidar, yok ettiği hakların yerine büyük bir sosyal yardım balonunu yerleştirdi. Bunu da yurttaş temelli değil, tarikat, islami STK, hemşehri dernekleri ve belediyeler aracılığıyla yaptı.

AKP, sosyal yardımları emekçi kesimlerin haklarını korumak ya da geliştirmek için değil; emekçilerin ve yoksulların piyasaya ve kendi iktidarına bağımlılığı ve iktidarının devamlılığı için kullandı. Yurttaşlar üzerinde “Ben yoksam yardım da yok” gibi bir anlayışı yerleştirerek istikrarını pekiştirdi. 2001 krizinin getirdiği en önemli sonuçlardan birisi yoksulluğun hızla artışı olmuştu. Artan yoksulluk, sosyal yardımlara duyulan ihtiyacı ve talebi artırdı. AKP’nin iktidara geldiği konjonktür, sosyal yardımlara daha fazla ihtiyacın olduğu, yoksulluğun hızla arttığı bir dönemdi. AKP, iktidarını pekiştirmek için bir araç haline getirdiği ve neoliberal politikaları rahatça uygulayabildiği sosyal yardımları Refah Partisi döneminde temelleri atılan “sosyal belediyecilik” anlayışıyla yaptı. Yoksullarla ilişkisinde muhafazakar ve neoliberal politikalarını güçlendiren sosyal yardımları esas aldı. Belediyeler, vakıflar, dini cemaatler ile ördüğü bu alanı siyasal İslam’ın propagandasını yaptığı bir araç haline getirdi. Bunun sonucunda da emekçilerin gündelik yaşamı dinsel propagandaya ve siyasal İslam’a açık hale geldi.

Yoksulluğun tablosu: Sosyal yardımlarla geçinen hane sayısı AKP İle 4 katına çıktı

AKP ile sosyal yardımlardan yararlanan yurttaşların sayısında ciddi artışlar meydana geldi. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin yeni yaptığı açıklamaya göre, 2002 yılında 1 milyon haneye sosyal yardım hizmeti verilirken pandemi yardımları hariç tutulduğunda 2021 yılında bu rakam 4,3 milyon haneye ulaştı.  Bu durum, yoksulluğun bu düzende çözülebilir olmaktan öte, sürdürülebilir bir hale getirilmek istendiğinin açık kanıtlarından biri. En temel ihtiyaçlarını karşılamak için açlık sınırının bile oldukça altında olan sosyal yardıma muhtaç bırakılan yurttaşların sayısı 4 milyonun üzerine çıkarılıyor ve iktidar bu kitleye kendisine "bağımlı" bir topluluk olarak bakıyor. Ortada kağıt üstünde bile bir "sosyal devlet" bırakmayan, sadaka ile kendisine bağımlı hale getirilmiş yurttaşlar isteyen, bireye değil “aile” kavramına misyon yükleyen bu strateji AKP iktidarı eliyle giderek güçlendirildi.

Uzun lafın kısası, sistemin çarkları iktidar cephesinde şöyle dönüyor: Emekçileri geçinmelerinin bile mümkün olmadığı bir yardıma muhtaç kıl, bunun adına “hayırseverlik” de, arka plana da tarikatların, İslami STK’ların gericiliği yerleştir…Geçtiğimiz 20 yılda iktidarın neoliberal krizlerini popülizm ve muhafazakarlık aracılığıyla yönetmeye çalıştığı çok açık. Açık olan bir diğer konu ise çarkın dişlerinin kırılmaya başladığı. Bugün Türkiye’de ne kadar yönetilmeye çalışılsa da yönetilemeyen bir yoksulluk, popülizmin yetmediği derin bir ekonomik kriz ve muhafazakarlığın üstünü örtemediği bir sınıf realitesi var. İktidarın tüm araçlarının karşısında güçlü, yan yana direnen kalabalıklar mevcut ve elbet kazanacaklar.