Ferguson'da neler oluyor - 3: ABD polisi nasıl tepeden tırnağa silahlandı?

ABD'li yazar Eugene Puryear'ın soL için kaleme aldığı Ferguson yazı dizisinin üçüncü bölümü, Irak savaşı gazilerinin Irak'ta çekilmiş fotoğraflarıyla yan yana koyup "bu adamlar bizden daha sağlam zırh ve silahlara sahip" dediği Amerikan polisinin nasıl bu noktaya geldiğini anlatıyor.

Eugene Puryear

Missouri Ferguson'daki barışçı gösterileri bastırmak üzere kente doluşan zırhlı araçlar ve denizci özel hareket timi gibi kuşanmış polisler tüm dünyada manşetlerde yer buldu. Göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiler, tüm dünyanın gözleri önünde Amerikan emperyalizminin “demokrasi” iddiasını yıktı – özellikle de sosyal medyada. Filistin'den Ferguson'a mesaj yağıyor, Gazze'deki isyancılar, Missouri'deki dostlarına göz yaşartıcı gazla nasıl başa çıkmaları ve nasıl direnmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyordu.

"Prangalı ve Zincirli – Kapitalist Amerika'da Kitlesel Hapislik" kitabının yazarı Eugene Puryear'ın yazı dizisinin ilk iki yazısı:

Ferguson'da neler oluyor?

Ferguson'da neler oluyor - 2: Dedelerimiz, analarımız gibi biz de isyan ettik

Amerika'da polis hep bu kadar militarize değildi. Birçok uzman, ABD'nin militarize polisinin köklerini ortaya çıkarmaya çalıştı ve bu kökler gerçekten derinde. Polisin askerileşmesi, 1960'ların radikal ayaklanmalarına yanıt olarak, siyahi yoksulları gecekondu mahallelerine kıstıracak bir makineye dönüşmesi sürecinde yaşandı.

Yazı dizimizin bir önceki bölümünde değindiğimiz gibi, 1960'lar ve 70'lerin başında ABD'de çok ciddi bir devrimci hareketlilik vardı. Yalnızca kentleri ateşe veren ve siyah işçi sınıfı mahallelerindeki huzursuzlukta kendini gösteren yüzlerce isyandan bahsetmiyoruz, hareketlilik çok daha derin ve örgütlüydü.

Vietnam Savaşı karşıtı hareket sadece sokaklardaki kitle gösterilerinden ibaret değildi, Amerikan ordusunda çok sayıda asker savaşmayı reddediyordu. Çarpışmanın en çok ağırlaştığı beş yılda, ordudan kaçma oranı yüzde 400 arttı. 1969'un sonuyla Mart 1970 arasında askere çağrılanların yarısı teslim olmadı. Büyük askeri dergiler dahi orduda “çürüme”den söz ediyor ve savaşa ne kadar hazırlıklı olduğunu sorguluyordu.

Binlerce üyeye sahip devrimci örgütler ve devrim hedefiyle ortaya konulan fikir ve eylemlere ilgi gösteren, gerçekten milyonlarca insan vardı. Bu hareket, iki büyük partinin birlikte hareket etmesi ve kanlı bir baskı sonucunda yenilgiye uğradı.

Richard Nixon zamanında, federal hükümet, yerelliklerdeki polis departmanlarını güçlendirmenin yollarını arıyordu. Kanunun Uygulanmasına Destek İdaresi kuruldu ve 1968-1972 yılları arasında teçhizatını “geliştirmek” için 1 milyar dolardan fazla fon aldı. Bu dönem aynı zamanda ülke genelinde, radikal örgütlere karşı konuşlandırılmış, polis güçlerinin arasında tutulan özelleştirilmiş paramiliter birliklerin yükselişine de tanıklık etti.

Devrimin yenilgisi ve geri çekilişiyle birlikte sermaye, ABD'de işçi ve ezilen kitlelere karşı 40 yıllık taarruzunu başlattı. Genel olarak polisi güçlendirme eğilimi, sosyal sefaletin artışıyla el ele gitti. Devletin yeni yönelimi sosyal harcamaları kısmak ve toplumsal sorunları çözmeye değil, baskılamaya odaklanan bir bakış geliştirmekti.

Mutlak bir sefalet ve yoksulluğu bir nebze iyileştirmeye çalışan sosyal programlar, 1975-82 arasında kolluk kuvvetlerine yapılan ulusal ve yerel harcamaların yüzde 150 artışıyla birlikte sürdü. 1980'lerin başından itibaren ABD'deki hapishane nüfusu da tavan yaptı ve hapse tıkma, huzursuz bir nüfusu baskılamanın temel yollarından biri haline geldi.

Suç histerisinin ortasında, polisin askerileşmesinin ikinci dalgası geldi. Ulusal hükümetin yerel ve federal polis kurumlarına aktardığı fonlar, kolluk kuvvetlerinin baskılayıcı kapasitelerini muazzam biçimde artırdı. Ulusal Savunma Yetkilendirme yasası'nın 1990'ların başında geçirilen 1208'inci ve sonradan 1033'üncü maddeleri, orduya, halka açıklamaksızın, polis kurumlarına askeri seviye teçhizat aktarma yetkisi verdi. Yalnızca 2006'dan beri yerel polis kurumları 93 bin 763 makineli tüfek sahibi oldu.

Bu teçhizatın büyük kısmı, pek de suç işlenmeyen bölgelere gitti. 5 yıldır hiçbir cinayet yaşamamış küçük bir kasaba, mayına dayanıklı araçlarla tanıştı. Toplamda 4 milyar 300 milyon dolarlık askeri teçhizat, tek bir kuruş ödemeksizin yerel polise aktarıldı.

11 Eylül saldırılarının ardından federal hükümet yerel ve ulusal polis kurumlarını çok daha güçlendirdi. Askeri teçhizat ve kabiliyetlere sahip polis birlikleri yaratıldı. Ferguson'da görülen donanımlı polisler de bu birliklerdendi. Eyaletlere askeri teçhizat almaları için 34 milyar dolarlık bütçe aktarıldı ve yeni Anavatan Güvenlik Departmanı (Homeland Security) “iç güvenlik” başlığında onlarca milyar dolar harcadı. Aynı zamanda istihbarat kapasitesi de kuvvetlendirildi ve yerel kurumlarla federal devlet arasındaki istihbarat bağı güçlendirildi.

Sonuç, “polis gücü” maskesi altında devasa bir askeri makinenin ortaya çıkması ve bu makinenin, yalnızca savaşmak değil, suç, protesto ve grevleri bastırmak konusunda da taktik ve bilgiyle donatılması oldu.

Ferguson'daki polis ve protestocuların karşı karşıya geliş sahnelerinin kökleri, devletin, kendi meşruiyetini sorgulayanlara karşı değişen yanıtında aranmalı.