Aslan

Dünya çok küçük artık değil mi? Bir ceviz düşünün, hah işte o kadar. Yok, yok biraz daha mı büyük diyorsunuz? Belki, biraz daha büyük olabilir…

Peki, 5 yaşındaki bir çocuk için dünyanın büyüklüğü nedir sizce? Olmuştur. Hepimizde olur. Çocukluğumuzda bize uçsuz bucaksız görünen şeyler; evler, sokaklar, okullar, parklar büyüdüğünüzde hiç de o kadar devasa gelmez. Hatta çocukluk mekânlarınızı ziyaret ettiğinizde şaşakalırsınız zihninizde kocaman gibi görülen yerlerin aslında minicik olmasına.

Çocukluk böyle bir şey. Çocuk da minik bir canlı nihayetinde. Her şey ona kocaman görünüyor.

“Hindistan’da her yıl 80 bin çocuk kayboluyormuş.” Kayıp çocuklar konusu hakikaten yakıcı. Savunmasız ve çaresiz çocukların başlarına pek çok karanlık şey gelebiliyor. Çok ciddi ele alınması gerekiyor. Dünyada ve ülkemizde giderek bir kara delik niteliğine bürünmüş bir konu bu. Can acıtan. Rakamlar korkunç. Başka bir yazının konusu olsun.

Lion (Aslan) ise kayıp çocuk konusunu başka bir zeminde işleyen etkileyici bir film. 5 yaşındaki Saroo Hindistan’ın kırsalında annesi ve kardeşleriyle yaşayan mutlu bir çocuk. Yoksulluk korkunç, ama aile içi sevgi, özellikle de Saroo’nun kendinden 4-5 yaş büyük ağabeyi ile ilişkisi bir harika. Ancak iki çocuğun ev bütçesine katkı yapmak için yaptıkları çalışma planı sonucu başlayan kötü tesadüflerle gelişen olaylar zinciri, ufaklığın kendini binlerce kilometre uzaktaki ve başka bir dilin konuşulduğu Kalküta’da bulması ile sonlanır. Sokak ortasında kalakalan Saroo’nun yaşadıkları, yoksulluk ve sefalet görüntüleri eşliğinde, kapitalizmin dünyaya yaptıklarını bir kez daha sorgulatıyor. Öfkeniz bileniyor.

Saroo sokaklarda diğer çocuklarla birlikte sersefil yaşarken, yetimhaneye alınır. Hangisi daha kötü bilemezsiniz…

Dünyanın başka bir ucundan Avustralyalı bir aile tarafından evlat edinilir. Saroo Brierley’nin gerçek hikâyesi film. Yazdığı romandan sinemaya uyarlanmış. Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı değil hakikaten.

Çocuklarla iç içe olduğumuzdan, çocukların dünyasına daha içerden bakıyoruz artık. Öyle korunmasızlar ki gerçekten.

Minicik insan yavruları, inanılmaz güçlüler ancak bir o kadar da kırılganlar. Bu dünyanın kara deliklerine karşı korunmaya ve gözetilmeye ihtiyaçları var. Ancak en fazla da sevgi istiyorlar, koşulsuz ve alabildiğine sevilmek…

Saroo’nun ve onu evlat edinen ailenin hikâyesi bir de bu açıdan etkiledi bizi. Aile, bu dünyada yeterince insan var biz korunmaya ihtiyacı olan çocuklara dokunalım, düşüncesiyle bir tercih olarak çocuk yapmayı istemeyen bir aile.  İki Hintli çocuğu evlat ediniyorlar. Zor hayatlarına başka seçenekler sunmak istedik diyorlar. Alkışlanası.

Peki ya kökler, akıldan çıkmayan biyolojik aile? Kocaman dünya içinde bir türlü evini, annesini, ağabeyini bulamayan, dili dönmeyen, oturdukları yerleri anlatamayan çaresiz ve korkmuş Saroo açısından durum nasıl?

Bence filmi mutlaka izleyin. Filmi izlerken de filmin alt metinlerini okuyun. Sorular sorun.

Örneğin bir çocuğun neye ihtiyacı vardır? Bir çocuğa büyüme serüveninde eşlik etmek nasıl bir duygudur? (Bence harika bir duygu) Biyolojik aile ve kökler bir insanın yaşamında nereye denk düşer? Travmatik çocukluk yaşayan ve yaşamayan çocukların yaşamda tutunmaları arasında ne türden farklar olabilir?

Soruları sıralayabilirim… Ama kesip şunu demek istiyorum, Koruyucu Aile olabilirsiniz…  Neden olmasın ki? Bence düşünmeye değer…

Bir de, filmin adı. Neden aslan dersiniz? Bir ipucu size. Bir çocuğun büyürken yarım yarım konuşmasında gizli… Dedim ya, en iyisi Korucuyu Aile olun…