Ezber bozmak

Daha önce Irak, Kenya, Pakistan gibi ülkelerde ortaya çıkan ve oraları da kana bulayan radikal İslamcı terör örgütü El Kaide’nin, Suriye’de hem gerçekleştirdiği infazlarla ve kullandığı çağ dışı yöntemlerle hem de “rejim sonrası şeriat devleti kurma” planlarıyla, sadece Suriye halkını değil bazı muhalif kesimleri de rahatsız ettiği biliniyor…

Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak ve bu coğrafya üzerinde operasyonlar yapabilmek için oluşturulan bu örgüte bağlı grup, ülkede savaşan diğer güçlerin en saldırgan ve “başarılı” kolu olduğu için Suriye’de giderek büyüdü.

Verdiği fetvalarla “Cihat”a çağrı yapan bu örgütün daveti Müslüman bölgelerde cahil kesimler ve özellikle gençler arasında karşılık buluyor. O çağrıya uyup Suriye’ye Cihat’a gelen gençlerden biri de baba tarafı Faslı anne tarafı ise Tunuslu olan Sabri’ydi.

Sabri 19 yaşındaydı. Kekemeydi… “Utanç verici” saydığı ama son derece insani olan bir problemi de vardı, idrarını tutamıyordu. Bundan dolayı içine kapanıktı. Umutsuz bir gençti…

Sabri çok kısa bir süre içinde radikalleşti. Gitgide toplumdan uzaklaştı. Brüksel’deki nargile kafelerinden birinde “Allah’a Teslim Olan” lakaplı Belçikalı selefi çete başı Jean-Louis tarafından örgütlendi. “Kahraman olacaksın” dediler, “sen yaparsın” dediler, “Hz. Muhammed’le aynı sofrayı paylaşacaksın” dediler. İdealsiz, umutsuz bir genci motive edici güçlü yüreklendirmeler bunlar tabii ki.

Oysa ailesi demokrat bir yapıya sahipti. Hatta, Sabri’nin anne tarafı sonradan Şiiliği seçmişti. Babasının ise dinle alakası yoktu, öyle ki cami imamları onu hırsızlıkla suçluyordu. Sabri geçen seneye kadar da ailesiyle birlikte tatile gidermiş. Sabri’nin 2012 yılında Antalya’da çekilmiş resimleri var de. Çocukken Yahudi, Müslüman, Hıristiyan, ateist arkadaşları da vardı.

Ama Sabri’nin beynini kirlettiler. Suriye’ye cihat yolu Türkiye’ydi bilindiği gibi. Sabri, dikkat çekmemek için sakallarını keserek önce Hatay’a geçti, Oradan da Halep’e gitti. Ona bir kod adı verildi: Ebu Turab. Belçikalı diğer Vahhabi teröristlerle bir villada kaldı. Bütün bunları Şii olan ve oğlunun Sünniliği kabul etmesi için Suriye’den baskı yaptığı annesi anlatıyor.

Sabri, Suriye ordusu tarafından öldürülmedi. Yabancıların istilasına, katliamlarına artık tahammül edemeyen bir başka Suriyeli çete tarafından öldürüldü. Yalanla, “Cihat ve cennet” sahte vaadleriyle kandırılıp Suriye’ye götürülen gençlerden sadece biriydi…

İnsan “nasıl evlatlar yetiştiriyoruz da teröristler camilerde kandırıp onları savaşa götürüyor” diye düşünmeden edemiyor. İslam âleminin bu şiddet sarmalından çıkması için yapılması gereken en önemli şey İslam dünyasının bünyesinde barınan radikal unsurlara hayat hakkı tanınmaması, Müslümanları savaşa devşiren akımlara karşı mücadelenin arttırılması . Bunun ne kadar gerekli olduğu Sabri örneğiyle de anlaşılabilmiş olmalı aslında. Yoksa Batı’nın zihinlere yerleştirmek istediği, ılımlı Müslümanların da çok yakındıkları “İslam=Terör” algısının önüne geçilemez. Tabii olup bitenleri sadece ‘Batı tuzağı’ olarak görmek, suçu tamamen Batı’ya yüklemek eksik ve yanlış olur... Çünkü İslam coğrafyasında bu rolü oynamaya gönüllü bir hayli insan ve kişisel çıkarlarla radikalizme göz yuman yönetimler var.

Savaşın sadece Suriye ordusu ile muhalif çeteler arasında sürmediği de artık iyice anlaşılmalı. Tabii ki ülkeye karşı suçlarını affettirmez ama Suriye muhalefetinin en kurumsal örgütü Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bile ülkeye giren “yabancılardan” yakınıyor ve onlarla artık çatışmalara giriyor. Sabri işte böyle bir El Kaide- ÖSO çatışmasında, ÖSO’lular tarafından öldürüldü.

Suriye sözkonusu olduğunda artık bilinen ezberlerin dışında konuşmak da yarar var. Çünkü artık orası sadece iki cephenin değil, bir çok cephenin birbiriyle savaştığı bir ülke.

Sabri’lerin varlığı ve ölümleri bunun en son kanıtı.