Ergenekon Caddesi, yobaz çıkmazı

Ergenekon hesaplaşmanın ilk işaretlerini eski MİT’çi Mehmet Eymür vermişti. Amerika’dan yayın yapan Atin adlı sitesinde “Ergenekon Lobi” adını taşıyan bir belge yayınlamış, belgeyle ilgili yorumlarında da İşçi Partisi çevresi ile bir takım askerlerden söz etmişti. Hiram Abas-Mehmet Eymür ikilisi öteden beri MİT içindeki asker kökenlilerle sürtüşme halindeydi. Hatta asker kökenli bir iki MİT’çiyi “CIA ajanı” olarak derdest etmişlerdi. İlk bakışta o eski hesaplaşmanın bir uzantısı gibiydi yazılanlar. Fakat Mehmet Eymür kaçtığı ABD’den, hiç de “milli” sayılmayacak tuhaf demeçler de veriyordu. Bir keresinde “teklif olursa CIA için çalışırım” demişti örneğin. Gerçi öteden beri CIA MİT’in içindeydi ama neden olmasın? Yeni bir iş, yeni bir heyecan!

Sonradan anlaşıldı kaçak MİT’çinin Amerika’da Fethullah Gülen’e yanaştığı. Cemaatin gazetecisi Faruk Mercan’ın ona güzelleme niteliği taşıyan kitaplar yazması rastlantı değildi yani.

Tuhaf kahramanlar örülü o tuhaf hikâye böyle başladı. 2001’de Tuncay Güney adlı tuhaf bir adam kendisini gözaltına alan polise inanılmaz hikâyeler anlattı. Anlattıkları birbiriyle tutarsız görünüyordu ama öte yandan bu tutarsız bilgiler gerçek ortamlardan edinilmiş gibiydi. Bu adam sanki MİT’in taslak raporlarından birini yutmuş ve hazmedemediği o raporu getirildiği emniyette sorgucu polislerin üzerine kusmuştu.

İlk kez orada bu tuhaf adamdan duyulan “Ergenekon” kelimesi tam bir yıl sonra “belge”ye dönüştü ve Eymür’ün ABD’den yayın yapan Atin adlı sitesinde “Ergenekon Lobi” adıyla yayınlandı. AKP’li yıllar hızla yaklaşıyordu. Kısa bir süre sonra Tuncay Güney’in bulduğu ve Mehmet Eymür’ün servis ettiği o belge ülkenin kaderini belirleyecekti.

***

Ecevit hükümetinin tartışmalı bir şekilde devrilmesinin ardından kurulan AKP iktidarı Cemaatin de içinde olduğu büyük bir koalisyon görünümündeydi. Cemaat bu karmakarışık yapıdaki en örgütlü güçtü öte yandan. Poliste, yargıda, iddiaya göre orduda gizli taraftarları vardı. Büyük paralara hükmeden, güçlü uluslararası bağlara sahip, dine yaklaşımı ılımlı bir şebekeydi söz konusu olan. Bu iktidar hali cemaati eskisinden çok farklı bir çehreye büründürmüştü. Eski ürkek-korkak cemaat gitmiş, yerine saldırgan cüretli yenisi gelmişti.

Fethullah Gülen 2005’te bir dergiye verdiği demecinde işte bu yeni hava güçlü bir şekilde hissediliyordu. Gülen, ülkenin önünde karmaşık ve kapsamlı, aşılması gereken bir süreç bulunduğunu söylüyordu. Bu süreç taraftarlarının fikren bir araya gelmesi mümkün olmayan farklı görüşlerden ve söylemlerden oluşan bir yapı olan “ulusal cephe” ile ilgiliydi. Bu cephe, ona göre "kemiksiz ve kimliksiz, iğreti, sunî ve hedefsiz manipülatif bir yapı"ydı. Bu yapının oluşturduğu dalga aşılacaktı. Gülen’de daha önce hiç görülmemiş tehditkâr bir ifadeydi bu ve anlamı da çok kısa bir süre sonra anlaşılacaktı.

***

Birbirinden bağımsız gibi duran bu açıklamalar ve eylemlerin bir şebekenin marifeti olduğu sonra ortaya çıktı; Kahramanlarımız Tuncay Güney-Mehmet Eymür ve Fethullah Gülen bu şebekenin önemli ayaklarıydı. CIA marifetiyle ve bu tuhaf şebeke eliyle eski rejimde büyük bir tasfiye operasyonu başlamak üzereydi.

2006’da Danıştay saldırısı ve bir yıl sonra 2007’de meşhur Ümraniye baskını... Eski rejimin 1997’de aldığı, ayarı kaçmış İslamileştirme projesinde çubuğu tersine bükme kararından tam 10 yıl sonra, o kararı alanları tasfiye operasyonunun başlama vuruşu böylece yapılmış oldu.

Gerisi malum. Ne buldularsa, neden rahatsız oldularsa “Ergenekon” dedikleri bu büyük torbaya tıktılar. Yetmeyince “Balyoz” vb başka torbalar icat ettiler. Veli Küçük’le Yalçın Küçük’ü aynı örgüt içinde birleştirebilecek denli geniş bir hayal gücü vardı davaların arkasında. Adeta Tuncay Güney nam tuhaf adam klonlanmış, polise, yargıya, basına dağıtılmıştı. Tıpkı onun yıllar önce polisin üzerine kustuğu taslak MİT raporu gibi uçları birbirine değmeyen bir sürü hikâye vardı ortalıkta. Harcıâlem adamlar harcıâlem bir şekilde bu uçları birbirine bağlıyor ve bunlar da iddianamelere dönüşüyordu.

****

Bu davalar başlamadan önce Türkiye’nin yakın tarihindeki bütün karanlık işlerde parmağı olan iki Mehmetlerin biyografisini yazmıştım. İçinde Mehmet Eymür ve Mehmet Ağar’ın olmadığı bir kontrgerilla davasının-hesaplaşmasının olmayacağını biliyordum. İçinde onlar yoktu. Geçmişteki olaylar ve kahramanlar belli bir sisteme göre seçiliyor, mevcut davalar-iddianameler yığınına ekleniyordu. Ama öte yandan bu davaların-iddianamelerin yaratıcılarının izleri de o karanlık geçmişin içindeydi. Bu karanlık tarih Gülensiz, Erdoğansız da yazılamazdı. Ama onlar yeni dönemin demokrasi kahramanlarıydı! Solun bir kısmı dâhil, koca ülke buna inandırılmıştı işte…

Ama yapılmaya çalışılan şey çok açıktı; Ergenekon ve Balyoz davaları mahkemeler aracılığıyla “yeni Türkiye”ye yeni bir tarih yazma girişimiydi. Fakat bu yığını az çok tutarlı hale getirecek nitelikte ne bir savcı, ne bir yargıç, ne de bir aydın hareketi ortalıkta görünmüyordu. Zekariya Özlerle, Şamil Tayyarlarla, Rasim Ozan denilen kahvehane kaçkınlarıyla, Mehmet Baransu nam bavulcu komilerle girişilmiş nafile bir işti bu.

E haliyle “Ergenekon” davasının boş bir çuval olduğu çabuk anlaşıldı. Tarihi yazmak üzere ihdas edilmiş bu dava biraz ölçüsü kaçmış bir "Kabataş yalanı" olarak geçti tarihe. 10 yıl boyunca ciğersiz bir sürü adamı ve yalan dilli bir sürü kadını üzerimize kusturduklarıyla kaldılar. Bütün davaları çöktü, bütün savcıları kaçtı. Elde kalan komik bir Abdülhamit ve onun arkasından yürüyen üç beş çocuk tecavüzcüsü. Moğollar gibi akın akın gelip karşılarına çıkan her şeyi yakıp yıktılar fakat kurmakta pek beceriksiz oldukları görülüyordu. Yapabildikleri tek şey ellerinin değdiği her şeyi kirletmekten, çürütmekten ibaretti.

Siyasal İslamcılığın hazin sonu bu!

Necip Fazıl'dan şair, kutlu doğum şarlatanlığından din kuralı, aklı gelgit bir âdemden sultan, yarım akıllı kaçak bir imamdan peygamber, Ergenekon davasından düzen çıkarma girişimidir bu. İmkânsızdır!

İki Mehmetlerin devri geldi geçti. Kontrgerillaya giden yol Genelkurmay’dan değil İmam Hatiplerden geçiyor artık. Kahramanlar değişti ama biz hala aynı yerdeyiz: Fethullah Gülen’siz ve RTE'siz Ergenekon davası mı olur?