Yatağan'a geniş bakmak

Gezi patlamasından ve Haziran Direnişi'nden önce bu portaldan yansıyan temel tez ve öngörüleri hatırlatmak durumundayız. Biz demiştik manasına falan değil... Demiştik demesine; ama daha önemli ve değerlisi, tutan öngörülerin arkasındaki mantık.

Aynısı bugün geçerli: Türkiye'de işçi hareketinin patlamaması olanaksızdır. İşçi sınıfımız AKP rejimine sığmaz.

Türkiye işçi sınıfının geleneksel kesimlerinin üstüne bir ölü toprağının serili olduğu uzunca zamandır varsayılıyor. Bu benzetme yalnızca geride kalan yıllar ve on yıllardaki işçi eylemleri, grevler ve direnişler nedeniyle değil, akla ve bilime aykırı olduğu için de geçersiz. Ancak, geleneksel işçi sınıfını harekete geçiren motorun yakıtı ekonomiyle sınırlıdır ve bu ciddi bir sorundur.

Bu sorunu görmezden gelenler var. Bunların ne diyeceğini kestirebiliyorum: “Ama efendim, işçi sınıfı ekonomik hakları için mücadele etmiyor mu, ekonomik mücadele biriktikçe sıra siyasi mücadeleye gelmeyecek mi? Kitapda öyle yazmıyor mu?”

Bu ezber eskidi. Emek-sermaye çelişkisi ekmek kavgasını kapsar, ama buna indirgenemez. İndirgendiğinde eksikli olmanın ötesinde yanlış bir kavgaya dönüşür.

Ekmek kavgası neyi içerir, neyi dışlar?

12 Eylül sonrasında sermayenin işçi sınıfıyla somut mücadeleler içinde elde ettiği en önemli kazanım, dayanışmanın kırılmasıydı. Ücretleri için mücadele eden işçilere, daha doğrusu onların sendikalarına, aralarından belli sayıda kardeşlerinin anlaşmanın ve ücret artışının koşulu olarak işten çıkarılması dayatıldı. Bu dayatmanın kabullenildiği nokta büyük bir kırılma oldu. Pratikte, işçi ekmeğini patrondan değil sınıf kardeşinden kopartıp almış oluyordu!

Bu sonuç, işçilerin kendilerini bir sınıf olarak hissetmekten çıkmalarıdır. Geri adım mücadeleden kaçarak değil, ekonomik mücadelenin içinde atılmıştır.

Tersinden olumlu örneklerimiz de var. Özelleştirmelerin karşısına çıkarılan “... vatandır, vatan satılmaz” sloganı büyük bir sıçramadır. Solda kimilerinin bu sıçramayı milliyetçilik zannetmesini boşverin; dünyanın en büyük saçmalıklarından biri...

Ancak ekonomik hak mücadelesiyle siyaseti ve ideolojiyi birleştiren, işçinin ülke çıkarları hakkındaki tarihsel iddiasını temsil eden bu sloganın arkasının doldurulabildiğini söyleyemiyoruz. Çünkü söylem düzeyinde hem işini hem ülkesini sahiplenen emekçilerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri vardı. Yerine göre taksitlerini ödediği ev, çocuğunun okul masrafı, çektiği kredi, hatta deniz kenarında oturuyorsa almaya niyetlendiği teknesi...

“Kaybedecek şey”, her zaman görelidir. Hem patronlar da herkesi işten çıkartmayacaklardı. Emekliliği kapıya dayanmış olanlara bazı kolaylıklar bile sağlıyorlardı... Mücadele, çoğunlukla ekmekle vatan arasındaki bağlantı ihmal edildiğinde kırıldı!

Peki bugün neden daha yüksek sesle “işçi sınıfı AKP rejimine sığmaz” diyebiliyoruz?

Çünkü AKP devreyi tamamlamış bulunuyor. İşçilerin yoksulluğa itilmesi kuraldır ve içinde bulunduğumuz dönemde düzenin sınıfın bir kesitini pohpohlayacak ne kaynağı, ne niyeti var. Emekçilerin hak ve mücadele kavramlarından sadaka ve biat kültürüne yönlendirilmesi; dincileşmenin ekonomi politiği budur. Emekçilerin yaşam alanlarına, kentteki parkına ve köydeki meyve ağacına yönelik saldırı, hem sermaye yağmacılığının gelip dayandığı noktadır, hem de yağma politikaları “parkın yerine cami” diye ve zeytin ağacının yahudiliğiyle (!) gerekçelendirilmektedir. Emekçilerin onar yüzer öldüğü bir “kaza”nın ardından yetkililerin ilk düşündüğünün işletmenin ne zaman faaliyete geçeceğidir. Bu refleksin bir alçaklık olduğu ayan beyan ortadadır.

Dinci faşizmin yükselişi işçi sınıfının maruz kaldığı saldırının bütünselliğini netleştiriyor. Bu netlik dualarla örtülemeyecek boyutlarda. AKP'nin sermayeye vaat ettiği yağma oranları, olası tepkileri gözeterek denge formülleri geliştirmeye el vermiyor.

Bu işçi sınıfı AKP rejimine sığmaz. Dinselleşme barajı dayanıksız hale gelmektedir.

Ancak işçileri halen frenleyen iki mekanizmaya dikkat edilmelidir. Bunlardan birincisinin sembolü “kredi kartı borcu.” Diğeriyse gerici, uzlaşmacı sendikalar. İkisi de ekonomik mücadele alanından. Biri alım gücünün artması, yani bir kazanım zannedilebilir. İkincisi ise örgüt yerine konabilir!

Yatağan işçisi frenlerin aşıldığı yerdedir. Biraz da Yatağan işçileri sayesinde diyoruz, işçi sınıfı sığmaz bu rejime diye...