Gezi gerçekten de yargılanamadı

Bir değil birkaç nedenden ötürü, Gezi veya Haziran Direnişi yargılanamaz. Daha önce bir dava açılmış ve kapanmıştı. Taşra kentlerinde bir dizi daha küçük ölçekli davanın zaten “Gezi’yi yargılaması” mümkün olamazdı. Bin bir afra tafrayla patlatılan sonuncusu da bu hafta kepenk indirdi. Mahkeme heyeti hakkında soruşturma açıldığına göre belki yenisi gelir. Gelse de, şimdiden söyleyebiliriz, konunun Haziran Direnişiyle ilintisi adından ibaret kalacaktır.  

AKP’nin bir biçimde rehin tutmakta ısrar ettiği Osman Kavala’nın ise olayla alakası yok. Kavala’nın bir halk direnişinin veya Fethullahçı darbenin lideri diye hapiste tutulması gerçeğin bir yanını değil, bugünkü siyasal iktidar yapısının sefaletini yansıtır, olsa olsa. 

Erdoğan-Gülen birliği dağıldığında, gerici cephenin sadece polis ve istihbaratının değil, yargı ayağının da tarikata emanet edilmiş olduğu anlaşıldı. Ortada AKP’li denebilecek bir adliye ekibi yoktu. Biraz da bu nedenle Erdoğancılar adliyeye büyük bir şiddetle saldırdılar. Konumuz değil ama yeri geldi: Benzer bir durum akademide de geçerliydi. 

Sonuç olarak Türkiye’de akademi de yargı da kalmadı. Koalisyon dağıldıktan sonra karşı-devrim cephesinin içindeki savaşta bu iki alan, egemen güçlerin arzu etmeyeceği, Tayyip Erdoğan’ın hiç tercih etmeyeceği ölçülerde tahrip olmuştur. Yanlış anlamayın; AKP’nin adil bir hukuk veya bilimsel bir akademiye meraklı olduğunu kastetmiyorum. Yok öyle bir şey. Ama her bir toplumsal alanın kendi mantığı, kendi işleyişi vardır ve bunun hakkı verilmezse işlev yerine getirilmemiş olur. 

Mahkeme mi kurdun? Masada iç tutarlılığı kendine dert etmiş bir iddianame olmalı. Bir suçlama mı var? Elbette alçakça derlenmiş ama yine bir tutarlılık taşıyan, hukuken makul sayılabilecek, hiç değilse iki tane kanıt suçlamaya eşlik etmeli. Ders diye hadis, ayet, mesel okutamazsın sadece… Bunlar olmazsa geriye “suyumu bulandırdın” kadar bile bir akıl kalmaz. Yani işlev yerine gelmiş olmuyor. O zaman, olay bir masalda değil Türkiye’de geçtiği için, aslan da kuzuyu bir pençede ağzına atamıyor.

Son Gezi davası denilen saçmalık, şu anda Türkiye’de tek bir hukuk kuralının çalıştığı sonucuna götürüyor. Buna göre “duruşmada iyi davranan yargıçtan korkacaksın, cezayı yapıştırır! Terör estirene denk gelirsen şansın yüksek oluyor!” Ampirik gözlem açısından desteği bol olan bu durumun hukuk kuralı sayıldığı yerde kimse kimseyi yargılayamaz. 

Açığı iyi hukukçular kapatamaz. Adalet bakanının elinden bir şey gelmez. Reis işlevi toparlayacak bir KHK çıkaramaz. Çünkü bu saçmalık tamamen politiktir. 

AKP karşı-devriminin emperyalizmi ve sermaye sınıfını gayet iyi temsil ettiği dönem eskilerde kaldı. Ortada dava edilemeyen Gezi günlerinden bu yana bir yönetme sorunu var. AKP karşı-devriminin devrilen üçlü sacayağı, yani hükümet, tarikat ve liberaller koalisyonunun yerine de düzgün başka bir formül geçirilemedi. Ergenekon’du, Balyoz’du… Bu davalar hazırlanırken bir yerde saklı bombalar açığa çıkarılıyor, öte tarafta siyasal cinayetler işleniyor, demokratikleşme, dünyayla bütünleşme, 12 Eylül’den hesap sorma, Kürt sorununu çözme gibi geniş yığınlara hitap edecek birtakım büyük bağlamlar kuruluyor, eldekiler yetmezse yeni medya devreye sokuluyordu.   

Mahkeme biraz daha mahkemeymiş gibi yapsa, kendi açtığı tuzaklara düşecekti. Mecbur, kapattılar. Bir nedenle rehineyi tutmaları gerekiyormuş. Onun için de hukukla ilgisi olmayan bir prosedür işlettiler. 

Gezi yargılanamadığıyla kaldı. Yargılanamaz da. Haziran Direnişinin öncülleri vardı çünkü. Liselilerin soru hırsızlığına karşı ayağa kalkışı gibi örneğin. Toplumun fazla zorlanan dokularından çıkıp parlamıştı sahtekarlığa isyan. Ankara’nın merkezine çadırlarını kuran Tekel işçileriydi bir diğer öncül. ODTÜ’de ve başka üniversitelerde gerici siyasetçilere sabır göstermeyen gençlik vardı sonra. Suriye’ye dönük savaş kışkırtıcılığı kitlelerde barış talebini kışkırtıyordu, bir barış hareketi çıkmıştı ortaya. Sonra Mayıs sonunda Taksim patladı. Polisin alanı halka bırakıp çekildiği günün arifesinde on binler sokaktaydı. İstiklal Caddesindeki halk direnişi dağıtılamadı. O halk direnişinin baskın sloganı “hükümet istifa” olmuştu. 

Toplam on milyon insan. Türkiye tarihinde görülmemiş bir eylemliliktir Haziran direnişi. 1961’de Saraçhane mitinginde, 1970’te 15-16 Haziran’da, 1977 1 Mayıs’ında kırılan rekorlarımız vardır. Bir kez daha kırdık 2013’te… Bu patlamayı hazırlayan mücadeleleri pas geçip mahkeme kuramazlar. Bu mücadeleleri yargılamaya ise cüret edemezler.

Ama “Gezi’de herkes vardı” diyorlar ya, bu sözün çağrıştırdığı içeriksizliğe dikkat etmek gerek. On milyonun yarattığı anafor dolayısıyla “herkes” çekim gücünü hissetti elbette. Direnişte darbe kokusu alanlar bile! Barış iyi bir şeydi tabii, ama Esat da diktatördü. Böyle düşünenler burun kıvırıyorlardı Antakya’da yürüyenlere. Kimilerine göre barış süreci sürmeliydi AKP ile; 2015’e kadar sürdü de! Dolayısıyla “hükümet istifa” sloganından huzuru kaçanlar da vardı. Yurtsever bir direnişti Haziran; kimileri milliyetçilik diye bir kulp takıp karalamayı bile denediler. Rivayete göre Fethullahçılar bile varmış, ama artık o kadarına da inanmayın. Onlar o sırada Türkçe olimpiyatlarıyla hayat öpücüğü veriyorlardı Erdoğan’a…

Neyse; toparlayalım… Haziran Direnişi yargılanamadı. Çünkü yargılayacak halleri, yetenekleri yok. Yargılamak istiyor olabilirler tabii. Hangi egemen güç kumpas kurma, mahkûm etme yeteneğini geri kazanmak istemez ki? Ama olmuyor; çünkü bu yeteneği AKP’ye kazandıran Fethullahçılar ve liberallerle kurduğu ortaklıktan başka bir şey değildi. 

Hoş, bir biçimde yeniden iktidarlı günleri geri gelse, cesaret edebilirler mi, 10 milyon direnişçiye mahkeme davetiyesi göndermeye? Cesaret edebilirler mi, halk hareketinin saflarında ön plana çıkan sesleri tekrar duymaya?