AKP’den Kaçış AYDEMİR GÜLER

2008'de dikkat çekici iki AKP karşıtı, büyük kitle eylemi oldu. İlki 2 Mart Kadıköy, TKP-Yurtsever Cephe eylemidir. İkincisi 9 Kasım Ankara, Alevi mitingi.

Bunlara bir üçüncünün eklenme olasılığı var. KESK ve DİSK'in ortak eyleminin üçüncü büyük çıkış olarak gerçekleşmesi halinde bir dalgadan söz etmek de mümkün hale gelecektir.

Bu birikime 2 Mart'ın katkısı doğası gereği bir öncü müdahale anlamı taşımıştır. AKP'nin solu yedekleme girişimine soldan verilen cevabın bugünkü biçimi almasının çıkış noktası o zamanki "AKP'yi istemiyoruz" reddiyesi olmuştur. 2 Mart solun AKP'ye yedeklenmesinin önüne çıkartılan ilk önemli ve kitlesel setti. Ancak yılın sonu itibariyle mesele bu tür öncü müdahalelerin ötesine geçme emareleri göstermektedir.

AKP bu yılı atakla açtı. Ama kısa süre içinde Türkiye aydınlarıyla arasına iflah olmaz bir kara kedi girdi. Ne kadar aydının özgürlükçülük adına türban serbestliğine eğilim gösterdiğinin bir önemi yok. Önemli olan, Türkiye'de aydının tarihsel tanım alanıdır. İlericilik-gericilik problematiğinin olmadığı yerde bu ülkede aydın kimliği falan da olmaz. AKP işte buraya, yani sert kayaya çarptı. Aydınların kaçta kaçının ne yönde bir somut tavır takındığından bağımsız objektif bir kriter ortaya çıkmıştır. AKP'ye bir adım daha yaklaşan aydın, aydın olmaktan çıkacak, kendi kendini inkâr edecekti çünkü.

İkinci çizgi 1 Mayıs vesilesiyle işçi sınıfı cephesinde çekildi. Burada da işçilerin birey olarak AKP'ye nasıl baktıkları değildir sözünü ettiğim. Ya da kaç işçinin 1 Mayıs bayramına çıktığı da değil. Öyle olsaydı, işçi sınıfı üyelerinin çoğunluğunun bu partiye oy verip 1 Mayıs'la da ilgilenmediğini saptar kalırdık. Oysa 1 Mayıs'a polis saldırısı AKP'nin işçi sınıfına saldırısı olarak ortaya çıkmış, algılanmış ve işçi sınıfı kimliği ile bu sermaye partisi arasına koca bir kara kedi yerleşmiştir.

2 Mart'ın, uğradığı ağır sansür ablukasına karşın politik ve tarihsel bir değerinin olması bu çizgilerle ilintilidir. 2 Mart AKP merkezli Amerikan operasyonlarının dışladığı, yabancılaştırdığı aydın ve emekçi dinamiklerine sol yurtsever bir adres hediye etti. Burada sayılar biricik veya yeterli ölçütü oluşturmaz. Aslolan politik anlamdır. Ve bu politik anlamın objektif olarak anlamlı bir nicel karşılığa sahip olması gerekir. 20 binlik 2 Mart bunu sağlamıştır.

Sonra araya bir kesinti girdi. İçine Amerikan uzlaşmasının yerleştiği bir kesinti.

Ardından üçüncü kopuş. Bu kez Kürt kimliği AKP'den uzaklaşmaya başladı. Yine aynı mantık: AKP'nin örneğin Kürtlerden ne kadar oy aldığı, alacağı değil konumuz. Mesele şu ki, AKP'ye oy veren Kürt seçmenin Kürt kimliğini elinde tutması şu son bir iki aylık sürede olanaksız hale gelmiştir. Bu yol, PKK çizgisinin Ortadoğu senaryolarında ABD nezdinde önemsizleşmesiyle, geri planda kalmasıyla doğrudan alakalıdır. Ancak sonuç değişmiyor. Amerikan uzlaşması dediğimiz statüko, Washington-Ankara-Erbil üçgenini varsayar. Yani Diyarbakır'ın düşmesini. Bu koşullarda AKP ile Kürt kimliği arasına aşılmaz bir mesafe girmesi kaçınılmaz olmuştur.

Kuyruğa Alevilerin girmesi ise çok önemsenmelidir. En düşük tahminle 50 bin nicelik biçilen bir miting, zaten önemlidir. Ama 2008'in sonlarında AKP'nin bir kesimde daha açığa düştüğü yerde, sayıların ötesinde bir olayla karşı karşıyayız demektir. 9 Kasım'ın harcında geleneksel Alevi solculuğu vardır, iflas eden Alevi reformunun hüsranı vardır, ekonomik krizin sıkıştırması vardır...

AKP'nin aydınlara özgürlük, işçilere onur ve yaşama hakkı, Kürtlere kimlik veremeyeceğinin toplumsal algıya yerleşmesinden sonra, geçen sene zokanın yutturulmaya çalışıldığı Alevilik de kopmuştur.

Bu kopuş zincirinin Kemalizmin ağır darbe aldığı bir dönemde oluşması ilginçtir. 2007 ile 2008 arasında bu açıdan büyük bir mesafe olduğunu biliyoruz. AKP'ye muhalefetin Kemalist laiklik ve bağımsızlık zemininden beslenmesi olağan bile karşılanabilir. Ancak içinde bulunduğumuz ortamda böyle bir beslenme kanalı, kemalizmin kimseyi beslemeye mecali yoktur. Belki de bu nedenle burjuva medyası 29 Ekim-10 Kasım vesilesiyle abartılı bir Atatürk rehabilitasyonuna girişmiş bulunuyor. Mevcut muhalefet dinamizmini ideolojik olarak Kemalizme çekmek ve bu sayede hem düzen içi ve zararsız, hem de bir sonraki adımda kolay etkisizleştirilecek hale getirmek... Atatürk methiyesinin "Stalin'e ders" sosuyla tatlandırılması manidardır. Bir diğer belirti düzen cephesinde AKP'yi ıslah ve araya mesafe koyma eğiliminin giderek güç kazanmasıdır.

Şimdi top bir kez daha emekçilerde. 1 Mayıs'ta işçileri kusan AKP'ydi. Oysa önemli olan ilişkinin diğer yönüdür ve emekçilerin AKP'yi kusmasının tam zamanıdır. İşçi sınıfının sol bir kimlikle yapacağı böylesi bir çıkışın, aydınlar, Kürtler, Aleviler üzerinde bir çekim etkisi yaratmaması mümkün değildir.

Dikkat edilirse adını andığımız dinamikler Türkiye'de solun toplumsal kaynaklarının ta kendileri. Türkiye ilginç bir konjonktürün açılış sancılarını yaşıyor.